FLORİNALI, AJDAR ve DİĞERLERİ

Rukiye KARAKÖSE

Çağımız, imaj çağı. Yani bir nevi “kendini sunma” çağı. Üniversitede ilgili bölümlerde ilk öğretilen mottolardandır: “Marketing¹ is everything, everything is marketing”  derler. Kişilerin kendilerini “sunmaları, konumlandırmaları” ve kaba tabirle “pazarlamaları” da bu kapsamda ele alınabilir. “Sanatçı”larda durum daha vahimdir. Pek çoğunun kerameti kendinden menkul starlarımız kendilerini yeniden yeniden tanımlarlar ve bize sunarlar bıkıp usanmadan…

Biri “ben müziğin divasıyım” der, diğeri “ben megastarım”, bir başkası “rakip tanımıyorum, en büyük benim!” Sanat, insanı insan yapan, ruhsal ve manevi katmanlarda yükselten en temel değerlerden biri. Ancak günümüzde daha ziyade narsistik, egosu şişkin, alkış bağımlısı olmuş ve sürekli “görülmek, onaylanmak hatta tapılmak isteyen” bir sanatçı modeli hakim.

Evet, çağımız imaj ve pazarlama çağı ve artık narsisizm neredeyse toplumsal boyutta yaşanıyor. “Egosu şişkin biri olmak” özgüveni yüksek olmakla aynı şey zannediliyor yükselen değerler arasında sayılıyor adeta.

Peki geçmişte böyle modeller yok muydu? Kayıtlara geçmiş, grandiyozite (büyüklük sanrıları) sahibi isimler vardır ancak ya bir şekilde insanları etkilemeyi başardıkları için putlaştırılmış ve eleştirilemez olmuşlar ya da yetersiz ve gülünç olduklarından dolayı ciddiye alınmamışlardır.

Florinalı Nazım’ın (1939) hikayesi de bana bu yüzden trajikomik gelir. Çünkü kendisini bir çeşit “kifayetli muhteris” sayabiliriz. Manastır’ın Florina kasabasında doğan şair, hukuk okumuş ve sonrasında İstanbul’da çalışmıştır. Yazdıkları klasik şiir olarak güzel sayılabilecek kalitedeydi. Şair sadece şiir yazmakla yetinmemiş, kendini göstermek ve pazarlamakta abartılı bir çaba göstermiş, ilan sayfalarında para karşılığı şiirlerini bastırmış ve sürekli kendini methetmiştir. Kendisiyle alay mahiyetinde onu öven meslektaşlarının istihzalarını anlamayıp (ya da anlamaz gibi yapıp) bunları da kendi yüceliğine delil saymıştır. Peyami Safa eğlenmek için onu “Türk Şiir Kralı” ilan edince bundan dolayı mest olmuş ve artık eserlerini “Türk Şiir Kralı” olarak imzalamaya başlamıştır. Florinalı Nazım, sırf dikkat çekmek ve gündeme gelmek için ölmüş şairleri anma törenleri düzenler, törende de uzun uzun kendi şiirlerini okuyup kendini ön plana çıkarmaya çalışırdı. Bu durum fark edilince, ölüleri istismar ettiği için eleştirilmiştir.

Türk’ün büyük Zaferi adlı piyesinin sonunda Mustafa Kemal Paşa’ya söylediği şu beyit, narsisizminin boyutlarını gösteriyor:

         Zaman çırpınmasın beyhude, gelmez gayrı dünyaya
         Senin ka’bında bir Gazi, benim ka’bımda bir şair.

Kendi şairliğini Mustafa Kemal’in liderliğiyle, devlet adamlığıyla aynı ölçüde başarılı bulan Florinalı, kendisiyle alay eden hatta onu Mazhar Osman’a havale eden diğer edebiyatçılara başta kızmış olsa da giderek bundan haz duymaya başlamıştı. Bir nevi “Eleştiriliyorum, o halde varım!” düşüncesi. “Vallahi ben yaratılış itibariyle mütevazıım. Aleyhimde yazanlar olmasaydı mahviyetkâr kalacak ve aciz benliğimi ortaya koyamayacaktım” diyen şair, eleştirenlerin onun büyük şairlik kudretini kıskandıkları için böyle davrandıklarını düşünüyordu.

Nasıl? Tanıdık geliyor mu? Çevremizde de “hep akıllı, başarılı, güzel, mükemmel, iyi niyetli, yetenekli vs. vs.” olan, böyle olduğu için (!) asla eleştiriye tahammül edemeyen, egosu tavan yapmış insanlar yok mu? Biri onu eleştiriyorsa mutlaka ve mutlaka kıskanıyordur. “Ya gerçekten hatalıysam?” gibi bir “içgörü”yü ondan bekleyemezsiniz, çünkü hatasızdır (!).

Florinalı’nın hayat hikayesini²  okuyunca  gayrı ihtiyari aklıma Ajdar geldi. Hani şu popstar yarışmasında elenen ve “ben şarkıcı olucaam, görüceksiniiiz!” diyerek orayı terk eden şahıs. Sonrasında “kon kon”, “nane nane”, “çikita muz”, “alırım senden tüm yetkimi” gibi şarkı(!)ları da yazıp bestelemişti hani. İtiraf ediyorum, iş arkadaşlarımla güne pozitif başlamak için sabah neşesi niyetine kliplerini izleyip eğlenmişliğimiz vardır. Ama eğlenilmeyecek gibi değildi ki:

“Şurup gibiyim şurup, turp gibiyim turp turp
Ben ateş sen barut, öptüm seni şap şup
Ha şap ha şup
Şaka değil işte şurup
Krizlere girme beni unutup
Buz gibiyim buz buz
Muz gibiyim muz muz”

Çikita muz şarkısı mesela… Sözlerini anlamaya çalışırken neye uğradığını şaşıran zihniniz bir an için kilitlenebilir. Şaka bir yana, bir dönem ekranda sıkça boy gösteren Ajdar, kâh bestelerini okudu, kâh “ben hiperstarım” diyerek rakipsiz olduğunu ilan etti. Programcılarımız onu bir şarkıcı değil komedi unsuru olarak çağırıp izleyicilerini eğlendirdiler. Eleştirildi, alay edildi, aşağılandı.

Florinalı ile Ajdar’ın megalomanisi, bitmek bilmeyen başarılı olma hırsları çok benzeşi yor. İkisinin şiir krallığı ve hiperstarlık iddiaları benzer derecede gülünç. Sürekli kendilerini övmeleri, eleştiriye tahammülsüzlükleri, kendi benliklerine sevdalanmaları ortak özellikleri. Ama düşününce ikisini bir tutmak Florinalı’ya büyük haksızlık olur. Çünkü Ajdar’ın aksine Nazım, “kifayetli muhteris” sayılabilirdi. Yazdıklarının bir kısmının “şiir sayılabileceği”, insanı duygulandıran, klasik nazma yakışan ifadelerinin olduğu da Ayvazoğlu tarafından ifade edilir. Yani hepten yetenek fukarası değildir. Ancak hatası kendini fazlasıyla abartmak, cidden şiir kralı olduğuna inanmak ve başkalarını da buna inandırmaya çabalamak olmuştur. Bu yüzden de hikayesi trajikomiktir. Ünlü olma ve övülme ihtiyacı, yeteneğinden önde gittiği için alay konusu olmuştur. Keşke narsisizmini bir şekilde dizginleyebilseydi. Ve keşke günümüzün muhterisleri de en azından onun kadar “kifayetli” olabilselerdi…
 

DİPNOTLAR

  • [1] Pazarlama her şeydir, her şey pazarlamadır.
  • [2] Kainatça Tanınmış Türk Şiir Kralı Florinalı Nazım ve Şaşaalı Edebi Hayatı, Beşir Ayvazoğlu, Kapı Yayınları, 2007, İstanbul

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (10)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.