‘’Ömür dediğimiz şey, küsecek kadar çok mu?”
İngiltere’de bir adam, her gün gittiği bir kafeteryada kendisiyle hiç ilgilenmeyen, kendine insan muamelesi yapmayan insanlara duyduğu öfkeyle kafeyi havaya uçurdu... Bu haberi hatırlar mısınız bilmiyorum. Ben de detaylarını hatırlıyor değilim. Ama bir gerçeği bize yeniden hatırlatmış oldu: insanın en temel ihtiyacı diğer insanlar tarafından algılanmaktır, varlığının onaylanmasıdır. Varlığın onaylanmaması insanı psikopatlaştırabilir. Değersizlik duyguları yaşamasına neden olur ve siz beni yok sayıyorsanız bende siz yok ediyorum gibi bir mantığa sürükleyebilir...
Her ne kadar örneğimizdeki durum uç bir örnek olarak duruyorsa da altında yatan gerçekler hepimizi çok yakında ilgilendiriyor. İlişkilerde küsmek, selam vermeyi bırakmak, karşıdaki insanı yok sayarak yaşamak, odayı ayırmak, yatağı ayırmak, ilişki için zehir etkisi gösteriyor.
Aynı eve gelip giden ama birbirlerine selem vermeyi kesenler ve sorunlarını birbirleriyle küserek çözeceklerine inanan çiftlere acilen söylenecek şey, küsmenin hiç bir işe yaramadığıdır. Küsmek, selamsız yaşamak, ilişkiyi düzeltmek bir yana ilişkiyi daha da kötüye götürür. Karşılıklı bekleme ve içerleme dönemleri ardından duygusal geri çekilmeler ve bombanın patlaması...
Küsmek belki de sorunun yaşandığı ilk an için yapılabilir. Başka bir şey kalmadığında bir sığınak gibi görünebilir. Sonrasında -ki bunun limiti üç gündür- araya duvarlar örmekten başka, kin üretmekten başka bir işe yaramaz.
İdeal olanı insanî ilişkiyi devam ettirmektir ne olmuş olursa olsun. Küsmek insani değildir. Anlaşılamayan konuda konuşmamak belki bir seçim olabilir ama küsmek ilişkiyi her zaman daha kötüye sürükler.
İnsanlar arasında da durum eşler arasında olduğu gibidir. Toplumumuzu büyük bir aile gibi düşünürsek herkes birbirine küsmüş gibi görünüyor. Selam-sabah yok. Herkes yüzü önde, karşısındaki gözdeki üzüntüyü görmemek için gözleri yerde giderken, herkes kendi gölgesinden bile korkarken selamlaşmayı çoktan unuttuk.
Dışarısı tehlikeli diye diye herkesi zanlarımızla daha da tehlikeli yaptık. hiç bir emareye dayanmadan sadece zanlarımızdan hareketle kurduğumuz dünyamızda kimselere selam veremiyoruz. Selam verip borçlu çıkma korkumuzdan dolayı kaçarken selam vermeyip yalnızlık girdabına düşmeyi göze aldık.
Evliliklerde ve genel anlamda toplumsal ilişkilerimizde hep küskünüz, hep birilerine kırgınız ya da birilerinden ayırıyoruz kendimizi. O zaman da en temel ihtiyacımız olan varlığımızın onaylanması sağlanamıyor. Ne biz onaylıyoruz, ne de bizi onaylıyorlar. O nedenle yüzlerimiz düşüyor, sabah uyanmış olmanın coşkusu kaplamıyor içimizi. Selam veremiyoruz, selam alamıyoruz, korkularımızla kurduğumuz dünyamızda sıkışıp kalmışız...
Hayattayız ama ölü gibiyiz. Aynı evde, aynı telefonun tiz sesiyle uyanıp sabaha ve yanımızdakine selam vermeden koşuşturmaya başlamamızın bedellerini ödüyoruz. Oysa her şey küçük görüp küçümsediğimiz birçok şeyin halimize yansımasıyla çok farklı olabilir.
Bu sabah en yakın daireden yani en evvele kendimizden başlayarak varlığımızı onaylamaya kabul etmeye ve selamlamaya başlayalım. Sonrasında gördüğümüz herkese bir selamı esirgemeden, devam edelim. Küsmeyelim kendimize ve sevdiklerimize, bakın ne çok şey değişecek o zaman. Çok büyük teoriler gerekmiyor insanın insanca yaşması için. Çok küçük sanılan şeylerde yatıyor insanın mutluluğu.
Elimden gelse, karşılaştığımız herkesle “Benden sana zarar gelmez!” mesajıyla selamlaşabilmeyi bir gün de olsa herkesin deneyimlemesine sebep olsam... Bilmiyorum ne kadar insan bunları ciddiye alır ve dener. Ama biliyorum ki birçoğu deneyecekler ve girdiler değişince hayatlarında ki çıktılarda değişecek... Hayata selam vermeye, hayatta olmaya var mısınız?
nazliozburun@gmail.com