Okuyucular tarafından yoğun ilgi gören kitap; çözümlenmemiş yaslarımızın (yitimlerimizin): çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerimizde yaşamımızı ne derece olumsuz yönde etkilediğini, kaderimizi biz farkına varmaksızın sinsice yönlendirdiğini psikanalitik, psikoterapötik olgularla ve yaşanmış örnekler sunarak gözler önüne seriyor. "GİDENİN ARDINDAN" kitabı okuyucuyu bir yandan kendi iç dünyasını yargılamaya sevk ederken diğer yandan da başarılı yas tutmanın sonucunda kazandığımız değişimlerimizi anlatıyor.
Prof. Dr. Vamık Volkan; kitabında günümüzde çok yaygın olan ve asla desteklemediği bir konuya değinerek meslektaşlarını uyarıyor ve "gözlemlediğim kadarıyla günümüz psikiyatrisinde hastaya ya da danışana ilaç yazmak adeta moda haline geldi?
İlaçlar kalıcı psikoterapinin yerini tutamaz. Ancak ne yazık ki bu moda aldı başını gidiyor ve hiç kimse de sesini çıkarmıyor. Herhangi bir denetim mekanizması da yok. İlaçlara bilinçsizce duyulan bu anlamsız güven, ekonomik baskılar ve sigorta şirketlerinin suiistimalleriyle de destekleniyor.
Bu yanlış tutumun bedelini zavallı hastalar ödüyorlar. Bana göre bu tamamıyla insanlık dışı bir yaklaşım. Çok net söylüyorum: İlaçlar sadece duyguları körelterek, duyguların açığa çıkmasını engelliyor ve yasın gidişatını bozuyor! Yası olan bireylerde ilaç kullanılması çok hatalı bir tutum."diyor.
Genellikle ölümü yadsıyan bir kültürde yaşıyoruz. İncinebilirliğimizle, yitirebileceğimiz ya da yitebileceğimiz konularıyla yüzleşmek yerine, duygusuzluk felsefesini yüceltiyoruz ve yas tutan bireyleri gözyaşlarını içlerine akıtmalarına teşvik ediyoruz. Prof. Dr. Volkan: "ölüm kayıpların en somut ve en acı olanıdır. Ölüme karşı verdiğimiz tepkilerimizde farkında olmaksızın, geçmişimizdeki yarım kalmış, dayatılmış ya da aceleye gelmiş ayrılıklarımızın bilinçaltımızdaki kalıntılarını da bir arada yaşarız.
Yas tutma, sadece ölüme karşı verilen bir yanıt değildir. Yas tutma herhangi bir yitim ya da değişikliğe verdiğimiz psikolojik yanıt ve iç dünyamız ile gerçeklik arasında uyum sağlayabilmemiz için yaptığımız uzlaşmalardır. Yitim, aile yadigârı bir küpe olabileceği gibi; bir eş, bir sevgili, bir dost, bir umut, bir ülkü, bir vatan hatta ESKİ BİR KENDİLİĞİMİZ bile olabilir..." diyor.
Prof. Dr. Vamık D. Volkan, çözümlenmemiş yitimlerimizin yaşamımızı nasıl şekillendirdiğini ve kaderimizi ne derece sinsice yönlendirdiğini okuyucusuna gösterebilmek için kitapta sıkça kendi kişisel öykülerini anlatmayı tercih etmiş. Volkan'ın yaşamı, doğumundan altı yıl önce ölen dayısının yaşadığı evdeki duygusal varlığı ile şekillenmiş.
O'na Kıbrıs'tan mühendislik eğitimi için İstanbul'a giden, ancak oldukça uzun bir süre kendisinden haber alınamayan ve günün birinde cesedi Marmara Denizi'nde bulunan dayısının adı olan "Vamık" adı verilmiş. Volkan kitabında bu ilginç kaderini "doğumumla birlikte sadece dayımın adı değil, ailemin içinde dayımın yerini doldurma gereksinimi de bana geçmişti.
Dayımın ulaşacağından emin oldukları başarılara ulaşmak benim sözle dile getirilmeyen görevim olmuştu. Bu gelişmeler tamamıyla bilinçdışı olarak gerçekleşmişti. Ben dayımın evde hüküm süren varlığını ancak psikanaliz eğitimime başladıktan sonra kavrayabildim" cümleleriyle aktarıyor.
Nasıl başarılı yas tutarız?
Kitabın bölümlerinde yitimlerimiz karşısında nasıl başarılı yas tutacağımızın etkin reçeteleri yine örnek olgular aracılığıyla aktarmış. Volkan, yas olgusunu gerçekten doğru bir biçimde anlayabilmemiz için 3 önemli unsura dikkatimizi çekiyor: Birincisi, her yitim bizi kaçınılmaz bir keder içine sürüklüyor.
İkincisi, her yitim tüm geçmiş yitimlerimizi de yeniden canlandırıyor ve son olarak, eğer yitimimizin yasını tam olarak tutabilirsek, yitim, bizlere büyüme ve yenilenmemiz için önemli bir araç olabiliyor. Volkan ayrıca başarılı yas tutabilmemiz için iki ana bileşenin gerekliliğine değiniyor: Birinci bileşen, yitirdiğimiz ilişkimizin bizim için ne anlama geldiğini değerlendirebilmek üzere ilişkimizi yeniden gözden geçirmemiz, ikinci bileşen ise, yitimimizi geleceği olmayan bir anıya dönüştürebilmek.
İşte bu etkenler sebebiyle Prof. Volkan "Yitim can yakıcı bir armağandır!" diyor.
Yitimin bir armağan olabileceği ilk anda insana çok itici hatta inanılması güç gibi geliyor. Nasıl oluyor da birini kaybetmek ya da acı çekmek bir armağana dönüşebilir? Prof. Dr. Vamık Volkan "GİDENİN ARDINDAN" adlı kitabında bu soruya hem teorik hem de pratik deneyimleriyle yanıt veriyor.
Yitimin bizleri zenginleştirdiğinin kesinlikle doğruluğunu savunuyor ve eğer tam olarak yas tutabilir isek, kendimiz ve insan olmak hakkında çok şey öğreneceğimizi belirtiyor. Yası doğru olarak tutabilmeyi başarabildiğimizde, sadece daha fazla psikolojik olgunluk kazanmakla kalmayacağımızı ve aynı zamanda yitimimiz ile barış içinde olma kapasitemizin de artacağını savunuyor.
Yitirdiğimiz bir kişinin ya da eşyanın bizlerde bıraktığı duygusal varlığının, zihnimizin içinde sürekli olarak dolaşıp durduğunu ve varlığın bizi yitirdiğimiz kişi ya da eşya ile yepyeni ve kesinlikle daha olumlu bir ilişki düzenlemeye zorladığını klinik çalışmalarındaki örneklerle açıklıyor. Dr. Volkan, hastalarının/danışanlarının çocukluk çatışmalarının, yani geçmişteki üzeri örtülmüş çatışmalarının çözüldükçe onların yepyeni bir enerji ile canlandıklarını gözlemlediğini belirtmiş.
Aynı olguyu yas işini tamamlayan hastalarının/danışanlarında da gözlemlediğine detaylı olarak değiniyor. Yas işi tamamlandıkça, bireyin yeni işlere ve ilişkilere yatırım yapmak için daha şiddetli bir istek duyduğunu, çünkü artık harcayacak enerjisi olduğunu ve çevresindeki insanlarla ilişki kurma yeteneğinin de geri geldiğini anlatıyor. Kısacası bir bakıma geçmişimizin tutsaklığından nasıl kurtulabileceğimizin formüllerini veriyor ve en önemli formülün özdeşimler yapmak olduğunu anlatıyor.
Çoğumuzun ölümü kabul etmeyle birlikte yas tutmanın da sona erdiğine inandığını ancak bunun çok yanlış bir tutum olduğunu anlatıyor. Çünkü ölümü kabul ettikten sonra yas tutmanın en önemli ikinci evresinin başladığını ve bu evrede ölümün gerçekliğini kabul ettikten sonra yitirdiğimiz birey ya da eşya ile olan ilişkimizi artık bizleri uğraştırmayacak bir anıya dönüştürebilmek için gerekli olan ince ve bir o kadar karmaşık bir uzlaşma aşamasına girdiğimizi belirtiyor.
Bu dönemde paniğe kapıldığımızı, terk edilme ve çaresizlik duygularımızın yeniden canlandığını ve kederden kaynaklanan tüm bu tepkilerimizi adeta fiziksel ve psikolojik bir ilkel çorbaya benzetiyor.
Bilinçdışımız zaman kavramı tanımaz!
Prof. Dr. Volkan'a göre; bilinçdışımız zaman kavramı tanımıyor ve dolayısıyla savunmalarımız aniden çöküp birden tekrar canlanabiliyor.
Yani bir dakika önce ölümle yüzleştiğimizi ya da yitimi kabullendiğimizi düşünürken, bir dakika sonra ölen kişiyi yemeğe davet etmek için elimiz telefona uzanabiliyor. Keder sırasında ise hiçbir şey olduğu gibi yerinde durmuyor. Kişi bir evreden çıkıp daha sonra tekrar aynı evreye yeniden girebiliyor ve bu durum tıpkı bir kısır döngü içinde tekrarlanıp duruyor.
Dr. Volkan "zaten yas işinin en acı verici olan bölümlerinden birisi de bu gidiş gelişlerimizdir. Geçici suçluluk duygularımız ve bu duygulara eşlik eden yanıp yakınmalarımız kriz evresinde belirginleşir. Ayrılıktan önceki son saatlerimizi, son günlerimizi ya da haftalarımızı zihinsel tasarımımız aracılığıyla geri getirmeye çalışır ve aynı duyguları yeniden yaşarız.
Önemli bir insanı ya da bir eşyayı yitirmek, bireyde reddedilmek ve güçsüzlük duygularını da harekete geçirdiğinden, yitimin gerçekliği içimize işledikçe iç sıkıntımız da şiddetleniyor ve ardından öfke nöbetlerine dönüşüyor. Öfkelenmemiz ise son derece sağlıklı bir duygu çünkü gerçekleri kabul etmeye başladığımızı gösteren önemli bir işarettir." diyor.
Düşlerimizin içeriği yasımızın izlerini sürebilir…
Prof. Dr. Vamık Volkan'a göre, bitmeyen yastaki bireylerden bazıları ölmüş kişiyi sadece düşlerinde görmekle kalmadığını ve aynı zamanda onu içsel bir arkadaş olarak sürekli bir şekilde hissettiğini savunuyor. Tıpkı, hayali oyun arkadaşı olan çocuklar gibi…
Bitmeyen yastaki kişinin, ölen kişinin daima yanında olduğunu hissedebileceğini ve hatta onun ruhunu kendi içinde yaşadığına dahi inanabileceğini anlatıyor. Bu durumlardaki temel sorunun, bireyin yitimiyle bağlantılı çatışmasını çözümleyememiş olmasından kaynaklandığını ve buna psikanalistlerin, bu tür duygusal varlıklara içe alınmış nesne adını verdiklerini belirtiyor.
İçe alınmış nesne oluşturmakla aynı zamanda bir bağlantı nesnesi oluşturulduğunu ve bu bağlantı nesnesinin dışsallaştırılmış içe alınmış nesnenin ve ona bağlı kendilik tasarımının buluştuğu önemli bir nokta olduğunu vurguluyor. Birçok şeyin bağlantı nesnesi işlevi görebileceğine dair örnekler sunuyor.
Bağlantı nesnelerinin sıklıkla işlevsel eşyalardan oluştuğunu ve tipik olarak, yitirdiğimiz kişiye ait olan ya da bize yitimi anımsatan nesneler olduğunu ve bu nesneleri ilişkimizi dış dünyada yeniden yaratabilmek için ya da canlılığı ve çatışmayı yeniden yakalayabilmek için kullandığımıza değiniyor.
Yas tutan bireyin, yitimin oluşturduğu ortamı anımsattığı için bu bağlantı nesnelerini seçtiğini ve psikanalizde bu nesnelere son dakika nesneleri denildiğini anlatıyor.
Ölüm almak istediğinde bırakamıyorsak yaşam gerektirdiğinde bile bağlarımıza tutunamayız…
Dr. Vamık Volkan, kitabında anı olarak sakladığımız eşyalar ile bağlantı nesneleri arasındaki temel farkın, seçim ile zorlantılarımız arasındaki tanımlanması zor bir alanda konumlandığını örnek olgularla açıklıyor.
Ancak bunu ayırt etmenin oldukça hassas ve güç bir konu olduğunu ve bu nedenle hastasını/danışanını terapiye alan bir psikanalistin bu konuda çok deneyimli ve bir o kadar da dikkatli olması gerekiyor. Volkan "bir bağlantı nesnesi, yas tutan birey için yitimiyle ilgili çatışmalarını ve yitimin kendisinden aldıklarını yeniden canlandırdığı sürece psikoloji açıdan sıcaktır. Basit kederde bir anı sadece anıdır.
Tıpkı kuşaktan kuşağa aktarılan aile yadigârı bir eşya gibi. Yas tutan birey ise bağlantı nesnesini kederini dışsallaştırmak için kullanır. Bağlantı nesneleri genellikle kullanılmadığı için ayrıcalıklıdırlar. Çoğu zaman da göz önünden kaldırılır ve titizlikle korunurlar. Anı olan bir tabloyu evinizin duvarına asar ve bundan haz alır, rahatsız olmazsınız.
Bağlantı nesneleri ise takılmaz, kullanılmaz ancak birey o nesneyi nerede nasıl sakladığını her zaman bilir. Bu bağlantı nesnesi, bitmeyen yasa saplanıp kalmış bireye kontrol etme duygusunu hissettirir. Eğer, bağlantı nesnesine bir şey olur ise, yas tutan birey, savunmasından yoksun kalır ve acı veren duyguların şiddeti altında ezilir.
Yaşayan kişiler de bağlantı nesnesi olabilir!
Dr. Vamık D. Volkan, kitabın bu bölümünde kendinden örnek vererek, "ben ölmüş olan dayımı ailem için sıcak tutmuştum.
Dayımın adını taşıdım, O'nun yüksek idealleri olan mükemmeliyetçi bir öğrenci olarak dayımın ülküleştirilmiş geleneğini sürdürdüm." diyor. GİDENİN ARDINDAN'ı okuduğumuzda gündelik hayatımızda üzerinde fazlaca kafa yormadığımız yas işinin gerçekte oldukça önemli ve bir o kadar yorucu bir süreç olduğunu anlıyoruz.
Bir yandan bilinçdışımızla tekrar tekrar gözden geçirmeler yaparken, diğer yandan da geçmişimizin kuşatması altında kaldığımızı fark ediyoruz. En yorucu olanı ise ilişkimizin öğelerinin üzerinden geçerken, kaçınılmaz yalnızlığımız ve özlemimizle de yüzleşmek zorunda olduğumuzu öğreniyoruz.
Küçük bir çocuğun bile, yasın bir başı bir de sonu olduğunu bilmeye gereksinimi vardır.
GİDENİN ARDINDAN kitabı, bir çocuğun ölüm kavramını anlayabilme yetisinin hangi faktörlere göre değişkenlik gösterdiğini mükemmel örneklerle açıklıyor. Bu konunun oldukça titizlikle ve tüm yan etkenler irdelenerek ele alınması gerektiğine değinen Dr. Volkan, en belirleyici faktörün çocuğun yaşı olduğunu açıklıyor. Ardından çocuğun içsel dayanıklılığı/esnekliği, yaşadığı ev ortamının ne derece güvenli olduğu, ölümün şekli, yetişkinlerin ya da ebeveynlerinin çocuğa yitiminin yerine bir şeyler koyabilme ve bu yolla çocuğu teselli edebilme becerilerini sıralıyor.
Buna göre, iki yaşından önce yaşamındaki önemli bir bireyi kaybeden çocuk, ölüm kavramını anlayamaz ancak, bir şeylerin eksik olduğunu hissedebilir. Çocuğun bu duygusu tıpkı açlık duygusuna benzetebilir. İki ya da üç yaşındaki bir çocuk, yetişkinlerin de yardımı ile ölüm kavramından bir şeyler anlayabilir.
Çünkü yüksek olasılıkla bu çocuk daha önce bir böcek ya da evcil bir hayvanın öldüğünü görmüştür. Ancak bir genelleme yapıldığında, çocuk beş yaşına gelinceye dek ölüm kavramını tam olarak algılayamıyor. Beş ile dokuz yaşındaki çocuk, ölüm kavramını anlayabiliyor ancak henüz kendisinin de ölebileceğini kavrayamıyor. Bu yaş dönemindeki çocuk sadece yitirdiği kişiyi hayalinde ülküleştirebiliyor.
Hatta ölümü bir son olarak değil, geri döndürülebilecek, geçici bir durum olarak algılıyor. Yani yitirdiği bireyin asla ölmediğine inanıyor. On yaşından itibaren ise ölüm kavramı tam olarak anlaşılabiliyor. Dr. Volkan, Ergenlik döneminin ebeveynler için başlı başına güç bir dönem olduğunu göz önüne alındığında, bu dönemde yitimi olan bir çocuğa nasıl yaklaşılması gerektiğini de açıklıyor.
Ergenliğe giriş sürecinin çok sayıdaki psikodinamiğine uygun olan olağan tutum ve davranışları, yastan etkilenmiş bir bireyden beklediğimiz tepkilere benzemediğinden bu dönemde ergen için önemli bir yetişkinin ölümü ile yüzleşmenin tehlikeli ve tehdit edici olabileceğine değiniyor.
Ergenlik dönemindeki genç çocuk ölümü yadsıyor ve genellikle hiçbir üzüntü belirtisi göstermiyor. Ergenlik sürecini tamamlamadan bir ebeveynini kaybeden ve ebeveynin yerine geçecek, yas tutmasına yardım edecek birini bulamayan çocuklar yaslarını tamamlayamazlar ve büyüdüklerinde bitmeyen yasa saplanıp kalmış bireyler haline gelirler.
Ebeveyn ergen çocuk için "ölümsüz bir figür" haline geliyor ve bu durum o çocuk için psikolojik açıdan çok tehlikeli bir hale dönüşebiliyor. Çocuk bir şekilde kendisini suçlayabiliyor ve sonuçta ya duygularını bastırıyor ya da bu noktada saplanıp kalıyor. Prof. Dr. Vamık Volkan bu durumda yapılması gerekenleri kitabında olanca Yalın bir dille ebeveynlere açıklıyor.
Sağlıklı yas tutmanın süresi kişiye özgüdür…
Dr. Vamık D. Volkan, "her birey kendine özgü, farklı hız ve yoğunlukta yas tutar. Komplike olmamış yasın gidişatı bir yıldan iki yıla kadar sürmektedir. Yas işini yapabilme yetisi gelişimsel öykümüze bağlıdır. Doğduğumuz andan itibaren bir şeyleri geride bırakarak büyürüz.
Bebek sütünü bardaktan içebilmek için annesinin memesini bırakmayı kabullenir. Yürümeye başladığında ise kucakta taşınmanın güvenliğini kaybeder. Tüm bu geçişler güvenli bir ortamda gerçekleşmiş ise çocuk iyi gelişir ve yas tutmak için sağlıklı psikolojik modele sahip bir yetişkin olma olasılığı artar.
Dolayısıyla sağlıklı ayrılıklar da birbirinin üzerine inşa edilir. Eğer, ayrılıklar sağlıklı gerçekleşmemiş ise, yas işi daha yavaş seyreder. Güncel yitimlerimizle barış yapabilmemiz için, geçmişimizdeki yası tamamlanmamış yitimlerimizle yüzleşmeye zorlanırız. " diyor.
Yas kolaylıkla depresyona dönüşebilir…
Prof. Dr. Vamık Volkan, yasın kolaylıkla, psikolojik, psikososyal, biyokimyasal vb. çok sayıda etkenlerle bir araya gelerek depresyonu yaratabileceğini açıklıyor.
İfade edilmemiş öfkenin içe döndürülmesi olan depresyonun yas işinde en tehlikeli sonuçları doğurabildiğine de işaret ediyor. Volkan bu tehlikeyi, "ben, yastan bu şekilde etkilenen bireyler yasa gömülmüş kişiler olarak tanımlıyorum. Yasa gömülmüş bir birey, kaybettiği kişiye karşı beslediği öfkesini ve bu duygusunun sonucu olan suçluluk duygusunu içine atar.
Bu bireylerin düşleri de yaşadıkları depresyonlarıyla doğrudan ilişkilidir. Bu bireyler, düşerinde kendilerini kansere yakalanmış, güçten kuvvetten kesilmiş, bitkin ve çaresiz durumda görürler. Bu bireylerin düşlerindeki öykülerinin deseni, genellikle içsel çatışmalarını yansıtmaktadır. Bir bakıma yitirilen kişinin, hem sevilen hem de nefret edilen yönleriyle özdeşim yapılmaktadır" cümleleriyle açıklıyor.
Prof. Dr. Vamık Volkan; kitapta günümüzde çok yaygın olan ve asla desteklemediği bir konuya da değinerek meslektaşlarını uyarıyor ve "Gözlemlediğim kadarıyla günümüz psikiyatrisinde hastaya ya da danışana ilaç yazmak adeta moda haline geldi?
İlaçlar kalıcı psikoterapinin yerini tutamaz. Ancak ne yazık ki bu moda aldı başını gidiyor ve hiç kimse de sesini çıkarmıyor. Herhangi bir denetim mekanizması da yok. İlaçlara bilinçsizce duyulan bu anlamsız güven, ekonomik baskılar ve sigorta şirketlerinin suiistimalleriyle de destekleniyor.
Bu yanlış tutumun bedelini zavallı hastalar ödüyorlar. Bana göre bu tamamıyla insanlık dışı bir yaklaşım. Çok net söylüyorum: İlaçlar sadece duyguları körelterek, duyguların açığa çıkmasını engelliyor ve yasın gidişatını bozuyor! Yası olan bireylerde ilaç kullanılması çok hatalı bir tutum."diyor.
Yeniden yaslandırma terapisi
Prof. Dr. Vamık Volkan'ın uzun yıllar süren deneyimlerinden sonra keşfettiği Yeniden yaslandırma terapisi adlı tedavi yöntemi, şu anda tüm dünyada başarıyla uygulanıyor.
Dr. Volkan, bu tedavi yöntemimi; yasın hangi noktada saplandığını belirlemek, bu saplanmayı gevşetmek ve yas tutan bireyin, o noktadan başlayarak yitimi için Yeniden yas tutmasını sağlamak amacıyla geliştirmiş. Yeniden yaslandırma terapisi hasta ile haftada üç ya da dört kez görüşme ile yapılıyor Terapi adayları çok dikkatli seçiliyor zira bireyin tedavi sürecinin olağan bir halkası olan anksiyeteye dayanabilmesi için yeterli psikolojik gücünün olması gerekiyor.
Bu yöntem için en uygun hastalar ise genellikle bitmeyen yastaki bireylerden oluşuyor. Bu bireyler bir yandan kaybettikleri kişiyi yeniden görebilme umudu taşırlarken diğer yandan da onunla yeniden birleşmekten korkuyorlar. Çünkü yeniden birleşmeler yasın çözümlenemeyeceğine işaret edebiliyor.
Bazı olgularda ise yasa gömülme ile bitmeyen yas tutmanın dinamikleri çakışabilir. Depresyon katı bir şekilde yerleşmemiş ise, hasta başarılı bir şekilde yeniden yaslanabiliyor. İşte bu yüzden Dr. Volkan, yeniden yaslandırma terapisinin sadece bir kez denenmesi gerektiğine inanıyor ve eğer, ilk deneme başarılı olmazsa temel psikolojik değişikliğe odaklı başka bir psikoterapinin uygulanması gerektiğini vurguluyor.
Kitabın bölümleri:
Birinci Bölüm: Komplike olmamış yas
- Kriz döneminde keder
- Yas tutmanın garip cilveleri
- "Normal" keder nedir?
- Kriz döneminde keder: Yadsımadan kabullenmeye doğru…
- Yâdsıma
- Bölme
- Pazarlık etme
- Sıkıntı
- Öfke
- Kederli kriz döneminde düşler
- Yas işi: İlişkiyi değerlendirme ve bırakma
- Psişik eşler
- Yeniden gözden geçirme: İlişkiyi tartma
- Yas işinin gerektirdikleri
- Dışsal yeniden yaşama geçirmeler
- Yas işi sırasında düşler
- Yas tutmaya bir son!
- Acımasız armağanlar: Büyümenin bir aracı olarak yitim
- Özdeşimler
İkinci bölüm: Komplike yas
- Risk etkenleri: Komplike eden koşullar
- Yas tutma yetisini bozan dış koşullar
- AIDS'e bağlı ölümün yasını tutmak
- Kaybeden ve kaybedilen arasındaki bitmemiş meseleler
- Aşılamayan kayıplar ve ergenliğin önemi
- Yadsımada saplanma: Kriz dönemindeki keder
- Kriz dönemindeki kederin iç içe geçen görünümleri
- Kederin yokluğu
- Bitmeyen yas: Yitimin çözümü olmadığında…
- Zıt duygular
- Bitmeyen yastakilerin düşleri
- Ölüler yaşamaya devam ederse…
- Bağlantı nesnelerimiz
- Yasa gömülenler: Keder depresyona dönüştüğünde…
- Sağlıksız özdeşimler
- Yas depresyona dönüştüğünde…
- Düşler
- Depresyona karşı kazanılan zafer
- Ailedeki bir ölüm: Anneler, babalar ve çocuklar nasıl yas tutar?
- Ölüm şekli
- Anneler ve babalar çocuklarını kaybedince…
- Çocuk düşürmenin yası
- Bir kardeşi kaybetmek
- Çocukların yitime karşı verdikleri tepkiler
- Ergenlik
- Çocukluktaki kayıpların sonuçları
- Kaybedilen kişinin yerine geçen kişilerin önemi
- Bir ebeveynin ölümünden sonra özdeşim
Üçüncü bölüm: Çözümler
- Uyum sağlama ve terapi
- Kısa psikoterapi
- Yeniden yaslandırma terapisi
- Yeniden yaslandırmaya genel bir bakış…
- Yaratıcı çözümler: Yas esin verdiğinde
- Yas ve yaratıcılık arasındaki bağlantılar
- Bir göçmenin yasının sonlanması
Haberler.com