Gerçekler ve filmler arasında ay(ı)rım yapabilmek

Melda BEKCAN

Geçtiğimiz günlerde, gazete sayfalarını karıştırırken gördüğüm bir başlığın ardından, beynimde âdeta şimşekler çaktı! Amerika’da meydana gelen kaza sonucunda, raylardan çıkmış bir toplu taşıma aracının verdiği görüntüler için ‘film gibi’ değerlendirmesi yapılıyordu.

Bu aralar, hayatın gerçekleriyle ilişkim farklı bir boyut kazanmış durumda! Çok değil, daha üç beş ay öncesiyle kıyasladığımda şimdi daha dikkatli, daha temkinli ve daha gerçekçi olmakla birlikte; çevreme, olaylara bakış açımdaki değişimin farkındalığıyla biraz şaşkınlık yaşıyorum. Öyle zannediyorum ki bu durumu sizlere en iyi, örneklendirerek anlatabilirim.

Geçtiğimiz günlerde, gazete sayfalarını karıştırırken gördüğüm bir başlığın ardından, beynimde âdeta şimşekler çaktı! Amerika’da meydana gelen kaza sonucunda, raylardan çıkmış bir toplu taşıma aracının verdiği görüntüler için ‘film gibi’ değerlendirmesi yapılıyordu. ‘Nasıl yani! Film gibi mi!’ diye geçirdim içimden. ‘İyi ama zaten filmlerdeki amaç, çekilen sahnelerin gerçek hayata mümkün olduğunca benzetilmesi değil midir? Senaryolarda, gerçek hayattan kesitler alınmıyor mu?’ ‘Eee, o zaman hayatın ta kendisi gözümüzün içine bakarken, nasıl oluyor da biz onu taklitlerine yani filmlere benzetmeye çalışıyoruz ki? Hiç gerçek bir kazadan alınan fotoğraf karesi, filme benzetilebilir mi? Burada büyük bir yanılsama var...

Sonra tam bu düşünceler içinde dalıp gitmişken, geçtiğimiz yıl suikasta uğrayan Pakistan’ın eski başbakanı Benazir Butto ile ilgili yazdığım bir yazıyı anımsayarak gülümsedim. Hadi tahmin edin; Benazir Butto’nun gençliğinde aldığı film teklifini ve iniş çıkışlarla dolu yaşantısını mercek altına aldığım o yazıya koyduğum başlık neydi biliyor musunuz? Film gibi!

Anlayacağınız ben de kısa bir süreye kadar gerçeklerle film sahneleri arasında ay(ı)rım yapmakta epeyce yanılmışım! İşin en kötü tarafı ise televizyon sektörünün içinde olmam nedeniyle, cehaletimin mazereti olmaması. Çünkü çok iyi biliyorum ki sinemanın, dolayısıyla da oyunculuğun en önemli dayanağı gerçeklerdir. Bir film çekimi esnasında ekibin sarf ettiği tüm emekler, çekilen sahnelerin gerçeğe en yakın olabilmesini sağlayabilmek içindir. En iyi dekor, en iyi plastik makyaj, en iyi oyunculuk, en iyi ışık hatta en iyi ölüm bile gerçeğe en yakın olandır; filmlere en çok benzeyen değil! Gerçek sanat, sanatı gizlemektir…

Gerçeklerle ilişiğim sadece film sektöründen ibaret değil. Artık sosyal hayattaki bazı realiteleri de görebiliyorum. Öyle ki etrafımdaki insanlara yüklediğim negatif anlamlarda, aslında kendi payımın olduğunun farkına vardım. Anladım ki bugüne kadar ne arkadaşlarım yüzünden ağladım ben; ne de yakınlarımdı beni hayal kırıklığına uğratan. Bu sebeple onlara kızmamalıyım. Aslında beni üzen şahıslar değildi. Benim muhatabım, bir yandan kendisiyle mücadele ettiğim, diğer yandan da ısrarla görmezden geldiğim, buna rağmen her gün farklı beden ve kimliklerle yanıma gelen gerçeklerdi! Onları anlamaya çalışmadığım için kendimle çatıştım…

Ayrıca bazı konularda hata yaptığım da su götürmez bir gerçekti! Ben de yıllar boyunca yaşıtlarımla bir araya geldiğim her seferde, ‘ailemin beni anlamadığından’ yakındım durdum. Gerekçeler ortadaydı; elbette kuşak farkı, eğitim, teknolojik unsurlar aramızı açmaktaydı! Son zamanlarda kendime soruyorum; Peki, biz onları anlamak için hiç çaba sarf ettik mi? Onların içinde büyüdüğü koşulları, yetiştirdikleri evlatlarından beklentilerini sorguladık mı? Soruyorum ama cevabı ‘gerçekten’ bilemiyorum...