Bir zamanlar avcının biri 200 kurt öldürdüm diye anlatıyor, herkes gülüyor. 100 tane öldürdüm diyor yine herkes gülüyor… 50...20..10...bir kurt öldürdüm dediğinde de gülme devam ediyor. Bunun üzerine sinirlenen avcı, peki o hışırtı neydi? diyerek çıkışıyor.
İddianameyi okuduktan sonra aklıma bu fıkra geldi.
“.....takiyye yöntemi kullanmaktadır...disiplin soruşturması açması bir takiyyedir...”
Sayın Başsavcı herhalde bir takiyye ölçme makinesi keşfetti. Ben 29 yıldır psikiyatri ile uğraşıyorum ama hala niyet okuyan bir alet görmedim. Sayın Başsavcıdan böyle bir keşfi varsa Tıp ve Psikoloji dünyasının hizmetine sumasını istiyorum.
Bilimsel olmayan bir olgu ile karşı karşıyayız. Niyet ile hüküm vermek, niyet okumak, niyeti sorgulamak paranoid ruh halindeki kişilerde görülür. Toplumda bunun karşılığı ‘toplumsal paranoya’dır. Bu durum dostla düşmanı karıştırmak sonucunu doğurur.
Sakın yanlış anlaşılmasın, Sayın Başsavcıya psikolojisi bozuk demiyorum. Ancak kullandığı metodun bilimsel olmadığını söylüyorum.
Savaş hukukunda bile niyetle hükme varılmaz.
Anayasa Mahkemesi’nin 11 asil üyesinin 8’ini 10. Cumhurbaşkanı Sezer atamıştı. Aristo mantığı ile baktığımızda nitelikli çoğunluk olan 7 oy çıkıyor. Hele 367 vakası yaşandıktan sonra ‘Mevzu vatansa hukuk teferruattır’ inancına sahip yargıçların inancının gereklerini yapacaklarını beklemek gerekiyor. Bu mantığa göre Türkiye’de savaş hukuku vardır.
Nasıl Başbakan inançlarının gereğini yaparak konuşmuş ve laiklik karşıtı odak olmuşsa hakimler de laik odak olmalılar ve savaşmalılar. Öyle mi...?
Türkiye darul harp mi?
Biliyorsunuz savaş hukuku farklıdır. Savaşta komutanın ve askeri mahkemenin idam yetkisi çok hızlı ve kolaydır. Kurtuluş savaşı dönemi savaş hukuku vardı, Türkiye darul harp idi. Büyük Atatürk savaş yıllarında “Mevzu bahis vatansa gerisi teferruattır” demişti.
Eğer savaş hukuku devam ediyorsa, Türkiye’ye darul harp diyen Hizbullah, Hizbuttahrir fırkaları haklıdır. Herkes inançları için hukuku rafa kaldırsın. Çalsın, kaçırsın, yesin öldürsün. Tıpkı vatansever mafyanın yaptığı gibi…
Acaba hakimlerimiz olaya bu gözle mi bakıyorlar. Bence hayır. Kanıtım canlı bir örnek.
2001 yazında Gerçek Hayat dergisi benimle bir röportaj yapmıştı. Röportajda TSK’nın korkunun etkisinde kaldığını söyleyerek eleştirmiştim. Hakkımda TCK 159’ncu maddeden dava açıldı. Adalet Bakanımız Sayın Sami Türk yargılama izni verdi.
Mahkeme başladı. Röportajı yapan Halime Kökçe Hanım tesettürlü bir bayandı. Hakim duruşmaya başı kapalı kimseyi almıyormuş. Mübaşir özür dileyerek geri çevirdi. Şişli Mahkemesinde ünlü söz: “Adalet mülkün temeli”, “Adalet devletin temeli” olarak değiştirilmişti.
Mülkün yani memleketin değil memleketin yöneticileri olan devleti temsil ettiğini düşünen bir mahkeme vardı. Halbuki mahkeme sadece devletin çıkarının gözetmemeli, milletin çıkarını da gözetmeliydi.
Temel misyonu devletin çıkarını korumak olan yargıç kültürü ve dini tezahürlere karşı bir yargıç sınıfı ile karşı karşıya idim.
Ancak ben savunmalarımı yaptım. Kitaplarımı verdim. Bilirkişi istedim. Bilirkişi sözlerimin devleti tahkir değil eleştiri sınırlarında olduğuna dair rapor verdi.
Hakim çok objektif davrandı, nihayet 2004 yılında beraat ettim.
Değerli okuyucular bazı odaklar Türkiye’de savaş var gibi gösteriyorlar. Mazlum, itilmiş, kakılmışların hak aramasını karşı devrim olarak algılıyorlar.
Fakat Türkiye’de savaş hukuku yoktur. Adil hukukçular çoğunluktadır. Anayasa Mahkemesi’ndeki yüksek yargıçların kamu vicdanı adına, başlarını yastığa rahat koyabilecekleri bir karar vereceklerine inanıyorum.
Bazı yüksek yargıçlar toplumda duvar örerler. İnsanlar birbirlerinden uzaklaşırlar. Bazı yüksek yargıçlar köprü kurarlar, insanları birbirine bağlarlar.
Türk hakimleri Türk milletin vicdanını temsil ediyorlar. Köprü kurarak tarihe geçeceklerini ümit ediyorum.