Dünyanın vicdanında yol alıp, insanlık dağının zirvesine demir atan Mavi Marmara yolcularıyla tarihe geçti. Gemideki 600 kişinin geride bıraktığı binlerce yakını ise günlerce acı ya da tatlı bir haber alamamanın ızdırabını yaşadı. Akbabalar İHH'nın başına üşüşmek için 'annelerin, babaların, kardeşlerin Bülent Yıldırım'a dönüp 'Senin yüzünden oldu' demesini bekledi. Ama her çevrilen kamera, her uzatılan teypte aynı hissiyatın izleri vardı: 'Keşke biz de orada olsaydık. Çocuklarımızla, kardeşlerimizle gurur duyuyoruz"
Sümeyye Ertekin'in annesi Zatiye Ertekin: Kızımla övünüyorum
Gemideki isimlerden bir diğeri de TV Net Muhabiri Sümeyye Ertekin'di. İnternette en çok onun birbirinden farklı senaryolarla yazılmış ölüm haberlerini okuduk. Çıkan her yeni haberde biraz daha umutlarımız kesildi. Peki üç gün boyunca endişe ve dua ile bekleyen Ertekin ailesi neler yaşadı? Anne; "Buruk bir sevinç yaşıyoruz. Şehitlerimiz, yaralılarımız var, sevinemiyoruz bile... O üç gün içinde neler yaşadığımı bir Allah bir de ben biliyorum. Akrabalarımız internete düşen yanlış haberden dolayı perişan oldu. Kızım duymuş ama bana söylemedi" diyor. Anne Ertekin Sümeyye'nin döneceğinden son ana kadar umutlu olduğunu, en çok kayıplar arasında olmasından endişe ettiklerini söylüyor. Üç gün boyunca uykusuz bir halde televizyonun karşısında umutlu bir haber bekleyip duran Ertekin ailesi, İsrail askerleri sadece İngilizce konuşması şartıyla Sümeyye kız kardeşini aradığında hayatta olduğuna inanamışlar... Bunların olacağını tahmin ediyor muydunuz sorusuna Ertekin şöyle cevap veriyor; "Mutlaka bir şey yapacaklardı. İsrail kendine yaptı bize bir şey yapamadı. Çünkü bir insanın erişebileceği en büyük mertebe şehitliktir" diyor. Zatiye Hanım, bu üç gün içerisinde kendilerini en kötüsüne hazırladığını da itiraf ediyor ve şöyle devam ediyor; "Bu herkesin davası. Bugün başkasına göz yumarsan yarın senin başına gelir. Bir ara kalbimden; "Acaba gitmese miydi?" diye geçti. Ama sonra hemen tövbe ettim. Bu kadar kutsal bir görevi çocuğum kendi iradesiyle kabul etti. Onunla gurur duyuyorum" diyor. Ertekin, böyle bir olay yaşanmış olmasaydı dünya bu kadar ayaklanmayacağını söylüyor. Böyle bir gemi tekrar gitse katılır mıydınız sorusuna ise şöyle cevap veriyor; "Ben o çatışma olduğunda tekrar katılacağım kararını zaten vermiştim. Müslümanlar şuna benzerler; bir ağacın başını kesersin daha filizlenerek çıkar. Bu durum sadece şehitlik, hizmet ve cihad ruhumuzu kamçıladı" diyor.
İHH Kadın Kolları Koordinatörü Demet Tezcan: Binlerce kadın sırada bekliyor
Gazze'ye gitme niyetlerini tekrar hatırlatarak başlıyor: "Gemi tamamen yüreğini, emeğini bu işe katmış insanlarla doluydu. Gazzenin özgürlügünü isteyen insanlardı. Hiç kimsenin hedefinde kan revan bir görüntü yoktu. Tezcan, İsraillilerin kendilerinden başka herkesin onlara düşman olduklarını düşünüyorlar diyor. "Çiğdem ve Çetin Topçuoğlu karı kocaydılar. Çiğdem Hanım, eşi şehit olduğunda çok metanetliydi. Dudaklarından sadece şu döküldü: "Beni de giderken yanında götürmeliydi, bu şahadet bana da nasip olmalıydı." Demet Tezcan başka bir gemi organizasyonunda yine yer alacaklarını söylüyor. "İşgalcinin politikası ne kadar yıldırmaya yönelik olursa olsun, saldırı anında hiç kimsenin yüreğinde ne bir korku vardı ne de bundan sonra olacak. Emin olun yarın gemi yola çıksın gözümü kırpmadan binerim o gemiye. Benim gibi binlerce kadın var" diyor. Tezcan gemideki 578 kişinin hiçbirinde zerre korku olmadığını söylüyor. "Filistin'e bunları göze alarak gittik. Kaybedecek bir şeyi olmayan insanı korkutamazsınız. Bilakis işgalci askerlerinin şahid olduk. Kar maskeleri takmışlar, gözlerinde simsiyah gözlükleri var, kendilerini korumaya almışlar, ve onlara baktığınızda üç saniyeden fazla dayanamıyorlar ve kafalarını çeviriyorlardı." Tezcan, askerlerin içinde çocuklarında olduğunu onlara İsrail Askerleri'nin onlara staj yaptırdığını söylüyor. Demet Tezcan gözaltı süresini şöyle anlatıyor; "İki günlük gözaltı süremiz oldu. İşkence yapılmadı. Kadınların gözaltı kısmı tiyatrodan ibaretti adeta. İyi davranma seansları. Bir ihtiyacımızın olup olmadığını soruyorlardı. Hiç samimi değildi."
Tv Net kameramanı Ersin Esen'in kendisi gibi kameraman kardeşi Erhan Esen: "Birileri orada olmak zorundaydı!"
TV NET kameramanı Ersin Esen de gemide bulunuyordu. Çatışma esnasını olanca cesaretiyle saniye saniye görüntüleyen ve tüm dünyaya aktaran Ersin Esen'in erkek kardeşi Erhan Esen ile konuştuk. O da ağabeyi gibi kameraman ve TGRT'de çalışıyor. Geminin hareket ettiği sıralarda Fransa'da olan Esen, 31 Mayıs dönüşünde olanlardan haberdar olmuş. Esen; "Ağabeyimin o gemide olduğunu biliyordum. Haberi alır almaz evi aradım telefona annem çıktı ve ağlıyordu. Durumu sordum. "Bilmiyoruz ama kaybettik galiba" dedi. O andan itibaren ağabeyi ile ilgili hiçbir haber alamamış. Ağabeyi ile gitmeden önceki konuşmasnda ise şunları söylüyor; "Onunla son görüştüğümde bana endişeli olduğunu söylemişti. Çünkü bildiriler yayınlanıyordu. Ama ben gazeteciler için herhangi bir problem olmacağını düşünmüştüm. Sonra televizyonlardaki görüntüleri izleyince durumun çok kötü olduğunu anladım." Görevi nedeniyle havaalanında abisini karşılayamayan Esen, sabaha karşı adli tıpta görebilmiş. İlk karşılaştığında ağabeyine sarıldığını, elleri ve ayaklarının titrediğini, konuşamadığını ve ruh halinin çok kötü olduğunu söylüyor. Bir daha böyle bir görev olursa ne yaparsınız sorusuna ise şöyle cevap veriyor; "Ne pahasına olursa olsun bu görevleri almak durumundayız. Herkesin bir görevi var Allah yazdıysa olur. Biz gitmezsek, başkası gitmezse kim gidecek?" diyor.
Anne Bediha Esen: Sürekli Kur'an okudum
Üç gün boyunca televizyonun başından bir an bile ayrılmayan anne Bediha hanım olumlu haber alamayınca komaya girmiş. Tansiyonu yükseldiği için hastaneye kaldırılan Esen duygularını şöyle dile getiriyor; "Giderken hiç böyle bir şey olacağı aklımıza gelmedi. O gece televizyonu sabaha kadar izledim. Askerler gemiye indiklerinde eşime "Hasan Ersin'imizi kaybettik" dedim. Haber alamayınca her şey geldi aklımıza. İyi olmasına sevinmiştim ama tutuklu olduğunu duyunca; "Acaba çocuğumu İsrail askerleri etkiler mi diye düşündüm. Zulmedeceklerinden korktum. Sürekli Kur'an okudum. Tekrar böyle bir göreve gitmesine ne dersiniz sorusuna ise anne şefkatiyle "istemezdim" diye cevap veriyor.
Hatip Sönmez: Oğlum ve gelinimle gurur duyuyorum
TV NET'de Kayda Değer programını sunan Ümit Sönmez ile eşi Avukat Gülden Sönmez de o gemideydiler. Her ikisi de yıllardır sivil toplum kuruluşlarıyla omuz omuza veren, nerede bir mazlum varsa orada biten Sönmez çiftinin ailesinin çocukları hakkında ne düşündüklerini epeyce merak ediyoruz. En başından beri de bu organizasyonun içinde bulunan Ümit ve Gülden Sönmez bir önceki Gazze yolculuğuna da birlikte katıldıkları için orada neler olabileceklerini tahmin etmişler. Ümit Sönmez'in babası Hatip Sönmez'e ulaşıp hissiyatını sorduk. Hatip Sönmez o üç günü şöyle anlatıyor; "Oğlum ve gelinim için ilk değil, daha öncede bu tür organizasyonlara katılıyorlardı. O yüzden yabancı değildik. Bir şeyler olacağını biliyorduk ama bu kadarını tahmin etmemiştik" Ekrandaki görüntüleri görünce tedirgin olduklarını söyleyen Sönmez, haber alamadıkları için çok endişelendiklerini söylüyor. Sönmez, oğlu ve gelininin daima arkasında olduğunu şu sözlerle aktarıyor: "Mazluma gittikleri için Allah onlarla beraberdi. Olan en iyi şey ve kötü şey Allah'tandır. Görüntüler ne kadar bizi ürkütse bile hep bunu düşündük." Aile olarak birbirlerine destek olduklarını, ümitlerini son ana kadar kesmediklerini sadece Ümit'in aramamasından endişe duyduklarını belirtiyor. Sabaha kadar uyumayan Sönmez ailesi, Ümit Bey'i adli tıpta görebildiklerini sabah ezanı okunurken kucaklaştıklarını söylüyor.
Fatma Palavar: "Oğlum keşke beni de götürseydi"
İstihbarat muhabirimiz Murat Palavar'da Mavi Marmara Gemisi'ndeydi. Gitmeden önce annesiyle vedalaşırken helalleşmiş ve ona uzun uzun sarılmıştı. Ama Fatma Hanım oğlunun böyle bir seyahate çıkacağından haberi yoktu. Peki o habersiz üç günü nasıl geçirdi? Konuşmaya başladığında sesi üzgün ve yorgun geliyordu Fatma Hanım'ın. Konuşacak mecali yoktu ama ricamız üzerine cevapladı sorularımızı. Aradığımızda oğlunun iyi olduğunun haberini yeni almıştı. Fatma Hanım yaşadığı o üç günü şöyle özetliyor; "Annem üzülmesin' diye benden habersiz gitti. Sonradan haberim oldu. Hem çok üzüldüm hem de çok memnun oldum. Normalde bu tür seyahatlere hep gidiyor ama ben istemiyorum." Diyor. Fatma Hanım oğluyla ilk karşılaştığı anı ise şöyle anlatıyor; "Oğlumu ilk gördüğümde ağlamaya başladım. Ama ne yapılabilir ki, görev... Ben o üç gün içerisinde kendimi en olumsuzuna hazırlamıştım. Zaten oğlum hazırlıklı gitmiş" diyor. Murat Palavar; "Annem sabah beni neden götürmedin? diye söylendi durdu. Bana ölürsen beraber ölürdük, bir daha gidersen beni de götür" dediğini söylüyor.
Hayrullah Küçükaytekin: İsrailliler, çocuklara bizi gösterip beyin yıkıyordu
Hayrullah Bey, gemiye binen gönüllü aktivistlerden biri. Filistin'e gitmeden önce ve sonrası ile ilgili şunları anlatıyor; "Tekbirlerle Antalya'ya gittik. Gemideki herkes ayrı guruplar halindeydi. Bizim de kendi grubumuz vardı. Birlikte Kuranlar okuyorduk." Hayrullah Küçükaytekin olayın olduğu geceyi anlatmaya başlıyor; "Sabah namazına saat dört gibi kalkıldı. Namazı kıldığımız esnada botların geldiği haberini aldık. Namazı tamamladık. Gecenin zifiri karanlığında botları göremiyorduk. Heryer simsiyahtı. Gemiye kanca atmaya başladılar. Aradan kısa bir süre sonra helikopter göründü ve diğer askerler gemiye atladılar. Küçükaytekin, grubundan bir arkadaşı şehit verdiğini bir arkadaşının da yaralandığını soğukkanlılığı ile anlatıyor. Geminin kuşatıldıktan sonra yaşadıklarını ise şöyle aktarıyor; "Gemide bulunan ne eşya varsa botlara atmaya başladık. Üzerlerinden aldığımız silahları onlara doğrultmadık. Denize attık. Beş dakika içinde 4 şehit vermiştik." Küçükaytekin, havaalanına götürüldüklerinde gördüğü manzarayı da şöyle anlatıyor; "Havaalanına yaklaştığımız da sıralanmış otobüslerin içinde çocuklar gördük. Bu çocukların neden burada olduğunu sorduğumda ise bana şöyle dediler; İsrailliler o çocuklara bizi terörist olarak gösteriyorlarmış.
Geminin 63 yaşındaki hanım yolcusu Yıldız Çiçekdağ: Dinimin, milletimin devletimin büyüklüğünü bir kez daha anladım
Geminin en yaşlı bayan yolcularından Yıldız Hanım, 63 yaşında ve 4 çocuk annesi. O, Afganistan'da düşen uçakta şehit olan Bahaddin Yıldız vasıtasıyla gemiye binmiş. Şöyle anlatıyor; "Bahaddin'in en sevdiği ablalarından biriydim. Bana 'bizimle geliyor musun?' diye sordu. Bende 'yaşım büyük size yardımım dokunmaz ki' dedim. O da 'bu gemiye binmek için sadece cesaret ve yürek lazım' dedi. Kendimi o gemiye binmek ile çok şanslı hissediyorum." Çiçekdağ gemiye binmenin herkese nasip olmadığını, davet edildiğini söylüyor. Çiçekdağ; "Arkadaşım beni rüyasında görmüş. Benim seçilmişlerden olduğumu söylemişler." Ölümden bir an olsun bile korkmadığını söyleyen Yıldız Hanım, Gazze'ye gidişini hac yolculuğuna benzetiyor. Çiçekdağ, gemideki atmosferi ise şöyle anlatıyor; "Gemideki herkesle kardeş gibiydik. Aramızda yardımlaşma vardı. Namazlar kılıp dualar okunduk. Gemi bizim için aynı zamanda bir okul gibiydi. Arap arkadaşlardan Arapça öğrenenler, İngilizce konuşan arkadaşlardan da İngilizce öğrenenler vardı. Nuhun gemisi gibiydi." Çiçekdağ, askerlerle karşılaştıklarında hiç korkmadıklarını karşılarında dimdik durduklarını söylüyor. "Biz Allah'ın rızası için oradaydık ve bu bize manevi bir güç verdi. Sefere çıkmamın hayatımda çok önemli bir yeri var. Çünkü devletimin, milletimin ve dinimin büyüklüğüne tanık oldum." Aralarında bulunan Yahudiler ile çok iyi anlaştıklarını söyleyen Çiçekdağ, Müslüman olmayan kişilerin de dinimizin büyüklüğünü gördüğünü söylüyor. Bundan sonraki hedefinin Mescid-i Aksa olduğunu söyleyen Yıldız Hanım, gemiye binmeden önce eşiyle aralarında geçen diyaloğu şöyle anlatıyor; "Eşime gitmek istediğimi söylediğimde bana dedi ki; Sen hep şehit olmak istiyordun. Belki bu gidişinle şehit olursun. Ama yine nasip olmadı." Binlerce kadın yeni gemilere binmek için sırada bekliyor
Şehidin kardeşi Tarkan Akyüz: Gazze'de binler ölüyor, ağabeyim ölmüş çok mu?
Cengiz Akyüz de Gazze'ye yardım götürmek için yola çıkıp, şehit olarak dönenlerden. Kardeşi Tarkan Akyüz'e taziyelerimizi bildirip başlıyoruz Gazze için çarpan bir yüreğin serüvenini dinlemeye. Tarkan Bey, oldukça metanetli, hatta sevinçli bile diyebiliriz. Merhum Akyüz İskenderun'da ikamet ediyormuş ve Mavi Marmara gemisine Antalya'dan binmiş. 3 çocuk babası olan Akyüz 15 yaşından beri Filistin aşkıyla büyümüş. Filistin için yapılan her organizasyona öncülük ediyor, mitinglere katılıyormuş. Giderken de en çok istediği şey şehit olarak dönmekmiş. Tarkan Bey, en son ağabeyi ile yolculuğa çıkmadan önce telefonda görüşmüş. Cengiz Akyüz kendisine telefonda "Çocuklarım sana emanet, ölürsem beni memlekete gömün" demiş. Ayrılırken çocuklarına da "Ölürsem ağlamayın" diyerek vasiyet etmiş. Gitmeden önce çevresinde kendisine yapacağı yolculuk için tepki gösterenlere Cengiz Akyüz "Bir şeylerin çözülebilmesi için birilerinin bedel ödemesi gerektiğini' söylemiş hep. Tarkan Bey, ağabeyini kaybettiği için hiç üzgün değil hatta sevindiğini ifade ediyor ve ekliyor: "Ağabeyim şehit oldu. Niye üzüleyim ki. Ben burada ağabeyimi kaybettim, Gazze'de günde yüzlerce kişi ölüyor. Birilerinin bedel ödemesi gerekiyordu, çok şükür bunlardan biri de ağabeyim oldu" diyor.
Şehit Topçuoğlu'nun gemideki arkadaşı Medet Kan: "Hani birlikte şehit olacaktık?"
Medet Kan, Gazze gemisinin kokoreççi lakabıyla bilinen yolcularından. Daha önce arabasıyla Gazze konvoyuna katılmış. Gazze'ye yardım götürecek gemiyi duyduğunda kuzeni ve eniştesiyle birlikte hiç tereddüt etmeden adını yazdırmışlar. Medet Bey, saldırılan başladığı ilk sıralarda geminin burnundaymış. Botların yaklaştıklarını görünce hep birlikte geminin farklı yerlerine yerleşmişler, amaçları denge oluşturarak askerlerle irtibata geçmekmiş. O sırada gemideki yolculardan üç kişi öldürülmüş ve hep birlikte teslim olduklarını açıklamışlar. Gemide öldürülenlerden Çetin Topçuoğlu'nun şehit oluşu ardından eşinin metanetle karşıladığını ve şunları söylediğini anlatıyor: "Beraber şehit olacaktık, ben sözümde duramadım." Askerler gemiyi tamamen ele geçirdikten sonra herkesin eline plastik kelepçeler takmışlar ve geminin üst güvertesine çıkararak kızgın güneş altında saatlerce bekletmişler. Bir yandan da psikolojik baskı yapmak için saatlerce helikopterin sesine maruz bırakılmışlar. Medet Bey, bir müddet sonra kulaklarının duymadığını, askerlerin yardım isteyenlere daha sert davrandığını ve işkence uyguladığını anlatıyor. O yolculuğa çıktığı için hiçbir zaman pişman olmadığını belirterek, tekrar olsa gidebileceğini söylüyor.
YENİ ŞAFAK