Bilinen hamileliklerin yaklaşık %10-20’si düşük ile sonuçlandığını düşünürsek gebelikte düşük yapmanın bir hayli yaygın olduğunu söyleyebiliriz.Ölü doğum ise gebeliklerin yaklaşık %1’lik kısmında görülmektedir.
Bu kayıplar, yaygın olsalar pek gözle görülür değiller. Düşüklerin çoğu, kadın, hamileliğini henüz yakın çevresine söyleyemeden, hamileliğin erken dönemlerinde gerçekleşiyor. Sevilen insanlar gebelikten haberdar olsalar bile, bazen kaybın derinliğini anlayamayabiliyorlar.
Genelde tabu olarak düşünüldüğü için toplum tarafından pek de görülmeyen derin ve etkili bir deneyim olarak ifade ediliyor yaşayanlar tarafından. Gebelik kaybı sonrasında kadınlar, acı çekmenin yanı sıra utanç ve yetersizlik duygularını da deneyimlediklerini söylüyorlar.
Villanova Üniversitesi’nden Psikolog Doç. Dr. Rayna Markin'in yaptığı araştırmalara göre gebelik kaybı yaşayan kadınların yaklaşık çeyreği, uzun süreli adaptasyon sorunları yaşıyor. Gebelik kayıplarının %30’u şiddetli duygusal tepkileri beraberinde getiriyor.
Ve her 10 kadından 1’inde, anksiyete, depresyon ya da post-travmatik stres bozukluğu gibi teşhisi konabilen hastalıkların işaretleri görülüyor. Bu güçlü tepkiler göz önüne alındığında bu deneyimi yaşayan ebeveynlere yardım edebilmek pek de bir çalışma olmadığı ortaya çıkıyor.
Bilişsel-davranışsal terapi (CBT) gebelik kaybı sonrasında tedavi için kullanılan yöntemlerden biri.
Farkındalık uygulamaları, insanların kayıp hakkındaki duyguları ile yüzleşmelerine ve böylelikle bu duyguların güçlerini kaybetmelerini sağlamalarına yardımcı olabilir. Ve harekete geçirme süreci aracılığıyla, psikoterapistler, yastaki hastalarının kendilerine neşe ve anlam getiren aktiviteleri tanımlayıp bunlara katılmalarına yardım ediyorlar. Bu aktiviteler, pozitif destek sağlıyor ve depresif semptomların hafiflemesine yardımcı oluyor.
Birçok insan için ebeveynlik, hayatın en anlamlı geçişlerinden biri. Planlandığı gibi gitmediğinde, gerçekten yıkıcı olabiliyor lakin hayatımıza anlam katan başka şeyler bulmak, bir tür denge algısı yaratabilmek adına çok önemli. CBT tam olarak bu görevi yerine getiriyor.
Gebelik kaybı konusundaki tartışmaların çoğu kadınlar etrafında şekillense de erkekler tarafından yaşanan sıkıntılar olduğu da biliniyor. Söz konusu kadının bedeni olduğundan, hamileliğin erken dönemlerinde kadınlar fetüse daha çok bağlanmaya meyilli oluyorlar; dolayısıyla gebelik kaybı yaşayan kadınlarda birçok özel sorun ortaya çıkıyor ancak bu süreç içerisinde yas yaşayan erkekler olduğunu da göz ardı etmemek, eğer varsa onların üzüntülerini de dikkate almak önemli.
Kadınların ve erkeklerin farklı baş etme yöntemleri, gebelik kaybı sonrasında ilişkide anlaşmazlıklara sebep olabiliyor. Kayıp yaşandığında erkek ile kadının duruma yaklaşımı iki uç noktada oluyor genelde. Kadın, çoğu zaman olay üzerinde konuşmak isterken, erkek tipik olarak daha çok mesafe ve duygusal kontrol arıyor. Çift terapilerinde, kaybın farklı yollarla olsa da partnerlerini de derin bir şekilde etkilediğini kadınlara anlatmak, anlaşmazlıkları önemli ölçüde azaltıyor.
Hikâyeyi baştan yazmak
Center for Reproductive Psychology’den klinik psikologlar Dr. Janet Jeff, Dr. Martha Diamond ve Dr. David Diamond, “üreme öyküsü” adını verdikleri bir yaklaşımla gebelik kaybının etkilerini tedavi etmey amaçlıyorlar.
Hepimiz ebeveynlik hakkında birtakım fikirlerle büyüdük – ebeveyn olmayı seçsek de seçmesek de. Bilinçli ya da bilinçsiz, bir üreme öykümüz var ve bu tür beklenti ve hayallerde bir şeyler ters gittiğinde, bir fetüs ya da bebekten daha fazlasını kaybetmiş gibi hissedebilirsiniz yani bir parçanızı kaybetmiş gibi.
Hastalar ebeveynlik konusunda derin inanışlarının bozulduğunu keşfettiklerinde, hissettiklerinin normal olduğunu ve kendilerini başarısızlıkla suçlamanın anlamsız olduğunu anlamaya başlıyorlar. “Üreme öyküsü konseptinin en iyi yanlarından biri, hastalarımızın hemen 'bu benim hikayemse eğer, kontrol ben de olmalı' diyebilmelerini sağlaması.”
Üreme öyküsü modeli, gebelik kaybından sonra insanların yeniden ebeveynliğe geçiş yapabilmelerine de yardımcı oluyor, diyor Dr. Jaffe ve ekip arkadaşları.
Yeniden hamile kalmanın kaybın acısını azaltacağı inancı aslında doğru değil. Yapılan araştırmalara göre, düşük ya da ölü doğum tecrübesi olan kadınların izleyen hamileliklerinde, anksiyete ya da depresyon oranın çok daha yüksek olduğu görülüyor. Hatta kimi kadınlar açısından bu duygular, sonraki hamileliklerinin çok ileri dönemlerine dek varlığını koruyor – özellikle de birden fazla perinatal kayıp yaşamışlarsa.
Bu sonuçlar, annenin bebeği ile bağ kurabilme yetisini etkileyebilir, diyor Dr. David ve Martha Diamond. “Gebelik kaybı, kişinin kimliği ve benlik algısı üzerinde etkili olabiliyor – ki sonraki çocuklarla bağ kurabilme üzerinde olumsuz etkileri beraberinde getiriyor.” diyor David Diamond. Üreme öyküsü modelinin, hastalara hasarlı benlik algılarını onarabilmeleri adına hikayelerini baştan yazabilmeleri için yardımcı olabileceğine inanıyor. “Amacımız, klinisyenlere, bu kayıpların insanlar için ne anlama geldiğini anlayabilmelerini sağlayacak bir çerçeve sunmak.”