Gençlik, çocukluk ile yetişkinlik arasında yer alan, hızlı bir fizyolojik ve psikolojik değişimin gözlendiği, kişinin ruhsal ve sosyal olarak olgunlaşmaya başladığı, sosyal gerçekliklerin ve kuralların anlamının kavrandığı, gerçek yaşam şartlarına tam bir farkındalık içinde hazırlanıldığı doğal bir geçiş dönemi olarak ifade edilebilir.
Bu dönemde; fiziksel ve fizyolojik, toplumsal, ahlaki, duygusal, zihinsel ve akademik beklenti, ihtiyaç ve gelişmelerden söz etmek mümkündür. Kişinin gelişirken, değiştiği ve “kendisi olmaya” başladığı bir süreçtir. Bu süreçte; duygusal ve zihinsel karmaşıklık, içsel çatışmalar, kuşak çatışmaları, eylem ve söylemlerdeki çelişkiler ve tutarsızlıklar ile yoğun bir anlamlandırma arayışı dikkat çekmektedir. Genç, kimlik karmaşasının ve arayışının tam olarak odağında yer almaktadır. Bu nedenledir ki, bağımsız ve özgür olmak için çabalarken, bağımlı olmaya zorlanması, denenmiş sınırlar içerisinde tutulmaya çalışılması, üstlenemeye- ceği bazı sorumlulukları almaya mecbur bırakılması, kişisel tercihlerinin ve kendisi ile ilgili kararlarının dikkate alınmaması ve yetişkinler tarafından belirlenen kalıplara göre davranma- ya mecbur bırakılması genci oldukça bunaltabilmektedir. Yaşadığı duygusal zorlanmalar, temel yönelişi “kendi kimliğini oluşturmak” olan bir gencin hayat programını daha da karmaşıklaştırabilmektedir..
İşte, bu gerçeklerden dolayıdır ki, çevresinde onun kimlik arayış sürecini destekleyecek “model insanlar” olduğu takdirde; genç, sağlıklı bir “özdeşim” kurabilecek ve başta ailesinden başlamak üzere, içinde yaşadığı topluma doğru gittikçe yayılacak şekilde herkes ile ve her yerde uyum içinde yaşayabilecektir. Böylesine bir uyumluluk ise, ruhen sağlıklı bir insan olmanın temel göstergelerindendir…
Fakat, gençler genellikle çevrelerinde özdeşim kurabilecekleri “doğru rol modellerini” görememektedirler. Bununla birlikte yeryüzünün her coğrafyasında var olan düzensizliklerin, çelişkilerin, tutarsızlıkların, adaletsizliğin ve parçalanmış kimliklerin bir sonucu olarak bir çok genç mutsuzluk yaşamakta, isyan etmekte ve tek kelime ile bazen “çileden çıkabilmekte” ve depresyona girebilmektedir.
Bu çerçeveden ele alındığında depresyon; duygusal, zihinsel, davranışsal ve bedensel bazı belirtilerle kendisini gösteren bir durumdur. En dikkat çekici belirtisi çökkün ruh hali ile kendisine ve çevresine olan ilgisinde belirgin bir azalma ve hemen hiçbir şeyden zevk almama halidir. Böyle bir hal mutsuzluktan farklı bir şeydir. Bu nedenledir ki, mutsuzluk depresyon değildir, depresyonun sadece bir çok belirtilerinden birisidir.
Depresyona girmiş bir genç, duygusal olarak mutsuz, karamsar ve ümitsizdir. Eskiden çok severek yaptığı, fazlaca keyif aldığı iş ve aktiviteler artık ona zevk vermez olmuştur. Sürekli hüzünlüdür ve kendisini yalnız hisseder. Yoğun bir suçluluk duygusu içinde herkese yük olduğunu düşünür. Genellikle yoğun bir iç sıkıntısı, daralma, huzursuzluk ile birlikte, bazen tüm duygularını yitirmiş gibi de hissedebilir. Zihinsel faaliyetlerinde de azalma ve yetersizlikler gözlenebilir. Örneğin; dikkatini toplayamama ve unutkanlık görülebilir…
Ayrıca, depresyon içerisindeki bir gencin enerjisindeki azalmaya bağlı olarak, hareketlerinde yavaşlama, bir işe başlayamama, başladığı bir işi sonuçlandıramama ve aşırı halsizlik şeklinde bazı davranışlar da gözlenebilir. Sosyal ortamlardan uzak durur, sosyal ilişkilerden kaçınır, genellikle yalnız kalmayı tercih eder, sorunlarını ve sıkıntılarını pek kimse ile paylaşmaz.
Aşırı yeme ya da iştah da azalma gibi beslenmesinde de düzensizlikler ile uyuyamama ya da aşırı uyuma şeklinde uyku ile ilgili düzensizlikler de görülebilir. Bu tür belirtilerin en az iki – üç hafta ve sürekli olarak devam etmesi depresyonu akla getirmektedir. Bu durumda olan bir gencin okulu, işi, mesleği, ailesi, sosyal çevresi ve kendisi ile ilgili sorumluluklarının bir çoğunu yeterince yerine getiremediği gözlenir. Ancak, depresyon sürecinde bu belirtilerin tümünün aynı kişide ve aynı anda gözlenmesi beklenmediği gibi, depresyonu düşündüren belirtilerin şiddeti de her gençte farklı şekilde görülebilir.
Depresyonu tetikleyen birçok iç ve dış faktör bulunmaktadır. Fakat depresyonu tetikleyen faktörlerin her biri tek başına depresyona neden olmaz, ama bir araya geldiklerinde depresyon oluşturma ihtimalleri vardır. Bu faktörlerden bazılarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
Bütün bu sıralananlarla birlikte, konu “gençlerde depresyon” olunca, öncelikle gençlerin “kişilik gelişimi”nde ve “kimlik arayışlarında” etkili olan bazı global etkenler üzerinde de durulmasında yarar olduğunu düşünüyorum. Gençlerde depresyonu tetikleyen global (dünya çapında) etkenleri şöyle sıralamak mümkündür:
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Menfaatleri gereği gençleri kendi kontrolleri altında tutmayı ve kendilerine kazanç getirecek şeylere bağımlı kılmayı meslek edinmiş, üzerlerine insan derisi giydirilmiş, ancak insani olan her şeyden ve her şeye uzak olan; toplumların ve dünyanın düzenini bozmaya yönelmiş “insanlığa düşman ve vicdanları körelmiş olan güç Odakları”nın, dünya gençliğini tehdit eden temel problem kaynağı olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu odaklar; sömürmeyi, doğal olanı ve doğanın düzenini bozmayı, yeryüzünde fitne çıkarmayı, fesatçılık yapmayı, ezmeyi, bağımlı kişilikler oluşturmayı, durmaksızın tüketmeye kodlanmış bireylerden meydana gelen toplumsal düzenler kurmayı ve yeryüzünde paraya dönüşebilecek olan her şeyi kontrollerine almayı temel amaç edinmişlerdir..
Bu nedenledir ki, duyarlı her insanın farkında olduğu bu “sakıncalı güç odakları” ilelebet varlıklarını devam ettirebilmek ve düzenlerini korumak adına geleceğin yetişkinleri olan gençlerin “kalplerine, ruhlarına, beyinlerine ve hatta bedenlerine hükmetmeyi ”, var oluşlarının temel amacı olarak görmektedirler.
Ve bu güç odaklarının karar ve yönetim merkezlerinde yer alanlar; kendilerini dünyanın egemenleri ve insanlığın en seçkinleri (! ) olarak görmekte ve göstermektedirler. Ve bu devasa güçlerinden ( ! ) aldıkları ilhamla ve ilkel dürtülerinin tatminiyle coşmaktadırlar. İn- sanlığı ve kâinatın düzenini tehdit eden evrensel problemlerin asıl müsebbibi olan, bu tür egoları şişirilmiş baylar ve bayanlar dün de vardı, yarınlarda da var olacaklardır…
Yeryüzünün dört bir yanına ateş ve ölüm kusan silahları pazarlayan robotik tüccarlar, cehaleti yaygınlaştırarak insanlığı terörün pençesine iten vicdanları yitik evrensel tasarımcılar, cinsellik pazarlamaktan başka malzemesi bulunmayan sakıncalı medya tekelleri, şiddeti meşrulaştırmak adına hiçbir şeyden kaçınmayan beyaz perdenin ve sihirli kutunun prens ve prensesleri ile nesillerin beden ve ruh sağlıklarını bozacak şekilde sistemlerini kurmuş olan uyuşturucu tüccarları bunların başında gelmektedir.
İşte, bu güç odaklarının her biri, hayatının her anında ve her alanında bir genç için başlı başına bir “depresyon” nedenidir ve gençlerin depresyona girmelerinde belirleyici global birer dış etken olabilmektedir…
Bunlarla birlikte bazı ailelerin ve anne-babaların, şartlar ve sanal güçler karşısında teslimi- yetçi tavırları nedeniyle gençler, kültürümüzde çok önemli bir dinamik olan,; her acıya ve her güçlüğe tam bir teslimiyet içinde “rıza göstermek” şuurundan uzak bırakılsalar da ; gerçekte her şeye rağmen korumaya çabaladıkları o tertemiz yürekleri ile kökleri genlerinin gizemli derinliklerinde yer alan vicdanlarını uyandırmaya ve hayata tutunmaya çalışmaktadırlar. An- cak, bunu yaparken bazen sendelemekte, tökezlemekte ve hatta bir tükenmişlik duygusu içinde tam bir ”çaresizlik sarmalı” içine girebilmektedirler. İşte, onların bu hali, psikolojik anlamıyla ve yukarıda ifade edilen belirtileri ile birlikte “depresyon” olarak adlandırılmak- tadır…
Bu karmaşa içerisinde doğal olarak birçok genç, ciddi bir kimlik bocalaması yaşamaktadır. Bu bocalama nedeniyledir ki; kendini tanıma ve tanımlama, “hayır” diyebilme, stres ile baş edebilme ve öfkesini kontrol edebilme ile sağlıklı iletişim kurabilme gibi günlük yaşam becerilerini kazanmada ve bunları içselleştirmede ciddi güçlükler yaşayabilmektedirler.
Global etkenlerin kapsamı alanı içerisinde yer alan her genç; hayatın anlamını ve var oluşunun manasını kavramada, kendisini keşfetme ve ispatlama çabasında, toplumun kendisine yüklediği rolleri yerine getirmede; insanlığa, tabiata, ülkesine, ailesine, sosyal ve fiziksel çevresi ile özel anlamda yaşadığı topluma karşı olan görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmede de; belirsizlik, tedirginlik ve karmaşa yaşamaktadır. Bu karmaşıklığın bir sonucu olarak iç dünyasında tam bir boşluk oluşmakta ve çoğunlukla farkında olmadan kalbini ve zihnini besleyen şiddet, cinsellik, sınırsız tüketim ve “var olmak istiyorsan, yok saymalı ve yok etmelisin” şeklinde egosunu besleyen mesajlarla bunalmakta, bunalım yaşayabilmektedir. Benliğindeki boşluk ile de, bir çok şeyi tüketirken, aslında gittikçe kendini ve gençliğini de tüketmekte ve mutsuz bir sona doğru gidebilmektedir…
Çare, ”kişisel gelişim ütopyası”nın yaldızlı “sahte antidepresan avutucuları”na baş vurmak değildir. Bundan kurtuluşun çaresi;
Carl Gustav Yung’ un ifadesi ile çeşitli psikolojik rahatsızlıklar insanın iç dünyasındaki inanç eksikliğinden de kaynaklanmaktadır. Ona göre eğer bu durum ihmal edilirse, kişi üzerine düşen zorluklara dayanma gücünü de önemli ölçüde kaybeder. Bu nedenledir ki, Yung şöyle demektedir; "Tanrı inancı, insanı, modern hayatın temel özelliklerinden biri olan yalnızlık hissinden kurtararak bölünmüş kişiliğe birlik ve ahenk getirir, bu anlamda olumlu gelişmeye neden olur."
Bunlarla birlikte ayrıca; kendi benlik algısını güçlendirerek; yaratılmış olan her varlığın eksik, zayıf ve muhtaç olduğunun doğal bir durum olduğuna inanmak gerekir. Karşılaşılan her türlü güçlükle baş edebilmek için; toplum, aile, sosyal ve kültürel müesseseler ile birlikte; bireysel beceri ve yeteneklerinde başlı başına birer “özgün güç ve mücadele kaynakları” olduklarına inanmaktır.
Ve bütün bu dinamik güç kaynaklarını harekete geçirebilecek bir özgüvenle, var oluşunun bir gereği olarak tam bir kararlılık içerisinde beden ve ruh sağlığını tehdit eden unsurlarla mücadele edebilmektir. Bütün bunları fark ettikten ve yapması gereken her şeyi, fakat gerçekten her şeyi yaptıktan sonra, içtenlikle ve inanarak olanlara rıza gösterebilmektir…
Sahip oldukları gücü fark eden anne-babalar, insanlığa ve kimliklerine karşı sorumluluklarının gereği olarak ”insanlığın temel değerlerini öğretmeyi” ve yaşatmayı “var oluşlarının amacı” olarak göre- bilen aydınlar ve sanatçılar, gerçek bilim insanları, bireysel psikolojik danışmanlık ve psikoterapi hizmeti veren saygın alan uzmanları, yönetim yetkisini ellerinde bulunduran yöneticiler ve toplumun eğitim sistemini dizayn eden sayın bürokratlar gençlerin ve gençliğin her sorununda sorumluluk sahibidirler. Ve bu sorumluluklarının gereklerini yapmaya da mecburdurlar…
Bilinmelidir ki, ancak ve ancak bu sorumlulukların yerine getirilmesi neticesinde gençler; umutsuzluktan, karamsarlıktan, çaresizlik ve yalnızlık duygularından uzak durabileceklerdir. Zaten, duyarlı her anne-babanın ve sorumluluk sahibi her bilinçli yetişkinin gençlerden temel beklentisi de bu değil midir?