(İ) Rahmet Yolları Kesti *

Servet Kızılay

Sıcak…sımsıcak kelimelerin nâr-ı azabı geçiyor dudaklarımızdan. İstasyonlarda kalmış bir denk gibi duruyoruz dünya denen köşede. Cümlemiz, gittiğini sanıyor hiç akmayan sularda. Cümlemiz, söylüyor gurbetin artık olmadığını. Kimdir yollarda kalan, yollarla kalan? Dönmesi beklenilen kimdir, –i- rahmet yolları kesmeseydi eğer?...

Bir zamanlar sen saçlarında çocuk ıslıkları taşırdın, gurbete yakılmış türküler misali. Üveykler gözlerinin gecesine toplanırdı…ve gece gözlerinden kana kana içerdi ab-ı hayatı. Ürkekti seni gören rüyalar, senin gördüğün rüyalar. Cenk masalları bile kaldıramazdı suskunluğunu. Dualar fısıldadığında etrafında periler nağmelerle raks ederdi. Sen yürüdüğün zaman başlardı bozkırların hasreti. Meşk ederdi tüm alem, hüsnü ikliminle çıldırırcasına…

Sonra her şey tarihin heybesinden savruldu birden… felek, devr-i devranını unutuverdi kendi içinde… Kervankıranlar geçti ovalardan, bütün kuşlar feryad u figanla kaçıştı, kelâm aynasından sıyrılıp akıştı… yakıp yıkan kara bir düş, yılan gibi sokuldu asma bağçemize. Talan oldu bize ait ne kaldıysa. Gönül kal’a sı düştü. Büyük bir yalan kapladı arzı. Semavâtın kubbesi çatladı. Dünya denilen yalancı oyunda sen de oyununu oynadın. Çocuklar dışarıda kaldı, çocukluk dışarıda kaldı, uzak yakarışların rüzgarları gibi. Yalanmış, Eski bir şehirde kaybolduğun. Yalanmış, yalnızlık denilen uçurum. Yalanmış, bir varmış bir yokmuş diye anlattığın esrar. Yalanmış, Buhurumeryem’in ellerinde sekerât geçirdiği. Yalanmış, papatyaların masumiyeti. Yalanmış, kedilerin eteklerinde uyudukları…yalanmış.

Uçsuz bucaksız bir Ağustos bunaltısından buğday başaklarının saçlarına eğildiği tarlaların ortasında kaldık. Güneş, elemle sarıyor tenimizi. ‘Bir gölgelik Yâ Rabb!’ nereye kaçalım… her yer tutulmuş, en mahrem avuçların bile! Nereye kaçalım bu beyhude pusudan. Kısrakları çatlatan yağmur değil, nereye kaçalım…

Tuğlaları düşünce olan kuleler vardı; hani O üzerimize yıkılmasın diye altında durmadığımız mazi… akarken nehirlere bırakılmış kağıttan gemi gibi senin akıntılarına bırakmıştı sadasını. Onu da yuttu ejderhalar ve yalan girdapları. Takaların alnına dökülmüş yakamozlar, yüzünün yarısında kayboldu gitti…

Yıldızları çağıran çıngıraklar, kuzuların salını salını gelişini haber vermiyor artık. Güller, fırtınaların makasıyla budandı şahdamarından. Kalbine üşüşen neyin nefesi değil, karanlıkların leşidir. Dudaklarında asılan şarkılar değil, yalnızca ahengi kırılmış çığlıklardır.

Siyah-beyaz bir sûret gibi ellerinde yırtıldı hatıralar. “Zaten ne işe yarar ki dünyaya kaim değil ise bunlar” demiştin. Kitabeleri omuzlayan toprak gibi sadakatle başını eğerdi senin unutuverdiklerin ve senin haberin olmazdı göçebelerin ağıtlarından.

İ-rahmet yolları kesti… irahmet demesek kendi dilimizden yakalanıverecektik. “ Tıpkı günahkâr perçeminden ansızın yakalanmış olanlar” gibi.

Musaf-ı şerif’i boyunlarına dolardı çocuklarımız sübyan mekteplerinde… başlarında küçücük serpuşları yani namusları. Elbiseleri paramparça, yekpare büyük bir kaderin libası gibi, örtmüş çıplak vücutlarını. Ayaklarında bir çarık bile yok, yiyecek ekmekleri de. Hepsini çiğnedi yalana alışmış değirmen. Hepsini öğütmüş yalan değirmen…

İ-rahmet yolları kesti…

Boynuna dolanmış göçmen kuşları…


*İ-rahmet; Orta Anadolu halk ağzı.

Rahmet Yolları Kesti; Kemal Tahir’in eserinin şiirsel başlığından ilham alınarak konmuştur.

EDİTÖR NOTU: Yıllar Önce Müstehar bir isimle yayımlanan bu çalışmayı yazarın özel izniyle yeniden yayımladık. Özel bir anlamı olan bu çalışmanın sitemizde yayımlanması için talebimizi olumlu karşılayan sayın Servet KIZILAY'a teşekkür ederiz. Bu özle çalışma hakkında yorumlarınızı aşağıdaki yorum ekle bağlantısına yada servetkizilay@gmail.com mail adresinden yazara iletebilirsiniz. (Editör: Maruf BEÇENE)