Hıncal Uluç, Defne Joy Foster'ın ölümüyle ilgili kaleme aldığı yazıda 'su testisi su yolunda kırılır' başlığını kullanmış ve 'böyle bir insana öldü diye saygı duymamı beklemesin kimse benden' diyerek yazısını noktalamıştı. Bu yazıya diğer yazarlardan birçok tepki geldi.
Hıncal Uluç'un yazısının ardından, aynı gazetenin başyazarı Mehmet Barlas, köşesinde şunları yazdı:
Geride kalanlar için acı olay
Bir yandan "Hepimizi dinliyorlar" içerikli ve endişeli siyasal yakınmaları seslendirirken aynı anda özel yaşamların hiçe sayıldığı medyatik röntgenciliğin ürünlerini birlikte izlemekten zevk alıyoruz.
Oysa her salataya maydanoz olmanın veya her işe burun sokmanın hem kınandığı hem de alaya alındığı bir gelenek var bu topraklarda.
...
Açık sözlülük ile densizliğin, cesur olmakla terbiyesiz olmanın karıştırıldığı bir ortamda yaşadığımız inkâr edilemez.
Ölüm özellikle geride kalan yakınlar için acı bir olaydır.
Ölümü akbabaya dönüşmüş yaratıklarla birlikte karşılamak insanlara hüzün verir.
Mehmet Barlas'ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız...
HABERTÜRK GAZETESİ Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı da, bugün köşesine bu konuyu taşıdı:
Kızın olsa yazar mıydın Hıncal Abi?
Hıncal Uluç uzun zamandan beri varlığını hissettiren bir yazı yazmıyordu. Dün bunu başardı. Ama keşke başarmasaydı. Defne Joy Foster’ın arkasından “abuk” bir yazı yazarak... “Su testisi su yolunda kırıldı” diyerek... “18 aylık bebeği olan bir kadın, daha o gece tanıştığı adamın evine koşmaz” diye “ders” vererek gündeme geldi.
Yapma Hıncal Abi.
Bize ne bundan, sana ne bundan.
Sen Defne Joy Foster’ın yaptığını savunan bir yazı gördün, yapılanı doğrulayan bir satır okudun mu? Savunmadık ama karışmadık da.
O ayrı mesele. Aile meselesi. Onun acısını yaşayana bırak. Sen acıya acı katma.
Bak ne diyorsun: “Yarın o bebek aklını başına toplayacak yaşa geldiğinde ‘Baba bana annemi anlat’ dediğinde ne anlatacak İlker Yasin.”
Madem bu kadar duyarlısın, o zaman bu yazı ne?
İlker Yasin bir şey anlatır. Ne anlattığı, ne anlatacağı seni ilgilendirmez. Ama ya İlker Yasin’in çocuğu okuyacak yaşa gelip, senin yazdığın bu yazıyı okuyup da “Annem su yolunda kırılmış testi” desin mi istiyorsun!
Ayıp Hıncal Abi!
Seni yakından tanıyan biri olarak soruyorum, daha doğrusu sormuyorum. Kesinlikle söylüyorum.
Defne Joy Foster, senin “kanatlarının altında” dolananlardan biri olsaydı ve başka birisi, dün yazdığını senin “koruman altındakine” yazsaydı en büyük tepkiyi sen gösterir, ortalığı ayağa kaldırır, savunmalar yapardın.
Yapmaz mıydın, doğru söyle. Bana söylemiyorsan, kendine söyle en azından. Aleyhte yazanları “ucuz ahlak bekçiliğiyle” suçlamaz mıydın?
Sakın yanlış anlama.
Defne Joy Foster’ın yaptığını savunuyor, “Aman ne iyi yapmış” falan demiyorum.
Dediğim şu: “Bize ne? Biz herkesin bekçisi miyiz, sorumlusu muyuz?”
Kim veriyor bize bu “özel” yetkiyi? Var mı böyle bir yetkin?
Benim yok şahsen.
Kocasının ruh halini soruyorsun. İster ölümüne üzülür, ister ölüm biçimine çıldırır. Onun üzüntüsüdür bu. Senin derdin, sorunun değil. Benim de değil. Hiçbirimizin değil. Onun, sadece onun.
Onun acısına acı katmak da bizim işimiz değil.
Bak fotoğraflara... Sarılmış tabutuna uğurluyor onu. Görmedin mi?
O halde sana ne Hıncal Abi! Bize ne!
Ve bazı yazarlara sormuşsun yazında, “Defne senin karın olsaydı yine bu yazıyı yazar mıydın?” diye. Bak ben de sana bir soru soruyorum Hıncal Abi.
“Defne senin kızın olsaydı bu yazıyı yazar mıydın?” diye.
Yazmazdın değil mi?
Peki kendi kızlarımıza yazmayacağımız yazıları, başkalarının kızlarına yazma hakkını bize kim veriyor Hıncal Abi?
Dobralık mı Hıncal Abi?
Hadi canım bırak sen de!
HABERTÜRK yazarı Balçiçek İlter konuya şöyle yaklaştı:
Haddiniz değil beyler!
Dün Hıncal Uluç’un ve Serdar Arseven’in Defne Joy Foster için yazdıklarını içim acıyarak okudum. Kim niye ve ne hakla o genç kadının namus bekçiliğine soyunuyor anlamış değilim. Haddiniz değil beyler!
Senin de dediğin gibi Hıncal Abi, o minik oğlan büyüdüğünde ve annesinin adını “Google”ladığında senin yazın çıkacak maalesef, acaba sen bunu düşündün mü?
Gelelim “âşık olmakla aşk yapma” karşılaştırmalarına... Gençlerin birbirlerine “Seni seviyorum” demek için sadece “143” yazdıkları bir çağda yaşıyoruz. Aşk da, ilişkiler de, gecelik takılmalar da biçim değiştiriyor, yaşamlar farklı artık, senin gençliğin gibi değil... Hangisi doğru, hangisi insanı daha mutlu ediyor, hangisi insanı yalnızlığa itiyor, gel tartışalım istersen, ama bunu gencecik yaşında bu dünyadan göçüp gitmiş bir kadının arkasından yapmayalım, eğer biraz vicdanımız kaldıysa...
Vicdan demişken... Ahmet Altan’ın Defne Joy Foster’ın arkasından kaleme aldıkları hakkında yapılan okuyucu yorumlarını okuyordum, pes edip bıraktım, midem bulandı... Bir adam, bir baba acı çektiğini anlatıyor... Biz tek kaşımızı kaldırıp, müstehzi bir şekilde gülümseyip soruyoruz: “Defne’nin oğlunla ne işi vardı?” Yuh yani! Ne acı, ne sevgi, ne de karşıdakini anlama çabası kalmış... İnsanlıktan çıkmışız... İşte bu yüzden kimsenin namusunu, anneliğini, eşliğini, kadınlığını sorgulamak hiç birimizin haddi değil. Ama medyayı sorgulayabiliriz. O genç kadının hayatını böylesine delik deşik ettiği için... Ya da durup düşünebiliriz: “Limon satın bu mesleği yapmayın diye son günlerin en iyi medya eleştirisine imza atan Yılmaz Özdil niye istifa etmez ve limon satmaz örneğin?”
Savaş Ay, müthiş gazeteci, harika bir izlenim yazısı kaleme almıştı. Defne Joy Foster’ın kocasını anlattığı satırları müthiş etkiledi beni.
“Ve nihayet dünkü elem keder meydanının en koca yürekli adamı. Defne’nin eşi, Can bebeğin babası İlker Yasin Solmaz. Onu hayatımda ilk kez gördüm. Mezarının başında, yıkık, kırık, sönük hallerde ve o kalabalığa rağmen tarifsiz bir yalnızlık içinde yakaladım genç adamı. Niye miydi o yalnızlık? Dürüstlük oyunu oynayalım bulalım cevabı. En içten, en üzgün, en yangın görünenin bile kafasının kıyısında o tahrip edici soru pusu kurmuştu yalan mı? ‘Defne... Bir başkasının evinde... Yeni tanışmış hem de...’ İşte bu berhava edici sorunun şimdilik suskun sorgucularına inat, sahip çıkmıştı çocuğunun anasına da anısına da... Koşulsuzca sevmek en büyük sevmektir. O adam sevdası dışında hiçbir şeyi sorgulamadan, Defne’yi çok ama çok seviyordu. O adam o mezar başında, 2 adım ötemde titrek eller, dişlenen dudaklarla taa derinden, içinden bir yerlerden yağmur yüklü ağlıyordu...”
İşte bu yüzden beyler!
Gerçekten de haddiniz değil!
Not: Kadın dernekleri, Defne Joy Foster’ın hayatına yapılan bu tacize nasıl tepki gösterecek hakikaten çok merak ediyorum.
HABERTURK.COM yazarı Bedia Ceylan Güzelce de konuyla ilgili bir yazı yazdı:
Hatırlar mısınız, geçtiğimiz yıl, Ankara’da yılbaşı gecesi yedi üniversiteli genç evde yaptıkları kutlamadan sonra uyumuş ve doğalgaz zehirlenmesi nedeniyle hayatlarını kaybetmişlerdi. Dönemin Başkent Doğalgaz A.Ş. Müdürü Veysel Karani Demir, evde cansız bedenleri bulunan gençlerin yarı çıplak bir halde olduklarını söylemiş, “Beni fazla konuşturmayın” demişti. Beynimizden vurulmuştuk.
Halk tepki gösterdi, konuşun Veysel Karani, daha fazla konuşun diye…
Veysel Karani Demir, olay yerinde inceleme yapmak için o eve gitmiş, yedi cansız bedene şöyle bir bakmış ve göre göre onların sözde çıplaklığını görmüştü. Sonuç, halkın tepkisi ve baskısı sonucu Veysel Karani Demir istifa etmek zorunda kaldı. İyi de oldu, o kadar uzun boylu değil!
Dün de beni pek mutlu eden bir yazı vardı Sabah gazetesinde. “Duayen” köşeyazarı gündem maddelerinden birini sütununda işlemişti. Yazıyı okur okumaz Veysel Karani Demir geldi aklıma. İşte Hınç Al Uluç da, 4 Şubat 2011 tarihli, “Bu nasıl bir mahalle baskısıdır” başlıklı yazısında, Perşembe sabahı hayatını kaybeden Defne Joy Foster’ın ölü bedenine bakıp, biricik keratası, kuzenciği Kerem Altan’la neler yaşamış olabileceğini düşünmüş, bunun nedenlerini ve işin ahlaki boyutuna eğilmişti. Yani göre göre işin bu tarafını görmüştü. (Ahh canım Freud, bugünleri nasıl da bilmişsin, büyük insansın. Yanlış anlamayın Hınç Al Bey size Freudyen bir bakış açınız var demiyorum, hayır bu iltifatı etmiyorum)) Bu yazının beni sevindiren tarafı, yıllarca insanlara yüksek kültürden, medeniyetten, açık algıdan bahseden bir “duayen” köşeyazarının işine geldiğinde ne kadar seksist ve taraflı olduğunu göstermesiydi.
NE AZİZESİ, NE İLANI, HAYIRDIR BİZİM BİLMEDİĞİMİZ BİR ŞEY Mİ VAR?
Hem ölüm haberini Fatoş Hanım’dan (evdeki yardımcısı imiş) aldığı için, hem de kendisi hiç televizyon izlemeyen biri olduğu için, ben biraz bilgilendireyim, kimse hayatını kaybeden bu genç insanı “Azize” filan ilan etmedi. Azizlik ve Azizelik sizin algınız çerçevesinde varlığını sürdüren kavramlar olabilir ama gençler birbirlerini bu türden mertebelerle ölçeklendirmiyor. Dolayısıyla burada eksiksiniz, hatalısınız. Hoş bu yazınız söz konusuyken nerede tam, nerede hatasızsınız ki…
Bir zamanlar Türk halkının pek sevdiği, pek önemsediği bir yazardınız. O günler geride kaldı. Yaşınız ilerledi, kaç kitabınız kalıcı oldu, kaç “eser” bıraktınız siz daha iyi bilirsiniz. Siz bu yazıyı yazana kadar aklımda “iyi” müzik yazılarınızla kalacaktınız. Onlarla ilgili de bende hep şu hissi uyandırıyordunuz, mesela aynı konsere gitmişiz ama ben aslında ne menem bir şey izlemişim de haberim yokmuş sizin kaleminizden okuyordum. Bazen bir şeyler öğrenip bazen de meseleyi nasıl işinize geldiği şekilde biçimlendirdiğinizi hayretle izleyerek. Kazanmak istediğiniz insanları öve öve bitiremezken, size göre “ölü” yatırımları nasıl yerdiğinizi izledik yıllarca. (Bu yazıda da gözden çıkardığınız acılı ailenin yanında araya illa ki alakasız üç beş övgü sıkıştırdığınız Acun Ilıcalı’da gözlemliyoruz bunu) Ama ne yalan söyleyeyim, bu kadarını beklemiyordum. Ben ve benimle birlikte binlerce hatta belki daha fazla insanın aklında bu seksist ve acımasız bakış açınızla kalacaksınız. Bir magazin figüründen öteye gitmeyeceksiniz zihinlerde. Ama bunu siz seçtiniz. Tam bir hayal kırıklığısınız, sizi bir zamanlar sevmiş insanlar için bile.
“KERATA” ÖYLE Mİ?
Madem ki bir kanaat önderisiniz ve halkı aydınlatmak sizin göreviniz, sahi bu yazıyı neden yazdınız? Biricik çapkın kuzeniniz, “kerata”nızı aklınız sıra düze çıkarmak, onu işin içinden çekip almak için mi? Rahmetlinin eşinin can damarlarını o acımasız ellerinizle birer birer söküp almak için mi? Eşiyle empati kurma taklidini ne büyük ustalıkla gerçekleştirmişsiniz. Adeta ininde yarası taze bir aslanı çomakla dürtmek ister gibisiniz, meselenin eksenini kaydırmak ister gibisiniz. Ama yemezler! Uzun zamandır kimsenin sizden bahsetmiyor olmasına, artık modanızın geçmesine, sözlerinizin ciddiye alınmamasına katlanamadığınız ve yeniden dikkat çekmeyi istediğiniz için mi yazdınız yoksa? Hadi itiraf edin, yok sayılmak ne zor şey değil mi? Yazıyı neden yazmış olabileceğinizle ilgili bir tane iyi neden bulamıyorum, bulmam da mümkün değil. Bir de ne şahane metafor buluvermişsiniz eşi için hemencecik: Yaşayan Ölü diye. Acı çeken insan ölü olamaz ama acımasız insanlar hiçbir zaman yaşıyor sayılmaz Hınç Al Bey! Siz bunu daha iyi bilirsiniz.
Defne Joy Foster’ın ölümünün gerçekleştiği yer, sizin biricik “kerata”nın evi, öncesi sonrası beni hiç ilgilendirmiyor. Bunu bir hatırlatalım size. Yani rahmetli sizin evde. Dedim ya Hınç Al Uluç olmak kolay değil. Genç insanların özel hayatlarıyla çok ilgilenmeli, ilerleyen yaşınıza rağmen hala magazin sayfalarından kendinize çeşitli neş’eler, yazı konuları çıkarmanız lazım, bu özel hayat hakkında tahminler, yorumlar yapma hakkını kendinizde bulmanız lazım. Hınç Al Bey, “kerata” diye şefkatle, sevgiyle, baba oğul sıcaklığı ile bahsettiğiniz Altan’a “niye evli barklı çocuklu kadını eve götürüyorsun” diyene kadar, “kerata”cığı arayıp, yaşınızın getirisi ve tecrübenizle ona bir iki nasihat verseydiniz ya! Ama zamanında. Bir de bazı önemli sayıları öğretseydiniz, mesela 112. Biliyorsanız tabi. Kızı yerip, “kerata”yı neredeyse çapkınlık yapan oğlunun sırtını sıvazlayan baba edasıyla övmek de neyin nesi? Her ne yaşandıysa iki yetişkin insan arasında, farkında mısınız?
Sonuçta arkasından rahat rahat konuştuğunuz kişi artık ölmüş ve geride acılı bir aile bırakmış biri. Elbette keder içinde bir eş. En zor durum onunki ama söyleyin lütfen, bundan size ne? Basın o eşe mikrofon tutmuyor, soru sormuyorsa bunu övün, bundan utanmayın, saygıyı yüceltin, bu eşe duyulan saygıyı yüceltin. Basının sessizce aldığı bu saygın kararı övün sütunlarca, yapabilir misiniz bunu sahiden? Deşmesenize genç bir adamın yarasını, deşmesenize! Kaldı ki sizin ima ettiğiniz gibi bir aldatma söz konusu ise, bu da yine iki kişinin arasındadır. Unutmayın, insan bir kişiyi aldattığında sadece birini aldatmış olur. Ama insan kendini aldattığında aslında bütün dünyayı aldatmış olur. Sahi siz, bunu da daha iyi bilirsiniz.
Türkiye halkı, defolara hoşgörü ile yaklaşır. Defoları sever, kusur sever, affeder. Kalbi yüceltir ve kalpsizliği bin kilometre öteden tanır. Sizi de tanıdı bu yazınızla, bir daha ve bir daha. Size boşuna Hınç Al Bey demiyorum, isminize yakıştınız, isminizle yaşayın!
Sizin tabirinizle dijital kabak çekirdeğinden yani twitter’dan insanların da bazı mesajlarını ileteyim. Genel izlenimimi baştan aktarayım, hiç sevilmiyorsunuz Hınç Al Bey, hem de hiç:
b_turuncu : meraba ben berra 1.61 boyunda 54kiloym akrep burcuyum yasami sever hinç al uluctan nefret ederim bu kadar net tesekkr ederm
oz_ga: 'emekli olsana, zaten vakti geçmis.'
Selcen_Y: Hıncal'ın beyin ölümü gerçekleşmiş. Arkasından da ağlayanı yok ondan bu kadar pervasızca davranıyor..
kalem_kutusu: Hınç AL keratasını da yanına alsın gitsin bu diyardan!
Kocyildirim: "Nobetci baykus" sanirim en iyi tanimlama olacak.
LoveYouOzil: Hinç Al, ne dusunurse dusunsun seviyeyi korumali. Olay taze. Insanlarin ahlaklari hakkinda yorum yapmak onun isini asiyor.
selinesenergul: merak ediyorum.. Defne bir erkek olsaydi Hincal Uluc ayni yaziyi kaleme harfiyen alir miydi?
meczube: Madem bir ahlak değeri varmış bunu neden kadını yerden yere vurup, erkeği 'kerata' diye masumlaştırmakta kullanmış?
Hürriyet Yazarı İsmet Berkan da, "Hıncal Uluç: Bir provokatörün köşe yazarı olarak portresi..." başlıklı yazısında Hıncal uluç'u eleştirdi:
Bilen biliyor, kişilikler üzerinden polemikler yapmayı, fikirlerime değil de kişiliğime saldıranlara cevap vermeyi seven birisi değilim, gazete köşelerinin böyle kullanılması da hoşuma gitmez zaten.
* * *
Dünkü Defne Joy Foster yazısıyla bir kez daha Türkiye’nin en nefret edilen kişisi ünvanını kazandı Hıncal Abi.
Ama unutmayın, Hıncal Abi esasen bununla besleniyor. Hakkında konuşuluyor, hem de çok ağır kelimelerle konuşuluyor; o ise bundan ötürü mutsuz değil, hatta eminim keyif alıyor.
İsmet Berkan'ın yazısının tamamını okumak için tıklayınız...
Vatan yazarı Reha Muhtar da "O kocada sende olmayan her şey var Hıncal Abi!.." diyerek söze başlıyor ve şöyle devam ediyor:
"Hayat acımasız bir serüven...
İnsan başına ne zaman ne geleceğini hiç bilmiyor...
En mutlu olduğun günlerde, yeni doğmuş bir çocuğu büyütmekte olduğun bir zaman diliminde “başına öyle bir olay geliyor ki” feleğin şaşıveriyor...
Ne yapacağını, ne edeceğini ilk anda kestiremiyorsun...
Öfke mi duysan, tepki mi koysan, hayata lanet mi okusan, intikam mı alsan, yoksa sukunetle mi sussan karar veremiyorsun...
Defne Joy Foster öldü...
Arkasında dünyalar güzeli bir bebeği bırakarak...
Ölümden daha fazlası yok...
Ölüp gitti ve artık konuşamayacak ki...
Kendini savunamayacak ki...
İlişkisini, kocasını, hayatını, çocuğunu, neler hissettiğini, ne yaşadığını, neyi neden yaptığını anlatamayacak ki...
Öldü işte...
Belki hatalıydı...
Belki günahtı...
Belki haklıydı...
Belki kocasıyla ayrı hayatları yaşıyordu...
Belki çocuğu için evliliği kağıt üstünde sürdüyordu...
Bunları bilebilir miyiz?..
Bunları sen bilebilir misin Hıncal Abi?.."
Yazının tamamını okumak için tıklayınız...
Akşam yazarı Serdar Akinan da sert bir yazıyla tartışmaya dahil oldu:
"Defne Joy 18 aylık bir çocuğa sahipmiş ve bekar bir erkekle one night stand yapamazmış... Sana ne? Bir insanın 'tonla alkol alması' seni neden ilgilendiriyor? Çok içer, fuhuş yapar, katildir, kumar oynar, uyuşturucu kullanır, hırsızlık yapar... Günah işlemektedir, yasaya karşı gelmektedir, içinde yaşadığı toplumun değerlerine ters düşmektedir, ahlaksızlık yapmaktadır... Ahlak dersi vermek ne zamandır 20 yaşında kızlarla düşüp kalkan bunu da kamuyla paylaşan 70 yaşındaki bir adamın işi oldu? Çocuğu büyüdüğünde annesinin nasıl bir insan olduğu, nasıl hayatını kaybettiği sorusuna kimin nasıl bir yanıt vereceği senin ve toplumun meselesi değildir... Ailesinin, kocasının bileceği 'özel' bir detaydır. Sevgili kuzeninin yaptığını 'keratalık' kategorisine alıp, maço bir dille, ölmüş bir anneye 'su testisi' diyerek fahişe imasında bulunman affedilecek bir ifade değildir."
Yazının tamamını okumak için tıklayınız...
Bugün yazarı Ali Atıf Bir de konuyu köşesine taşıyan yazarlar içinde yer aldı:
"Hıncal Uluç Defne Joy Foster için evli bir kadına yakışmayacak hareketler yaptığı için "Su testisi su yolunda kırılır!" diyen oldukça etiketleyici bir yazı yazmış.
Defne Joy Foster'ı ahlak ve değerler açısından tabii ki yargılayabiliriz!
Ama bu yargılamayı yaparken belki de en sevdiğim bir değerimize (inancımıza) saygı göstererek!
Ölünün arkasından kötü konuşulmaz!
Konuşulmaz arkadaşlar dinen de konuşulmaz.
Ahlaken de konuşulmaz.
Daha toprağı bile kurumadan hiç konuşulmaz.
Konuşulup insanlık ayıbına imza atılmaz!
Hele de kişisel bir çıkar uğruna, gündeme gelmek uğruna bu değeri ayaklar altına almak ayıp!
Çok ayıp ettin üstat!
Çok ama...
Rahmetliye bir sokak kadını dememişsin onu da deseydin tam olsaydı.
Niye demedin ki?
Bana sakın bu kez "Hocam haksızlık ediyorsun" diye bir cevap yazma.
Özür dile!
Çünkü haksız değilim."