Hayatı, kendi zihninin çeperinde yaşayanlar…

Melda BEKCAN

Eveettt! Bu hafta da yeni bir Mavi Rüya sayfası açıyorum.

Defterim, sessiz ve tertemiz…

Ama sonsuza kadar böyle kalmayacak!


Birazdan aşağıya doğru satır satır karalanacak,

Kalem her dokunuşunda, içindekileri haykıracak

Sayfa, parlaklığını kaybedecek,

Parmak izlerimle yıpranacak.

Belki de onun üzerinde çalıştığım için bana kızıp

‘Off! Yine başladık arbedeye’ diye söylenerek surat asacak…

Biliyorum!

Yine aynı senaryoyu oynayacağım…

Önce birkaç satır yazacağım

Sonra yazdıklarımı okuduğumda beğenmeyip

Üstüne zift gibi kara çizgiler savuracağım.

Ardından tekrar yazacağım, tekrar karalayacağım.

Duygularımı doğru aktarabilmek için

Çocuklar gibi oyun bahçesine girip

Kelimelerle yap - boz oynayacağım…

Yanlış anlamayın!

Bu durumdan asla şikâyetçi değilim

Hatta hâlime şükretmekteyim.

Neden mi?

Çünkü kâğıt ve kalemin kontrolümün altında olması,

Benim için büyük bir nimet.

Diğer yandan yazmak istediklerimi elekten geçirip

Topu topu 3000 küsûr vuruşa sığdırmak

Galiba biraz külfet!

Yine de değer…

Her ne olursa olsun, yazmaya değer.

Kâğıt ve kalemle temas hâlinde bulunmak ve bütün oluşturmak, 

Hayatımdaki en sadık dostlarımla çat kapı bir araya gelip

Dertleşebilmek, aramızdaki samimiyeti

Hiç bıkmadan usanmadan  anlatabilmek,

Bazen düşündüklerini yazmak,

Bazen de yazdıklarını düşünmek…

Garip!

Çoğu zaman  ‘ne hakkında yazdığımı’ soruyorlar.

‘Hayata dair, içimden ne geliyorsa!’ diyorum.

‘Yani hangi konular ?’ diye üsteliyorlar.

Şaşırıyorum… Fark eder mi?

Ekonomi de sanat da siyaset de hayatın bir parçası değil mi?

İlle de etrafımıza kırmızı sınırlar çizmek gerekir mi?

Sınırlar arası geçiş için Schengen vizesi mi göstermeli…

İkinci soru, sırada hazır-asker bekliyor!

‘Neden bazen şiir gibi bazen de düzyazı yazıyorsun?’ 

‘Galiba tarzını tam olarak oturtamıyorsun!’

‘Ne yapayım, duygu nasıl gelirse, öyle yazıyorum’ diyorum.

Kendimi şartlandırmıyorum,

İç dünyamı, mısralara, satırlara ayrıştırmıyorum.

Kalemi, ona boyun eğdirmeyi yeğliyorum.

Açıkça söylemek gerekirse…

Yazmak da dahil olmak üzere hiçbir şeyi dakikası dakikasına planlamıyorum.

Elbette önceden belirlemiş olduğum yol haritam var,

Hangi duraklarda inip bineceğim az çok belli!

Ama ‘içinde bulunduğum anın’ getirdikleri ve götürdükleri

O kadar önemli ki!

Her zaman ifade ettiğim üzere hayatın sırrı ‘an’larda gizli,

Saniyelerimiz, gizemli!

İşte bu nedenle algılarımı daima açık tutuyorum

Vee, yıllar öncesinde belirlediğim kaidelere kati suretle uyuyorum!

1- Yüzüme kapanan kapıların önünde asla dikilip beklemem.

2- Hangi kapı aralanırsa hemen ona yönelirim.

3- Açılan yolların, üzerinden adım adım geçerim.

4- İhtiraslarım doğrultusunda hareket etmem

Çünkü hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi değildir…

Ne çok genç, ne de yaşlı olmadığımın farkındayım

Zaten yaşımın ve yaşadıklarımın da ötesinde

Anladım ki bu dünyada daha çok şaşıracağım

Kim bilir daha neler  görüp geçireceğim?

Sadece kötülüğü kastetmiyorum,

İyi anlamda da olabilir, söylediklerim.

Hiç belli olmaz; insanın başına her şey gelebilir.

Çok şey yaşayıp, çok şey görebilir.

En tepeye çıkıp oradan aşağıya çakılabilir.

Şayet karakteri sağlamsa, tüm yaşadıkları, vız gelir,

Mağdur etmez, aksine güç verir.

Fakat en habis hastalık nedir biliyor musunuz?

İnsanın kendini kandırması, gerçeklerden kopması

Doğru olanın sadece bildiği olduğuna inanması

Yaz kış uyanmamak üzere, bilincini uykuya yatırması,

Yani hayatı, kendi zihninin çeperinde yaşaması.

Maalesef… Bu hastalığın tedavisinde, hiçbir doktor ehil değil!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.