İki Tarzı Siyaset

Prof. Dr. Erol Göka

Türkiye'de iki türlü siyaset yapılıyor. Hani şu bildik, 'kasaba siyaseti', 'yüksek siyaset' gibi kavramlarla anlatılmaya çalışan ama benim ne olduğunu hala anlamadığım mevzudan bahsetmeyeceğim. Demokrasimiz için çok önemli bir konuyu gündeme getireceğim.

Türkiye'de iki türlü siyaset yapılıyor, daha doğrusu iki siyaset tarzı var. Bunlardan bir tanesi, milletin sorunlarını çözmek, dertlerine çare olmak için siyasi bir program üreten, bu programı yürürlüğe koymak için iktidara talip olan partilerce ifa ediliyor. Dünyayı, esasen devleti yönetme tekniklerine göre değiştirme amacı, bu birinci tarz siyaset tarafından yerine getiriliyor. Bu yüzden bu birinci tarza 'büyük siyaset' diyebiliriz. Büyük siyaseti yürüten siyasetçi, aklını devleti bir hukuk düzeni içinde işletme, tüm toplumun huzuru ve refahını sağlama misyonuna hasrediyor. Millet, siyasetten sorunlarını çözmesini istiyor; muhalefetin performansına, iktidarın gösterdiği çözüm iradesine göre notunu sandıkta veriyor. Yasal demokratik zeminde yürütülen bu siyaset, millete sandıkta hesap vermeyi taahhüt ediyor ve veriyor da. Ama bir de ikinci siyaset tarzı var. Bu tarzı sürdürenlerin kendilerinin açık bir siyasi programları yok. Onlar için siyaset, kitlesinin taleplerinden kaynaklanan anlamlarla yüklü; büyük siyaseti, kendi kitlesinin taleplerine göre şekillendirmeyi amaçlıyor.

Siyaseti, demokrasinin temeli olarak gördüğümüzü, siyasetin oy vermeye ehil herkese açık olmasından yana olduğumuzu bilmeyenlere, buradan bir kez daha beyan edelim. Elbette her kişi ve grup haklarını korumak, ülke yönetimine, dünyanın düzenine dair görüşlerini ortaya koymak için siyaset yapacaktır. Bize göre ikinci tarz siyaset dediğimiz siyaset de pekâlâ demokrasinin içindedir ve meşrudur. Lakin bu meşruiyetin, kimi sakıncaları gizlediğini de söylemeliyiz. Şöyle ki:

Meri mevzuata göre demokratik bir yapıda örgütlenmiş, seçimle yönetim değiştirmesi mümkün olan sendikalar, dernekler, iktidarlara karşı temsil ettikleri kitlenin haklarını savunan bir tutum içine girecekler, şartlar gerektirdiğinde güçlerini de göstereceklerdir. Bunda bir beis bulunmadığı gibi sakınca içeriyor dediğimiz, bu yapıların ürettiği siyaset tarzı değildir.

Sivil toplumun içinde demokratik kitle örgütleri şeklinde örgütlenmemiş, daha ziyade İbni Haldun'un asabiye'sine dayalı, aşiret, cemaat tarzı yapılar da var. Sözünü ettiğimiz sakınca, seçimin ve demokratik yönetim değişiminin, topluluğun özelliklerinin tabiatı icabı söz konusu olmadığı bu yapılar için geçerli. Bu yapıların içinde kendilerini muhayyel bir kitlenin sahibiymiş gibi gören, onlar adına konuşma yetki ve salahiyetini kendinde bulundurduğuna inanan ve ikinci tarzı siyaseti buna göre yapan kimseler çıkabiliyor. Evet, ortak asabiyelerini gerekçe göstererek binlerce insanın büyük siyasete ilişkin fikirlerini ve onların hür iradelerini hiçleştirmeye kadar varabilen bu siyaset tarzını meşru ama aynı ölçüde sakıncalı buluyorum.

Güçlü manevi asabiyeye, gönül bağlarına dayanan bu yapıları göstererek, pazarlık unsuru haline getirerek yapılan siyaset tarzı… Yalnızca hüsnü niyet ile bir araya gelmiş insanların oy potansiyellerinden cesaret alan bir siyaset tarzı… Elbette her cemaat kendi siyasi ideallerine göre bağlılarını şu veya bu partiye oy vermeye çağırabilir ama manevi bir camianın gönül bağlarına dayalı kitleselliğini pazarlık unsuru yapmanın, tek tek bağlıların büyük siyasete ilişkin fikirlerini yok saymanın demokrasimize bir katkısı yok.

Geleneğimizi geleceğe doğru güvenle çiçek açtıran, toplumsalın sağlıklı işleyişinde vazgeçilmez önemde gördüğüm ve her birine ayrı ayrı değer verdiğim tüm cemaatleri ya da bir camianın tamamını kast ediyor değilim. Gönül mimarlarımıza, toplumun manevi olgunlaşmasına adanmış insanlara saygı ve sevgiden başka beslediğim bir his olmadığına sizi temin ederim. Derdim ne yapının kendisi, ne topluluğun tamamı ne de tek tek insanlar; milletimizin lehine olmayan bir siyaset tarzını göstermeye çalışıyorum.

Bakın; Türkiye, demokrasisini geliştirmek için büyük mücadelelerden sonra bir süreden beri, yeni anayasasını yapma, toplumsal mutabakatını yenileme cehdi içinde. Lakin Meclis'e baktığımızda iktidar partisinden başka kimsenin yeni anayasa için pek de o kadar hevesli olmadığını görüyoruz. Sadece iktidar partisinin canhıraş biçimde anayasa değişikliği için çabalaması, Türkiye'de değişimin ana dinamosunun milletin adım adım güçlendirerek iktidara taşıdığı parti olduğunu, ayak direyen muhalefetin ise şöyle ya da böyle eskinin devamını istediğini ortaya koyuyor.

Kimse haklarını görmezden gelmezlik edemez. Camia, bugüne kadar gerek vesayet sistemine karşı mücadelede gerekse yeni anayasa konusunda değişim iradesine müthiş bir destek vermiş, birçok kez koçbaşı olmuştur. Ama bugün nedense ikinci tarz siyaseti hem de oldukça sakıncalı biçimde sürdürme gayretleri var. Geçenlerde ele aldığımız dershane meselesindeki haklılık-haksızlık konusu bir tarafa, camianın hayırlı işlerini hayırla yâd eden birisi olarak 'Toplumun demokrasi mücadelesi, mutabakatını yenileme ihtiyacı sona mı erdi ki bu aralar dikkatler, tamamen dershane meselesiyle meşgul olmaya başladı?' sorusunu sormak hakkımız. Zira 'yenilenme cehdi' ile, büyük siyaseti birlikte şekillendirmek, demokrasi mücadelesinde yine omuz omuza yürümek istiyoruz.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.