GODOT VE MUTLAK ZAMANIN ÖLÜMÜ

Cüneyt Kayhan

1952' de Samuel Beckett' ın bu oyunu ilk kez sergilendiğinde kitleler onu çok sevdi ve günümüze kadar onlarca dile çevrildi. 1969 'da Nobel' i alan İrlanda asıllı Fransız' ın işleri Godot' u Beklerken ile açılmaya başladı. Godot' u Beklerken alayın, psikoanalizin ve metafiziğin insanın durumuna dair karamsar bir portre çizmek için bir araya geldiği sürrealist bir oyun. 2. dünya savaşı sonrası yazılmış, ruhları saçma umutlarla beslenen ve neşeli gelişmelerden yoksun bir gerçeklikle yıpranmış aylak aylak gezinen insanlarla dolu bir dünya üzerine acımasız bir döküm, karanlık bir bakış.

Hiçbir yere götürmeyen bir yolun kenarında, yaprakları dökülmüş bir ağacın altında, yarı berduş yarı palyaço iki acayip insan, yani Vladimir ve Estragon, hiçbir zaman gelmeyecek olan Godot' u beklerler. Birinci ve daha sonra ikinci perdede bir çocuk onlara ertesi güne kadar beklemeleri gerektiğini belirten bir mektup getirir. Ama beklenen gerçekleşmez ve birbirlerine, efendi ile köle arasındaki şiddet ilişkisiyle bağlamış iki garip ve beklenmeyen kişi, yani Pozzo ile Lucky ortaya çıkar. Bu kişiler ikinci perdede görüldüklerinde, zamanın gaddar akışıyla düşkünleşmiş ve yaşlanmış haldedirler. Efendi kör, köle de dilsiz olmuştur. Vladimir ve Estragon ise değişmemiştir. Onlar bir şiddet ve egemenlik ilişkisiyle birbirlerine bağlı değildir ve sadece birlikte beklemek olan kaderlerini kabul etmişlerdir.

Dayanılmaz bir bekleme ve mutlak bir belirsizlik halinde geriye kalan tek şey, zaman zaman umutsuzluğa dönüşen umut etme halidir. Beklemek, zamanın hantallığını yük gibi omuzlara bindiren bir eylemdir. Bir şeyi en küçük hücrelerine kadar istemek, oyunun ana teması ve insan yaşamının bir parçasıdır. Yaşamda da sürekli bir şeyler bekleriz. Godot, bir durumu, bir kişiyi, ölümü ya da tanrıyı bekleme ‘eylemsizliği’nin somutlamasıdır. ‘Bekleme eylemsizliği’ sürecinde zaman akıp gider. Eylemsizlik bir yenilgiyse Godot daha çok beklenecektir.Yaşam sürekli değişim içindedir; karakterler bekledikleri dünyada akışı kontrolleri altına alamaz ve umut ile umutsuzluk arasında gel-gitler yaşarlar. Bu beklenilen durumu daha çok çıkmaza sokmaktadır. Vladimir ile Estragon umudun içinde yaşarlar, aslında Godot’nun gelmesi onlar için zamanı durduracaktır. Peki kimdir bu Godot ? Nedir? Neden beklenir? Buradaki beklemek, zamanın acımasızlığını, hatta zamanın kendisini onaylamaktır. Saniyede binlerce resmin gözlerimizin önünden geçtiği rüyalarda zaman çizgisinin neresinde duruyoruz? Ya yeniden yaşar gibi şiddetli bir sarsıntıyla anımsadığımız olaylarda zamanın neresindeyiz? Hem de hatırlama fonksiyonumuz devredeyken. Aslında şimdiki zamanın tanımlanamamazlığı bu soruların en yalın ifadesidir. Çünkü şimdiki zaman ölçülebilir değildir, bize özgüdür. Zaman konusunda alışılmış yargılarımızın en kolay kırıldığı yer tam da burasıdır. Julian Barbour' un dediği gibi zaman eşyaların pozisyonlarını değiştirme ölçüsünden başka birşey değildir. Bir sarkaç sallanır, saatin kolları ilerler. Bizlerde bekleriz. Bekliyorsak Godot nerede? Niye gelmiyor? Niye gelmeyecek? Demenin anlamıda kalmıyor. Eylemsizlik bir bekleme hali midir ? Beklemek yaşamak mıdır? Ya da yaşamak beklemek midir? Neyi umalım? Belirsizlikten kurtulmayı mı? Evet asıl düşünülmesi gereken bu anksiyete halinin yarattığı büyük boşluğun ortadan kaldırılması gerektiği gerçeğidir.

Bunu yapabilecek olgu belkide yine zamanın kendisidir. Ve zaman her geçen gün dalgasını geçecektir bizimle. Eylemsizliğimizle onu durduramıyoruz bile! Herşey değişiyor ve bu umut için mi bir neden, yoksa umutsuzluk için mi? Mutlak zaman yok, zaman diye birşey yok. Bu bir yanılsama. Peki neyi bekliyoruz? Herhalde bu durumu en güzel özetleyen şey Pozzo adlı karakterin oyundaki son repliğidir; Bir gün doğduk ve bir gün öleceğiz; bu aynı andır.