Bazı filmler var ki, ekranda son yazısı yazdıktan sonra seyredenin içdünyasında gösterisine devam ediyor. Asla Beni Bırakma bu tarz filmlerden ve son zamanlarda seyrettiğim en iyi film. Kazuo Ishiguro'nun romanından uyarlanan film, sıkı bir sistem eleştirisi. Seven sevmeyen, seyrederken zevk alan almayan her izleyicinin filmi sorgulamasına sebep olması ne kadar güçlü olduğunun göstergesi.
Tıp biliminde devrim 1952 yılında gerçekleşti. Amansız hastalıklar tedavi edilmeye başlandı ve ortalama insan ömrü 1967 yılında 100 yılın üzerine çıktı' açıklamasıyla başlıyor Asla Beni Bırakma.
1970'li yıllar, İngiltere'de bir yetimhanede. Kimsesiz çocukların yetiştirilmesi için zenginler tarafından finanse edilen okulda; özel olduğuna inandırılan çocuklar dış dünyadan izole bir şekilde yaşıyorlar. Çitlerin dışı tehlikeli, dünyaları o okulla sınırlı. Öncesi yok. O okula nasıl geldiklerine dair hikaye yok. Görüntüde normal bir hayata dair bir süreç yaşanan. Seçilmiş olma şerefini iliklerine kadar hisseden bu çocuklara sıklıkla misyonları hatırlatılıyor. En önemli misyonları bedenlerine iyi bakmak. Bir öğrencinin sigara içmesi diğer insanlara nazaran kat be kat daha zararlı diye hatırlatıyor baş gözetmen misyonlarını.
Yeni gelen bir gözetmen yaralayıcı gerçeği açıkladığında henüz filmin ilk çeyreği bile değil. Asla yaşlanamayacak, asla normal bir insan gibi yaşayamayacak, zamanı geldiğinde organlarını bağışlayarak başkalarına hayat verecek ve misyonlarını tamamlayarak ölecek klonlar onlar. Yedek organ deposu muamelesi yapılan yedek insanlar.
Filmin başındaki 1952 yılında gerçekleşti denilen tıp devrimi bir mana kazanıyor böylece. Her ne kadar kopyalama 1996 yılında koyun Dolly ile girse de dünyamıza ilk çalışmaların başlandığı yıl 1952.
Bilimkurgu yakın ya da uzak gelecekle ilgili hikayenin bugün mümkün olmayan teknoloji ile anlatılması iken; Beni Asla Bırakma geçmişi kurguluyor. Gücü de burada. Geçmiş yıllarda yaşanması, acaba gerçek olabilir mi sorusunu çok güçlü sorduruyor.
Filmin henüz başında bu gerçek çocuklarla birlikte seyirciye de açıklandığı için büyük bir beklenti oluşuyor. İzlemekten öte sorgulamaya başlayınca, beklenti gittikçe yükseliyor. Masumiyeti, aşkı, ihaneti, kötülüğü normal insanlar gibi yaşayan bu çocukların isyan etmesini beklemek beyhude bir çabaya dönüşüyor film ilerledikçe.
Film üç ayrı dönemi anlatıyor. 1970'li yıllar, korku kültürüyle büyütülen çocukların sorgulama yeteneklerinin elinden alınmasıyla birlikte kolayca istenilen şekle sokulabileceğinin altını çiziyor.
1980'li yıllara denk gelen gençlik evresi, kimim sorusuyla birlikte umutsuz bir bekleyişe sahne oluyor. Toplumun alt tabakasına ait bireylerden özellikle serseri ve fahişelerden klonlanmış oldukları detayı, neden hayatlarının değerini anlamıyorlar sorusuna ilk cevap olarak düşüyor zihinlere.
1990'lı yıllar ise donörlük görevinin başladığı, kaç operasyona dayanabileceklerinin hesabını yaptıkları; hikayeyi anlatan Kath'in ise gönüllü bakıcılık adı altında donörlere bakarak kendi donörlüğünü ertelediği zamanlar. Sistem gönüllülerin yaşam süresini uzatırken; hayatlarına daha uzun süre seyirci kalmalarından dolayı daha çok acı çekmelerine sebep oluyor.
Sistemin ürettiği, korku kültürüyle büyüttüğü bireylerde ne merak gelişiyor ne sorgulama ne de karşı koyma. Sistemin biçtiği değeri kabullenme, kendine değer vermemekle eşdeğer.
Yedek parça olarak üretilen, hayatı bağışlayıcı olacağı günü beklemekle geçen donörün modern köleden ne farkı var? Modern köle de başkalarının hayatına ve hayallerine hayat vermiyor mu? Alttakiler üsttekilerin refahı ve mutluluğu için çalışmıyor mu?
Bütün hayatlar değerlidir ama bazı hayatlar daha değerlidir. Masumene bir şekilde insanoğluna hediye edilen organ nakli vicdansızların eline geçince organ mafyasını oluşturmadı mı? Organ nakli ile bazılarına verilen hayat bazıları için ölüm demek olabiliyor. Tıbbın etikten koparıldığında organ bağışının geldiği noktayı anlatan çarpıcı bir film de Nefes Nefese. Görünürde kimsesiz ve yoksul çocukların bedava tedavisini yapan hastanede çalışan doktorların gerçek amacı çocukların her türlü tıbbi bilgisine sahip olmaktır. Organ talebi geldiğinde, hiç tereddütsüz kaza süsü verilerek öldürülen kimsesiz çocuklar, organ deposu olarak görülmektedir çünkü.
Nefes Nefese yaşanan bir duruma dikkat çekerken; Beni Asla Bırakma bir ihtimali, olabilirliği düşündürmek açısından oldukça başarılı bir film. İsyan beklentisini son kareye kadar güçlü tutarak seyredeni sistemi eleştirmeye davet ediyor. Klonların sonlarını bile bile o sona doğru hareket etmelerinden ziyade, ey seyreden kişi sen hayatın için ne yapıyorsun sorusunu soruyor.
Aşk ve sanat zamanı durdurabilir mi sorusunu da sorduran film, henüz insan klonlama gerçekleşmeden olası durumları gözler önüne sererek sanatın gücünü gösterirken; aşk ve sanat insanı kurtuluşa götürür mitini de alt üst ediyor.