Geçenlerde gazeteyi karıştırırken bir ifade dikkatimi çekti. Bir bayan şarkıcı, oyuncu bir erkekle ilişkisine dair konuşmuş. Haberde ikilinin uzun bir süredir aşk yaşadığı belirtilmiş. Son yıllarda “aşk” duygusu ayaklar altında. Basın önüne çıkan her ilişkiye aşk deyip geçiyor. Ya da herkes aşk yaşadığını söylüyor. Bu yüksek duygu, her yerde ve herkes tarafından yaşanabiliyorsa bu işte bir terslik var. Çok nadir bulunabilecek ve pek az insana nasip olabilecek bu duygu halini meğerse herkes yaşıyormuş!..
Aşk seviye ve olgunluk isteyen, büyük ve derin ruhların ucundan kıyısından yaşayabileceği üstün nitelikli, seçkin bir duygu halidir. Ne zamandan beri her insana ve her anında gelebilmektedir. İlişki ve evliliklerde böyle iddiaları duydukça şahsen merakımı celbediyor. Her defasında da kendime kızmaktan başka bir şey yapamıyorum ve hayretler içerisinde kalıyorum. Şu aşk denen şey epey bir zamandır bana niye uğramıyor acaba.
Sonunda şu tespiti yapıp işin içinden çıkıyorum; herhalde aşk, o gökyüzündeki bulutlardan yağmur damlacıklarına tutunarak tüy adımlarıyla yeryüzüne indi! Ve yağmur olup yağdı da bütün kadın ve erkekler o müthiş iksirden kana kana içti. Ruhları olgunlaştı, bedenleri dinginleşti.
Çiftlerin birbirlerine hitap ederken bolca söyledikleri bir sözcük vardır; “aşkım”. “Bugün okulda neler yaptın aşkım”; “Annem sana selam söyledi aşkım”; “Yarın nereye gidiyoruz aşkım”; “Gelirken gazete arası iki ekmek al da gel aşkım”; “Bizim oğlan yine çişini yapmış aşkım” aşkım da aşkım. Aşağı aşkım yukarı aşkım! Aşkı gündelik merhem olarak her tarafına sür gitsin. Cümlenin sonunu onunla bağla ki aşkın eksik kalmasın.
Şaka bir yana biz üstün nitelikli değer ve duyguları, bol bol tükettikçe içini boşaltıyoruz. Nadir ve narin duygular, tek bir sözcükle ifade edilerek sürekli kullanılır hale gelirse anlam ve değerini kaybederler. Bu durum tüketim toplumu oluşumuzun sonucu olsa gerek. Ne yazık ki her gün ucuz pahalı ne bulursak tüketir hale geldik. Bol ve hızla tüketirken aslında, kendimizi tükettiğimizin farkında değiliz. Ucuz tüketim anlayışımız, sonunda duygularımıza kadar girdi. Defolu hayatlarımızı her vakit onlarla tamir ediyoruz. Cümlenin sonuna bir aşkım ekledik mi, bütün cümle kendine geliyor ve ruh kazanıyor güya. Sanıyoruz ki bu sözcükler, sıradan hayatımızı sıra dışı hale sokacak.
Meşhur şarkıcı demiş ki; “bizim aşkımız magazin dünyasındaki diğer ilişkiler gibi reklam amacı taşımıyor”. Peki bu beyanatınız ne oluyor ve altındaki pozunuz? ve eklemiş; “halk kimin gerçek aşk yaşadığını zaten çok iyi biliyor”. Tövbe estağfurullah!..Kardeşim millet işini gücünü bıraktı sizi mi takip ediyor. İki insan arasında kalan duyguyu nasıl bilsin? Gerçek aşk mı olduğunu çoğu zaman yaşayan dahil kimse bilemez. Hem halk neden bilsin ki?
Bir ilişkinin duygu boyutu, ne kadar çiftler arasında kalırsa o kadar saf ve temizdir. Diğer taraftan ise ilişkinin sosyal boyutu, ne kadar eşler arasından çıkarak toplumsal alana yayılır ve yaygın ilişki bağları kurarsa o kadar güvenilir ve sağlamdır. Özel ve duygusal tarafın mahremiyeti ne kadar çok insana duyulur ve mal olursa o ilişki, çok çabuk yıpranır. Evlilik öncesi ve evlilik sırasında fark etmez; eşlerin özel hayatını en yakınlarından başlayarak saklamak gerekir. Aralarındaki duygu durumu yalnızca eşleri ilgilendirir. Karı-koca da olsa bu özel mahrem alanı, anne ve babalar bile bilmemelidir. Kaldı ki akraba, eş-dost ve uzak birtakım tanıdık ve arkadaşlar bu özel bilgilere hiç erişmemelidir. Eşlerin en yakınından uzağına karşıdan birileri olarak, ilişkiden yansıyanları zaten onlar hissederler.
İlişkinin sosyal boyutu ise ne kadar çok yakın ve uzak çevre tarafından bilinirse o kadar olumludur. Mutluluklara mutluluk katar, değerleri yaygınlaştırır. Bu bakımdan yeni kurulmuş bir ailenin etrafındaki aile, akraba ve tanıdıkları tarafından tanınırlığı ve bilinirliliği çoksa o aile güçlü ve sağlam olacaktır.
Aşkınızı yeniden keşfetmek üzere…