Türkiye'nin önemli şirketlerinden birinin üst düzey yöneticisi, içlerinde arkadaşımın da bulunduğu sekiz kişilik gruba - yaklaşık- dokuz ay kadar önce şöyle buyurmuş: "Aranızdan kendime bir yardımcı seçeceğim ama bunun için beni ikna etmeniz gerekiyor. Herkesten daha iyi olduğunuza, bu pozisyonu hak ettiğinize hem beni hem de ekibin kalanını ikna edeceksiniz. Bunun için tam bir yıl süreniz var ve yarışma başladı!" Tahmin edebileceğiniz gibi ilk şok atlatıldıktan sonra herkesi almış bir telaş. Önerilen pozisyonunun maaş ve araba vs. gibi yan haklar paketi de epey cazip olduğundan başlamışlar çalışmaya. Önceleri bu fikrin arkasında bir bit yeniği olup olmadığını anlamaya, neler yapılması gerektiğine beraber karar vermeye çalışsalar da birbirleriyle yarışacaklarından saflar seyrekleşmeye; her koyun kendi bacağından asılır hale gelmeye başlamış. Böylece herkes canını dişine takıp çalışmaya, en iyi olduğunu, kendini geliştirdiğini, kanıtlamaya girişmiş; tatlı tatlı başlayan rekabet iki - üç ay içinde çok çetin hale dönüşüvermiş. Tahmin edebileceğiniz gibi bu süreçte dostluklar bozulmuş, daha önce birbirine destek olarak ve yüksek kapasiteyle çalışan bu ekip arasında ciddi problemler nüksetmeye, rekabetin ağırlığı herkesi içten içe yemeye başlamış. Ekibin hemen her üyesinde sağlık problemleri, saç dökülmesi, zona benzeri sinirsel kökenli olduğu düşünülen hastalıklar, alerjiler, panik atak krizleri nüksetmeye başlamış. Süre dolmaya bu kadar yakınken, 'start' çizgisinde neredeyse aynı düzlemde olan ekibin içinden kopmalar başlamış. Bazıları yüksek performansla arayı açarken bir kısım bu pozisyonu (hatta işi ve şirketi) istemediğini, yarışmaktan vazgeçtiğini ifade etmeye başlamış. Bir kısmınınsa dengesi öyle bozulmuş; çalışmaktan, kendini kanıtlamaktan, yarışmaktan öyle bitkin düşmüş ki otomatikman yarış dışı kalmış. Bunun çok acımasız ve ekibin kimyasını bozucu bir uygulama olduğu kesin ama benim merak ettiğim ve odaklanmak istediğim nokta başka... Oldukça benzer özelliklere ve denk bir performansa sahip bu insanlar, dışarıdan gelen bir stres kaynağı karşısında nasıl oluyor da bu kadar farklı tepkiler verebiliyor? Neden bazıları strese karşı daha dirençli ve dayanıklıyken diğerleri un kurabiyesi gibi darmadağın olabiliyor? Yani 'dayanıklılık' denen özellik, kimlerde mevcut (ve doğuştan mı geliyor), eksikliğini gidermenin yolu var mı? Dahası, bu grubun içinden bir yardımcı seçilip de diğer yedi kişi, kendisi 'ret edilmiş/beğenilmemiş' hissettiğinde bu gerçekle kimlerin başa çıkabileceği kimlerinse kayıp gideceği yine aynı başlık, yani 'dayanıklılık' açısından incelenebilir... Zira hiç şüphesiz bazıları yenilmiş ve darmadağın hissederken, aralarından bir kısmı daha fazla çalışmak ve kendini geliştirmek için motive olacak. İkinci gruptakiler yani başarısızlıkla hırslananlar, yıllar sonra dönüp baktığında bu yenilginin kariyerinin/hayatının en iyi tecrübesi olduğunu anlatacak çocuklarına. Diyecekler ki "o başarısızlık sayesinde bugün bulunduğum yere geldim; hırs yaptım, ders aldım ve başardım!" Son yıllarda "iş dünyası ve dayanıklılık" üzerine epey literatür birikti. Buna göre bazı insanlar zorluklardan, ret edilmeden, kötü muamele görmekten çok daha güçlenerek çıkarken bir grup insan yerle yeksan oluyor. Dayanıklılığın ne kadarının doğuştan geldiği, ne kadarının sonradan edinildiği hala tartışma konusu olsa da insanların bu alanda kendini geliştirebileceği ve daha dayanıklı hale gelebileceği üzerinde anlaşma sağlanmış durumda. Araştırmalara göre iş hayatında ve eğitimleri süresinde daha yüksek dayanıklılık gösteren kişilerin ortak özellikleri şöyle: İşlerini veya eğitimlerini önemseyen ve destekleyen ailelerden geliyorlar; iş ve özel yaşamlarında besleyici bir ilişki ağına sahipler; bardağın dolu tarafını da görebiliyorlar; kendi duyguları, arzuları ve iç dünyalarıyla ilgili yüksek düzeyde kavrayışları, iç görüleri var... Sağlam bir inanç sistemleri var; yaşları ilerledikçe de daha paylaşımcı, başkalarına karşı düşünceli oluyorlar; kendi kendilerine kalıp düşündükleri zamanlar yaratıyorlar... Amerikan Psikoloji Birliği (APA), dayanıklılığımızı artırmak için 10 adımlı bir yol öneriyor: 1. Arkadaş, mentor, meslektaş gibi sosyal destek alabileceğiniz bir ilişki ağı geliştirin 2. Krizleri aşılamaz görmekten kaçınıp geleceğe odaklanan bir bakış açısı geliştirin 3. Değişimi ve buna adapte olmak gerekliliğini yaşamın parçası olarak algılayın 4. Gerçekçi hedeflere ve küçük adımlara odaklanarak bunları hayatınızın içinde sürekli kılın 5. Problemlerin ortadan kalkmasını ummak veya bunun için dua etmek yerine kararlı bir tutum edinin 6. Kendinizi anlamak, iç görü kazanmak için çaba sarf edin; stres, düşmanlık, ret edilme gibi olumsuz tecrübeleri öğrenme fırsatı olarak görün 7. Kendinizle ilgili olumlu bir bakış açısı edinerek içgüdülerinize ve sezgilerinize güvenin 8. Perspektifinizi koruyun ve olayları olduğundan daha büyük ya da gerektiğinden daha önemsiz görmeyin 9. Kendinize ruhsal, fiziksel ve zihinsel olarak iyi bakın 10. Meditasyon, ibadet, spor vb. yöntemlerin hangisinin size daha uygun olduğunu keşfedin. Doğuştan elde ettiğimiz, çocukluğumuzda ve ilk gençlik yıllarımızda üzerine inşa ettiğimiz 'dayanıklılık' düzeyimiz, bazı durumlarla başa çıkmamızda yetersiz kalabilir. Yine de yılmamak, kendimizi daha dayanıklı kılmanın yollarını aramak gerek. APA'in bu 10 maddelik listesinin yukarıda anlattığım sekiz kişilik grubun bugünlerde sıkıntı içindeki üyelerine biraz ışık olması dileğiyle...
Bu eğitim kaçmaz
Pozitif psikoloji, son yıllarda giderek daha fazla söz edilen ve hem özel hayatlarımıza hem de iş yaşamımıza giren bir kavram oldu. En basit haliyle yanlışlara, eksik olana veya patolojiye değil, elimizdeki değerlere yani yetenek, beceri ve güçlü taraflarımıza odaklanmayı şiar edinen bir disiplin bu. Üstelik gerçekten işe yarayan, insanların potansiyellerini daha iyi kullanmalarına, kendilerini daha güçlü, etkin, başarılı ve dolayısıyla mutlu hissetmelerine olanak veren bir bakış açısı. Rakamlarla aranız iyi değilse ille de finans öğrenmek için kafanızı patlatmaya gerek yok. "Neyi iyi yapıyorsanız onu daha iyi kotarmayı hedefler ve o alanda derinleşirseniz, o kadar vazgeçilmez olursunuz" felsefesi olarak da özetlenebilecek bu bakış açısının iş dünyasında, şirketlerde, yönetimde, üretimde, kariyer planlamasında vs. o kadar çok uygulaması var ki... Bu alanın guruları olarak kabul edilen Louis Alloro ve Fran Nurthen, Navitas tarafından 28-29 Haziran'da İstanbul'a getiriliyor. Bu iki pozitif psikoloji üstadının iddiası şu: Doğru uygularsanız bu bakış açısıyla şirketinizin performansını yüzde 50'ye kadar artırabilirsiniz. Dikkatinizi çekmek istiyorum, yeni yatırım yaparak ya da para harcayarak değil... Sadece doğru uygulanmış bakış açısı değişikliğiyle olacak bu sıçrama. Nasıl olacağını merak edenler bu eğitimi kaçırmasın derim...
Burçak Güven / isteinsan.com.tr