mmert@yeniumit.com.tr / (Yeni Ümit Dergisi)
İnsan fiillerinin meydana gelişi İslâm düşünürlerini eskiden beri meşgul etmiş bir mevzudur. Bu konunun esasını; insanın irâde ve seçme hürriyeti var mıdır? Varsa bunun sınırları nedir? Yoksa tabiattaki mutlak determinizme tâbi olup fiilleri ondan zorunlu olarak mı sudur etmektedir? İnsan gücünün mahiyeti ve fiile tesiri nedir? İrâde ve ihtiyardan başka insanın fiile katkısı var mıdır?.. sorularına verilecek cevaplar oluşturmaktadır. Bu konu incelenirken cüz'î irâde (insan irâdesi), istitâa (insan gücü) ve kesb (fiilin insana nispeti) olmak üzere üç terim karşımıza çıkmaktadır. Burada detaylı bir araştırmayla bu kavramların tahlil ve tenkidine girmeden, ana hatlarıyla Cebriyye, Mutezile ve Ehl-i Sünnet'in görüşlerini arz edeceğiz.
1- Cebriyye'ye Göre İnsan Fiili
Cebriyye'nin önde gelen ismi Cehm b. Safvan insanın iradî fiilleri olmadığını, fiillerinde zorunlu olduğunu (Bağdâdî, el-Fark beyne'l-firak, s.211), yine insanın istitâa ile vasıflanamayacağını (Şehristânî, Milel, I, 87), onun hiçbir şey yapmaya veya kesbetmeye kâdir olmadığını (İbn-i Asakir, Tebyin, s.149) iddia etmiştir. Bu meseleye kazâ-kader hakkındaki genel görüşleri açısından bakan Cebriyye icbarî bir kader anlayışına sahip olduğu için insanın ne irâdesini, ne gücünü ve ne de kesbini kabul eder. Onlara göre insan irâde ve güç sahibi değildir. İrade ve güç sahibi olmayınca fiilini kendisi yapamaz. İnsanın fiilleri, Allah'ın yaratmasıyla meydana gelir. İnsan fiillerinde mecburdur, iradesi, kudreti ve ihtiyarı yoktur. Allah diğer cemadattan sudur eden fiilleri yarattığı gibi insanın fiillerini de yaratır. Nasıl ki; "ağaç meyve verdi", "su aktı", "taş hareket etti", "güneş doğdu ve battı", "gökyüzü bulutlandı ve yağmur yağdırdı", "yeryüzü harakete geçip kabardı ve ot bitirdi" gibi fiiller cemadata mecazen nispet ediliyorsa insana da fiilleri mecazen nispet edilmektedir. Bütün fiiller cebren olduğu gibi sevap ve ikab da cebrendir. (Eş'arî, Makalatü'l-İslâmiyyin, s.278; İsferâinî, et-Tabsir fi'd-din, s.107; Şehristânî, el-Milel ve'n-nihal, I, 87)
Cebriyye bu konuda yalnızca Allah'ın iradesinden bahseden, "Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz." (İnsan Sûresi 30); "Sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidâyet eder." (Kasas Sûresi 55) ve "Ben size nasihat etmek istesem de, eğer Allah dalaletinizi murad etmişse benim nasihatim size fayda vermez." (Hud Sûresi 24) gibi âyetleri tek taraflı delil olarak aldığından –ki buna ifrad metodu denir- böyle bir sonuca gitmektedir. Ancak Kur'ân-ı Kerîm'de insan iradesini konu edinen âyetler de mevcuttur. Bu konuda isabetli bir neticeye ulaşmak, her iki gruptaki âyetleri beraberce mütalâa etmekle mümkündür ki, buna cem metodu denir.
Cebriyye'nin bu düşüncesini desteklemek için şu aklî delilleri ileri sürdüğü görülür: 1- Her şey ezelî ilim sahibi Allah'ın bilgisi dâhilinde meydana gelmektedir. Eğer insan, iradesiyle hareketini değiştirecek olsa bu, Allah'ın ezelî ilmine ters düşer. 2- İnsanı, iradesiyle iş yapan bir varlık olarak görmek, Allah'tan başka yaratıcı kabul etmek mânâsına gelir. Hâlbuki yaratma yalnızca Allah'a mahsustur. İşte Cebriyye'nin dane-i hakikati budur. Ancak her ne kadar Cebriyye ekolü, ileri sürdükleri bu iki itirazda haklı gibi görünseler de, İslâm inancına göre Allah'ın insanı yaptıklarından mesul tuttuğu da bir gerçektir. Cebrî anlayış kabul edilecek olursa, o zaman ya insanın yaptıklarından sorumlu olmaması gerekirdi veya Allah'ın, bir şeyi hem zorla yaptırmak hem de mesul tutmak suretiyle abes işlemiş ve zulmetmiş olması gerekirdi. Hâlbuki Allah, hem abes iş yapmaktan hem de zulmetmekten münezzehtir. İşte Cebriyye'nin yanıldığı nokta burasıdır.
Ayrıca insanın irâdesini pek çok yerde kullandığını anlamak için uzun araştırmalara gerek yoktur. Felçli bir elin irade dışı titremesiyle iradî olarak birine el sallamanın arasındaki farkı, herkes anlayabilir. Basit fiillerden tutun da en önemli meselelerimize varıncaya kadar her işte irademizi kullandığımızı ve kararlar verdiğimizi hayatımızın her cephesinde görmemiz mümkündür. Şunu da belirtmek gerekir ki, cebir görüşü, insanın içinde yaşadığı teşebbüs etme-çalışma-başarma dünyasının realiteleri ve insanın vicdanî kanaatleriyle de bağdaşmamaktadır.
2- Mu'tezile'ye Göre İnsan Fiili
"İnsanın fiillerini kendisinin meydana getirdiği" temel düşüncesinden hareket eden Mu'tezile kelâmcıları, fiillerinde müessir bir iradesi olduğunu da kabul ederler. (Kâdı, Şerh, s.431) Mutezilî âlim Kâdı Abdülcebbâr: "İnsanların fiilleri kendi istek ve kusurlarına dayalıdır, dilerse yaparlar, dilemezse yapmazlar. Dolayısıyla insanların fiilleri, Allah'ın mahlûku (yaratığı) değildir." diyerek insanda müessir bir irâdenin var olduğunu dile getirmiştir. (Kâdı, Şerh, s.771) Mutezilîler "Allah âlemlere zulmetmeyi irade etmez." (Mü'min Sûresi 31) ve "Allah kulların küfrüne razı olmaz, eğer şükrederseniz buna razı olur." (Zümer Sûresi 7) gibi âyetlerden hareketle Allah'ın (celle celâlühü) insanın küfür, şirk, fısk gibi kabih fiillerini irade etmeyeceğini söylemişlerdir. (Kâdı Abdülcebbar, el-Usulü'l-hamse, s. 80-81) Onlara göre insanın iyi fiillerini Allah irade etmektedir; ancak bu iradenin fiilin meydana gelmesinde bir tesiri yoktur.
Mu'tezile'ye göre insanın fiillerini meydana getirmeye istitaati (gücü) de vardır. O, bu gücü kullanarak fiillerini yapar. (Cüveynî, el-İrşad, s.173) Bu güç insanda fiilden önce bulunur. (Eş'arî, Makalat, s.230) Yani bu, insanda sürekli var olan potansiyel bir güçtür. Mu'tezile'nin ileri gelenleri bu gücün ne olduğu hakkında iki görüş ileri sürmüşlerdir. Bunlardan birincisi; Bişr b. Mutemir'e (ö.210/825) aittir. Ona göre insandaki bu güç, bedenin, azaların sağlam ve çalışır durumda olmasıdır. Bu hâliyle insan, kendi fiillerini işleme potansiyeline sahip bulunmaktadır. İkincisi ise; Ebu'l-Huzeyl el-Allâf'a (ö.236/850) aittir. Ona göre de istitâa bedenin sağlamlığından başka ona eklenen bir arazdır. Ancak bu araz kalıcıdır. (Eş'arî, Makalat, s.229; Hayyat, el-İntisar, s.131) Birinci görüşe göre fiilin oluşması için bedenin sağlamlığı ve organların çalışır durumda olması yeterli iken, ikinci görüşe göre fiilin meydana gelmesinde bunlar yeterli değildir, bir de bunlara bir gücün eklenmesi gerekir ki, bu güç kalıcı arazdır. Dolayısıyla her iki durumda da istitaa fiilden önce insanda mevcuttur.
Kesb terimine gelince Mutezilîler, Ehl-i Sünnet'in ortaya koyduğu kesb yaklaşımını kabul etmezler, bunun yerine insanın kendi fiilinin faili veya hâlikı olduğunu düşünürler. Kâdı Abdülcebbâr kesb terimini, tarif edilemez ve dolayısıyla bilinemez bir müşkil olarak telakki ediyor. Bu sebeple insan gücünün fiile doğrudan tesiri fikrinden hareketle kesbi kabul etmiyor. (Kâdı, Şerh, s.366-367) Zaten Mu'tezile'ye göre kul kendi fiilini kendisi meydana getirmektedir. Her ne kadar mütekaddimun mutezilîler, "Kul fiilinin yaratıcısıdır." demekten çekinmişlerse de, sonradan gelenler buna da cüret etmişlerdir. (Cüveynî, İrşad, s.173)
Mu'tezile ekolü; "İnsan, sorumluluğunu üzerine aldığı fiile tam olarak ve her yönüyle hâkim olmalıdır." anlayışı gereği kesb teorisine karşı çıkmıştır. Yalnız, İbn Kayyim el-Cevziyye (ö.751/1349) Mu'tezile'nin, kulun fiilini kendi iradesi doğrultusunda ihdâs ve icat etmesi anlayışlarını onların bir nevi kesb nazariyesi olarak değerlendirmektedir. (İbn-i Kayyim el-Cevziyye, Şifau'l-alil, s.254) Ancak onların düşünce sisteminde Ehl-i Sünnet'te olduğu gibi bir kesb anlayışı olmadığından bunu kesb olarak adlandırmak doğru olmasa gerektir. Zira onlar fiili irade etme, güç yetirme ve meydana getirme safhalarıyla insana nispet ederler.
Netice itibariyle Mu'tezile, fiillerinde insana, isteme, güç yetirme ve meydana getirme açısından tam bir yetki verildiği (tefviz) inancına sahiptir. Buna göre insan, fiillerini kendi serbest iradesi ve Allah'ın onu yaratırken kendisine verdiği güç ile meydana getirmektedir. Mu'tezile'ye göre insan, irade ve ihtiyar sahibidir. Bu iradesini kullanarak kendi kaderini kendisi tayin eder. Böyle bir düşünce, insana mesuliyet yüklemek ve yaptığı işlerden sorumlu tutmak maksadıyla ortaya konulmuştur. Yani bununla, Allah'ı, hem zorla yaptırma hem de mesul tutma gibi bir abesiyet ve zulümden takdis ve tenzih hedeflenmektedir. Mu'tezile'nin dane-i hakikati de budur. Ancak böyle bir düşünce şekli bazı problemleri de beraberinde getirir. Meselâ bu düşüncede, Allah'tan başka yaratıcı kabul etme gibi bir problem vardır. Çünkü yukarıda belirttiğimiz üzere Mu'tezile, "kul fiillerini kendi yaratır" inancını taşır. Fakat insanı fiillerinde tam yetkili görmek de, realite açısından isabetli olmasa gerektir. Zira insan her istediğini yapabilme imkânına sahip değildir. "İnsan gücünün mahiyetini ve etki alanını tespitte en önemli ölçü yaratmadır. Yaratma, yoktan var etmedir. Bu anlamda insanın gücünün ne olduğu ortadadır. O, asla yoktan var etme anlamında yaratıcı bir güce sahip değildir. Yaratma ancak Allah'a aittir ve ondan başka yaratıcı güce sahip olan yoktur." (Gölcük, İnsan ve Kaderi, SÜİFD II, 1986, s. 30.)
3- Eş'arîlere Göre İnsan Fiili
İmam Eş'arî, "Siz dileyemezsiniz ancak Allah diler." (İnsan Sûresi, 30) âyetine dayanarak "Biz ancak Allah'ın bizim istememizi istediği şeyi isteyebiliriz." (Eş'arî, Lüma', s. 108) demiştir. Bu sözlerinden anlaşılmaktadır ki o, insanda küllî (potansiyel) bir irade olduğunu değil, her bir fiil için ayrı ayrı yaratılan hâdis bir irade olduğunu varsaymaktadır.
"Eş'arîler'e göre Allah'ın iradesi her şeyin üstünde ve her şeyi kuşatmaktadır. İnsanın fiilleri de Allah'ın iradesinin hudutsuz kapsamı içindedir. Eş'arîler'de insanın fiillerini irade etmede hürriyetinin olup olmadığı konusunda bir kapalılık vardır. Onlar bu konuda Mu'tezile gibi Allah'ın iradesinin yanında bir de insanda potansiyel bir iradenin varlığını kabul etmekten endişe duyarlar. Bu yüzden onlar, "insanın, fiillerini yapmada iradesi vardır" sözünü açıkça söylememişlerdir. Onlar bu alanda bir orta yolu tutmayı arzulamış; ne Cebriyye'nin, insanın iradesiz oluşu ve ne de Mu'tezile'nin, insanın mutlak irade sahibi oluşu görüşlerini benimsemişlerdir. Onlar bunlardan uzak kalmayı tercih etmişler ve her şeyi Allah'a bırakmayı yerinde bulmuşlardır." (Şerafeddin Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelâm, s.202.)
İstitaate gelince İmam Eş'arî insanda fiillerini yapacağı bir gücün varlığını kabul etmektedir. Fakat bu güç, bir şeyi meydana getirecek mahiyette olmayıp sadece kesbe vasıta olacak mahiyette bir güçtür. (İbn Asâkir, Tebyin, s.149) Eş'arî'ye göre istitâa fiille beraberdir. Fiilden önce mevcut değildir. Fiil meydana geldikten sonra yok olur, varlığı devam etmez. Allah'ın istitaayı yaratması insanın bir şeyi kesbetmesi içindir. İstitaa olmazsa insan hiç bir şey kesbedemez. Fiil istitaadan sonra olamaz. Eğer fiil istitaadan sonra olursa o durumda failin fiilini madum (olmayan) bir kudretle yapmış olacağı iddia edilmiş olur. Hâlbuki kudret arazdır ve fiilden sonra varlığını devam ettiremez yok olur. (Eş'arî, el-Lüma', s.132) Demek ki İmam Eş'arî insan gücünü, sadece fiilin ona nispeti için bir vasıta görmektedir. Eş'arî'ye göre bir istitaa bir fiil için geçerlidir. Bir istitaa birden fazla fiil için geçerli olmaz. Hattâ bir istitaa bir fiilin hem kendisi, hem de zıttı için de geçerli değildir. Yani insan meselâ bir istitaa ile hem iman hem de inkâr edemez. İman istitaasıyla iman edebilir. Küfür istitaasıyla inkâr edebilir. (Eş'arî, el-Lüma', s.136) Buradan anlaşılmaktadır ki Eş'arî, istitaayı tek bir fiilin varlığına sebep olarak yaratılan bir araz olarak görmektedir.
Eş'arî kelâmında insanın fiile katkısını belirlemede ve insan gücünün etki alanını tespitte kesb nazariyesinin önemli bir yeri vardır. Bununla birlikte onun kesb anlayışı açık değildir. Eş'arî, kesb için insana gerekli olan gücün, yaratılmış bir güç olduğu inancındadır. O, bu fikrini şöyle ifade etmektedir: "Bana göre gerçekte iktisabın mânâsı bir şeyin hâdis (sonradan oluşan) bir kudretle meydana gelmesidir. O şey, kudretiyle meydana gelen kimse için kesb olmaktadır." (Eş'arî, Makalat, s.543) Kendisinden önce gelen İmam Şâfiî'de de aynı fikir görülür. İmam Şâfiî kesbi; sonradan meydana gelen bir kudretin taalluk ettiği şey olarak tarif etmiştir. (Şâfiî, el-Fıkhu'l-ekber, s.18-19)
4- Mâtüridîler'e Göre İnsan Fiili
Mâtüridîler, kâinatta olan her şeyin Allah'ın irâdesiyle meydana geldiği, fakat insanın irâdî fiillerinin, onun irâdesi doğrultusunda yaratıldığı kanaatini taşımaktadırlar. Mâtüridî ekolü kelâmcılarından Sâbûnî: "İnsan, kendine özgü bir irâdesi olduğunu nefsinde zaruri bir bilgi olarak bilir." diyerek insanın irâdesi olduğunu ortaya koyar. (Sâbûnî, el-Bidaye, s.71.) Buna "Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin." (Kehf 18/29.) ve "Dilediğinizi yapın." (Fussilet 41/40.) âyetlerini delil gösterir. Ayrıca Sâbûnî; "Şâyet Allah, kâfirin küfrünü istemişse O'nun meşîetinin dışına çıkmak mümkün değildir. Bu durumda kul küfre mecbur olur." şeklindeki bir itiraza karşı; "Kâfir, imana gücü olduğu halde küfrü kendisi isteyip tercih ettiği için Allah'ın da iradesi o fiili yaratmaya taalluk etmiştir." diyerek cevap verir. (Sâbûnî, el-Bidaye, s.72) Onun bu ifadelerinden Matüridîler'in insanda potansiyel bir iradenin mevcudiyetini ve insanın bunu fiillerini irade etme sadedinde kullandığını kabul ettikleri anlaşılmaktadır. İnsanda bulunan irade sıfatı küllî olup yaratılmıştır, ancak onun şeylere tek tek taalluku mahluk değildir. Bunun adı kesb olup insana bırakılmıştır, insanı fiillerinde sorumlu kılan unsur bu iradedir. (bkz. Mustafa Sabri, Mevkıfu'l-beşer, s. 56-58)
İstitaa konusuna gelince Mâtüridîler insanda, fiillerini yaptığı bir gücün varlığını kabul ederler. Fakat onlar, Eş'arîler'den biraz farklı olarak konuya bakar ve Mu'tezile'de olduğu gibi bu gücü ikiye ayırırlar: Birincisi: Bu güç, azaların sıhhatli ve işler durumda olmasıdır ki, bu fiilden önce vardır; fakat fiilin meydana gelmesinde illet değildir. İkincisi: Bu güç, fiil için Allah'ın canlıda yarattığı bir arazdır. İnsan, ihtiyarî fiillerini onunla yapar, fiilden önce yoktur, fiille beraber bulunur ve fiil için bir illettir. Yani fiil onunla meydana gelir. (Nesefî, Tabsıra, II, 113) Mâturidîler'in Mu'tezile'den ayrıldığı nokta, araz olan istitaanın fiilden önce var olmasını kabul etmeyip fiil ânında yaratıldığını söylemeleridir.
Eş'arîler'in aksine Mâturidîler'e göre insanda bulunan bu istitaa bir fiilin hem kendinin hem de zıddının vücut bulması için illettir. Bu hem organların sağlamlığı ve çalışır durumda olması açısından böyledir hem de hâdis kudret açısından böyledir. Eğer öyle olmazsa, meselâ kâfire iman etmesi emrinde olduğu gibi teklif-i mâlâyutâk meydana gelmiş olur. Çünkü bu durumda onun gücü dâhilinde olmayan bir şey ondan istenmiş olmaktadır. Ayrıca bu durum ihtiyarı ve ihtiyari fiillerle zorunlu fiiller arasındaki farkı da ortadan kaldırır. Zira bir şeyin hem kendine hem zıddına illet olmaması sadece zorunluluğa tâbi olanlarda geçerlidir. Meselâ kar soğukluğa, ateş sıcaklığa illettir. Bir kudret hem fiilin kendine hem de zıddına illet olabilmelidir ki, ihtiyar ve teklif ortaya çıksın. (Nesefî, Tabsıra, II, 161-162)
Kesb konusuna gelince İmam Mâtüridî: "Bir fiil kesb yönünden insana, yaratma yönünden de Allah'a aittir." diyerek kesbin varlığını kabul etmektedir. (Mâtüridî, Tevhid, s.228) Bu görüşü ile Mâtüridî, insanda her türlü fiili ve seçimi kaldıran ve onu bir âlet gibi telakki eden Cebriyye ile insanın fiillerinde Allah'ın müessiriyetini kabul etmeyen Mu'tezile arasında orta bir yol tutmaktadır. (Huleyf, a.g.e., s.41) İmam Mâtüridînin bu konudaki görüşleri, "Kulların hareket ve sükun cinsinden her türlü fiilleri gerçek anlamda onların kesbleridir. Allah ise o fiillerin yaratıcısıdır." diyen İmam Azam Ebû Hanîfe'ye dayanır. (el-Fıkhu'l-Ekber, s.5) İmam Şâfiî de bu hususta İmam Azam gibi düşünür. O, insanın amellerinde istitâa (güç) sahibi ve hiç bir zorlama olmaksızın ihtiyar sahibi olduğunu açıkça söyler. (Şâfiî, el-Fıkhu'l-ekber, s.18-19.) Buna göre insan fiilleri, bir kimsenin kendi kudret ve irâdesini bir fiile tevcih ettiği anda Cenab-ı Hakk'ın kudret ve tekvin sıfatlarının teveccüh ve taalluk ile o fiili halk etmesiyle meydana gelir. (Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm, s.226.)
Hulasa; Eş'arîler'e göre insanda potansiyel bir irade mevcut değildir, her bir fiil için irade ayrı ayrı yaratılmaktadır ve sadece fiile meyletmeyi ifade eder. İnsanın gücü de hâdistir ve her fiil için ayrı bir güç yaratılır. Kesb ise bu gücün fiile iktiranından ibarettir. Mâtüridîler'de ise insanda potansiyel bir irade mevcut olup, insan bu iradesini cüz'î hâdiselere sarfetmekte, kendisinde yaratılan hâdis kudretle fiili iktisap etmektedir. Burada iktisab, insan irade ve gücünün fiile tesirini de ihtiva etmektedir. Hâlbuki Eş'arîler'de ikisi arasında sadece bir iktiran söz konusu idi. Bu durumda Eş'arîler'le Mâtüridîler arasındaki fark, iradenin mahiyetiyle kesbin izahında ortaya çıkmaktadır.
Sonuç
Buraya kadar zikrettiğimiz görüşleri özetleyecek olursak insanın fiillerine tesiri konusunda ortaya çıkan tablo şudur:
1- İradeyi bütün bütün yok sayarak, insanları da tıpkı cansızlar gibi şuursuz, iradesiz ve muhtâr değil de muztar kabul edenlerin görüşü diyeceğimiz "cebr-i mutlak" cereyanı.
2- İnsanlarda nisbî bir kudret ve irade farz etmekle beraber, bu sıfatların kat'iyen müessir olmadığını, sadece herhangi bir işe temayül gösterildiğinde bir kudret ve istitaat (istitaat maa'l-fiil) hâsıl olduğunu iddia edenlerin mütalâası sayılan "cebr-i mutavassıt" akımı.
3- İnsanı, mutlak mânâda kendi iradesi ve kendi ihtiyârıyla hareket ediyor gören ve "kul fiilinin hâlıkıdır" diyen, dolayısıyla da ef'âl-i beşeriyenin Allah tarafından kullara havale edilmiş olduğunu söyleyen "mutlak tefviz" hareketi.
4- Cebr-i mutlaka da, tefviz-i mutlaka da "hayır" deyip; insanın kâsib -ki "Herkesin kazandığı iyilik kendi lehine, işlediği fenalık da onun aleyhinedir." bunu açık-seçik ifade eder- Cenab-ı Hakk'ın da Hâlık olduğunu söyleyen Mâtürîdî medresesi. Evet, insanda cüz-i ihtiyârî unvanıyla, bir kesb, bir meyil veya o meyilde bir tasarruf söz konusudur ki, Cenab-ı Hak, yaratacağı şeyleri, şart-ı âdi plânında -O, buna da mecbur değildir- hep böyle bir kesb, meyil veya ondaki tasarrufa göre yaratmaktadır diyen, tefviz-i mutavassıt erbabı kabul edilen Mâtürîdîler.. (F. Gülen, Kalbin Zümrüt Tepeleri, III, 232-233)
Öyle görünüyor ki Mâtüridîler'in tespit ettikleri, insanda irade, ihtiyar ve iktisap hürriyetinin olduğu, yaratmanın ise Allah tarafından yapıldığı hakikati; Allah'ın adaleti, insanın mesuliyeti, Allah'tan başka yaratıcının olmadığı hususlarını birlikte açıklamış olmaktadır. Buna göre Allah, insan iradesini zorlamadığı ve onun istediğini yarattığı için adaletle muamele etmekte, insan ise yaptığı işleri irâde ve ihtiyarı ile kesbettiği için mesul olmaktadır. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak, bizde hem kudret vardır, hem de irade. Bizdeki kudret, mümkün olan fiillerin meydana gelmesinde müessirdir. İrade ise mümkün olan fiillerin işlenmesi ile işlenmemesinden birini tercih etmede müessirdir. Bu müessiriyet insanı hâlık (yaratıcı) konumuna getirmez. Hâlık ancak Allah Teâlâ'dır. İnsandaki kudret ile irade, fiilin kesbi için insana Allah tarafından bahşedilmiş birer sıfattır ki, kul onlarla fiili kesbeder, kâsib olur.