Aşk, insanoğlunun üzerinde en çok söz söylediği, yazı yazdığı kavramlardan biri olmuştur; aynen kader gibi, talih gibi. Hatta bu söylenen ve yazılanlar arasında aşkın bir talih olduğu görüşü de önemli bir paya sahiptir. İnsanoğlunun hayatını idamesinde kaderin, talihin önemli bir yeri olduğu şüphe götürmese de, bu kadere müdahale şeklinin insaniyetimizin asıl belirleyicisi olduğu göz ardı edilmemelidir.
Aşk(insanlığın iki yüzü arasındaki ezeli ve ebedi irtibat)ın oluşum süreci ve devamına dair çok sayıda farklı görüş dile getirilmiştir. Bu görüşlerden biri de Robert J. Sternberg tarafından ifade edilen, “aşkın bir öykü/hikaye olarak yaşanması”dır. Ona göre aşklar bir öykü olarak kurulur ve bir öykü olarak yaşanır. Öyküler, aşk ilişkileri ortaya çıkmadan evvel insanların kafasında vardır; ve insanlar ilişkilerine bu öykülerini yansıtırlar. Aslında insanın aşk ilişkisindeki temel çabası, kafasındaki ideal aşkı/aşk öyküsünü yaşama arzusudur.
Bir çiftin aşk ilişkisini anlamanın en önemli yolu, her iki tarafın da gerçek(yaşanılan) aşk öyküsü ile ideal(olması gerektiğine inanılan) aşk öyküsünü anlamaktır. Bir ilişkinin tanımı, ilişkinin tarafları açısından çok farklı şekillerde gerçekleşebilir. Aynı olayı iki kişi çok farklı şekilde değerlendirebilir. Eşlerden birinin karşı tarafı, endişe, merak dolayısıyla aramasını karşı taraf kontrol edilme, yönlendirilme olarak algılayabilir. İdeal aşk öyküsü ile gerçek aşk öyküsü yakınlaştığı oranda kişinin o ilişkideki memnuniyet düzeyi artacaktır. İdeal ile gerçek aşk arasındaki mesafe ise mutsuzluğu doğuracaktır. Bir ilişkinin anlaşılması için sadece yüzeysel problemlere dikkat edildiğinde olumlu anlamda yol alınma ihtimali düşer; yapılması gereken her iki tarafın da aşk öykülerini hesaba katmaktır.
Her insanın aşka dair birden fazla öyküsü olabilir. Bu öykülerden biri belli bir zamanda/durumda diğerlerine oranla daha ön planda olabilir. Karşılaştığımız kişiler belirli bir aşk öykümüzü aktif hale getirebilir. Karşımızdaki insanlar muhakkak ki aşk öykümüzü yaşamamızda etkili olabilirler; ancak her ne olursa olsun yaşadığımız bizim öykümüzdür.
Aşk öykülerinin de normal öyküler gibi bazı unsurları vardır. Bu unsurlar arasında konu(lar), kahramanlar ve roller önemli yer tutar. Her aşk öyküsünde, öyküye has bir konu, her konuya uygun kahramanlar ve kahramanlardan beklenen roller vardır. Konu ilişkinin üzerine oturduğu omurga, kişiler tarafından ilişkiye yüklenen anlamdır. Kahramanlar ilişkiyi yaşayanlar ve roller ise konuya uygun şekilde kahramanlardan beklenen rollerdir. Mesela “yönetim öyküsü”nün konusu, gücün paylaşılma şekli; kahramanlar, güç uygulayan ve kendisine güç uygulanan; roller ise karar vermek ve verilen karara uymak şeklinde temellendirilebilir. “Öz veri öyküsü”nde ana konu iyilik yapmaktır. Kahramanlar genelde iyilik yapan taraf ve kendisine iyilik yapılan taraftır. İyilik yapanın rolü sürekli eşi için bir şeyler yapmak; iyilik yapılanın rolü ise iyiliğe mazhar olmak ve teşekkür etmek şeklinde oluşabilir.
Her öykünün unsurları olduğu gibi bir de süreci vardır. Süreç, öykünün başlama, devam etme ve sonlanma şeklidir. Süreç, bu bağlamda, gerçekleşen bir durumdan ziyade, ilişki başlamadan önce, insanların zihinlerindeki beklentiyi, ön görüyü ifade eder. Terapi seanslarında, ilişkilerine “Nasıl olsa eninde sonunda bitecek!” sezgisiyle başlayan insanları görünce, aşk öyküsündeki süreç çok daha anlamlı hale geliyor. İşin ilginç ve dikkat çekici bir diğer boyutu ise, ilişkilerine “nasılsa bitecek” sezgisiyle başlayanların, gerçekten de şu ya da bu şekilde ilişkiyi bitirmeye dönük tutumlar sergilediklerini görmektir. Bu kişiler, duygularını ifade etmiyor, ilgisiz davranıyor, bıktıracak kadar aşırı ilgi gösteriyor vb. Yani, aşk öykülerinde, insanlar konuları, kahramanları, rolleri önceden tasarladıkları gibi öykünün başlama, devam etme ve sonlanma sürecini de tasarlayabiliyorlar. Tabii ki burada en önemli nokta, insanların bu tasarılarını çok da bilinçli olarak gerçekleştirmedikleridir.
Aşk ilişkilerini bir öykü olarak değerlendirmek, bizi ilişkilerle ilgili bazı sonuçlara götürür. Her şeyden önce tesadüfen oluştuğunu düşündüğümüz ilişkiler aslında tesadüf değildir. Biz bir ilişkiyi kurarken, kafamızdaki öyküye uygun konu, konuya uygun kahraman, kahramanlara uygun roller ve ilişkiye dair bir süreç belirleriz. Şayet içinde bulunduğumuz ilişki ideal ilişkimizle örtüşmüyorsa, geçek ilişkiyi ideal ilişkimize uydurmak için hamleler yapmaya çalışırız. Bunu da gerçekleştiremezsek, ya ilişkiyi bitirir ya da ilişki içerisinde mutsuzluğu yaşarız. Bir diğer sonuç, öyküleri bizim öykülerimizle aynı ya da örtüşen kişilere aşık olma eğilimi taşımamızdır. Roller birbirine uyduğu oranda ilişki güzel olarak algılanır. Her iki tarafın sürekli çatıştığı ama tarafların ayrılmadığı öyküler, dışarıdan bakanlara çok zor gelse bile, ilişkiyi yaşayanlara normal gelebilir. Çünkü onlar ilişkiyi bir savaş olarak öykülendirmişlerdir. Evli insanların zamanla birbirine benzediği düşüncesi, aslında iki tarafın da ortak bir öykü oluşturması sonucunda otaya çıkar. Zamanla ilişkide roller oturur, birbirini tamamlayıcı olur ve durum kabullenilir.
Aşk öykülerinin oluşumunda şemalar çok merkezi bir rol oynar. Şema, kişinin kendisiyle, diğer insanlarla ve dünya(insan zihnindeki her şey)yla ilgili temel inanç ve kabullerdir. Biz bir kişiyi, olayı ya da durumu değerlendirirken bu temel kalıpları referans alırız. Aynı durumun farklı insanlar tarafından farklı şekillerde değerlendirilmesi kişisel şemalardaki farklılık dolayısıyladır. Kuşkuculuk şemasının en temel inancı, “Şayet yeterince dikkatli olmazsan diğer insanlar sana zarar verebilir, seni aldatabilirler”dir. Dolayısıyla, kuşkuculuk şemasına sahip bir kişinin aşk öyküsünde aldatılma beklentisi ve ona karşı alınan tedbirler son derece hayati bir rol oynar. Şemalar ise temel çocukluk ve ergenlik yaşantılarıyla oluşur ve giderek güçlenirler.
Öyküler yapıları gereği değişime karşı çok dirençlidirler. Biz bir ilişkiyi yaşarken, çoğunlukla o ilişkiyi zihnimizdeki öyküye uydurma çabası güderiz. Çünkü kendi öykümüz tanıdıktır ve tanıdık olmayan her durum genelde anksiyete/kaygı oluşturur. Bu entegre sürecini, karşımızdaki kişiyi ve içinde bulunduğumuz ilişkiyi zihinsel süzgecimizden geçirip değerlendirme yoluyla yaparız. Zihinsel süzgecimize uyanları alır diğerlerini atarız; ya da durumu zihinsel yapımıza uygun şekilde çarpıtırız. Mesela, diğer insanlara bakışımızda aldatılmak, kandırılmak önemli bir yer tutuyorsa, eşimizin karşı cinsle olan bir iş görüşmesini, aslında hiç de öyle olmamasına rağmen, aldatılmaya dönük bir ipucu olarak alırız ve kullanırız.
Aşk öyküleri değişime karşı dirençli olmalarına rağmen değişmez değillerdir. Yaşadıklarımız, gördüklerimiz yeni öyküler oluşturmamıza sebep olabilirler. Bu aslında kendimizle, karşımızdaki kişiyle ve ilişkimizle ilgili algımızın değişime uğraması demektir.
Öyküler oluşturulurken akla ve mantığa dayandırılmak zorunda değillerdir. Bu sebeple dışarıdan bakanlara çok saçma gelen bir ilişki, kahramanları için çok anlamlı olabilir. Eşinden her gün dayak yemesine rağmen hala onu sevdiğini ve onun tarafından sevildiğini düşünen bir kadını anlamak için aşk öyküsünü bilmek gereklidir. Belki de onun öyküsündeki erkeğin rolü dayak atarak varlığını hissettirmektir.
Aşk öykülerini doğru ya da yanlışlıktan ziyade sağlıklı olup olmaması ve sonuçlarının işlevselliği açısından değerlendirebiliriz. Çünkü mutlak doğru bir öyküden bahsetme şansımız yoktur; ancak “kişiye göre doğru”dan bahsedebiliriz. Ancak bu noktada kültür, bir ilişkinin taraflarından kendi doğrusunu kabul etmelerini bekleyebilir.
İlişki terapisi, en basit anlatımıyla, bir insani ilişkiyi(burada aşk ilişkisini) her iki taraf açısından da daha doyum verici hale getirme sürecidir. Taraflar terapiye ilişkideki bir memnuniyetsizlikle gelirler. Aşkın bir öykü olarak yaşandığı düşüncesi, bu memnuniyetsizliği hem anlama hem de giderme noktasında bize önemli ipuçları sunmaktadır. Problemli bir ilişkide, en az dört farklı aşk öyküsünden bahsetmemiz mümkündür: erkeğin ideal aşk öyküsü, erkeğin gerçekte yaşadığı aşk öyküsü(ilişkiyi algılama şekli); kadının ideal aşk öyküsü ve kadının gerçek aşk öyküsü. Terapide ana amaç, öykülerdeki verilerden hareketle, her iki taraf için de doyum verici olabilecek yeni bir öykü oluşturmaktır. İlişki terapisi bu anlamda bir “öykü simyası”dır. Bu simya işleminde her iki tarafın da öyküleri ortaya konur; eksi ve artıları değerlendirilir ve doyum verici öykü için stratejiler belirlenir.
Her eylemin, tutumun bir sebebi olduğu gibi bir de hedefi vardır. Bu hedef temelde bir ihtiyaçla ilişkilendirilebilir. Eşine bağırıp çağıran kimse aslında, aşağılanmaktan bıktığını(onaylanma ihtiyacı)dile getiriyor olabilir. Duygularını ifade etmemek, anlaşılmama ihtimalinden kaçışı; reddedilmekten, bağlanmaktan(sevilme ihtiyacı) korkuyu gösterebilir. Burada her iki taraf da, eşinin temel ihtiyaçlarını gidermede ona yardımcı olmalıdır.
Bir ilişkide, her iki tarafın da tahmin ettiğinden daha fazla etkisi vardır. İnsanlar terapide yaptıklarından ya da yapmadıklarından değil, kendisine yapılanlardan ya da yapılmayanlardan bahsederler. İnsanlar kendi hatalarını ya da yanlışlarını bir sebebe, karşı tarafınkileri ise onun kişiliğine atfetme eğilimi gösterirler. Yapılması gereken, her iki tarafın da bu olumsuz sonuca etkiyen tutumlarını kabul etmesi ve değişim için belirlenen stratejileri hayata geçirmesidir.
İlişkiler, öyküler üzerinde dönüştürücü bir güce sahiptir. İyi ilişkiler iyi öykülerin oluşmasında çok hayati rol oynar. İlişki terapisinde, her iki tarafa da doyum verici bir aşk öyküsü için, her iki tarafın da dönüştürücü ilişki kalıpları oluşturmaları üzerinde durulur.
Mavi Nokta Psikolojik Danışma Merkezi
0 212 571 18 98