FEMİNİZM VE SİVİL TOPLUM

Bu çalışma, feministlerin siyaset düşüncesi literatürüne kazandırdıkları kavramların ışığı altında sivil toplum kavramının bugünkü içeriğini tatrışmayı amaçlamaktadır.

Prof. Dr. Ömer Çaha


1960'lardan sonra gelişen feminist hareket siyaset felsefesi literatürüne önemli kavramlar kazandırmanın yanısıra bu literatürde yer alan bazı klasik tanımlamaları da  yeniden tanımlama ve gözden geçirme gereğini ortaya çıkardı.  Yeniden tanımlanma durumunda kalan klasik anlayışın başında sivil toplum anlayışı gelmektedir. 18. yüzyıldan itibaren önemi artan sivil toplum kavramını tartışırken, siyaset düşünürlerinin hemen hemen tümü özel alanı kadınla, kamusal alanı da erkekle özdeş tuttular. Oysa feministler yoğun tartışmaya açtıkları teori/siyaset, eşitlik/farklılık ve özel/kamusal gibi karşıt kavramlardan hareket ederek kadını kamusal alanın merkezine oturtmaya çalışmış ve onu özel alanla özdeşleştiren yaklaşımları tersine çevirmişlerdir. Bu çalışma, feministlerin siyaset düşüncesi literatürüne kazandırdıkları kavramların ışığı altında sivil toplum kavramının bugünkü içeriğini tatrışmayı amaçlamaktadır.

Klasik Sivil Toplum Tanımı ve Kadın

18. yüzyılın ortalarına kadar siyasal toplum kavramıyla özdeş  anlamda kullanılan sivil toplum kavramı, sözleşmeci teorisyenler  (T. Hobbes, J. Locke ve J. J. Rousseau) elinde devletin  meşruluğunun  temelini açıklamak yeni bir anlam kazandı. Özel  alan karşıtlığı ile kullanılan sivil toplum kavramı bireyler  arasındaki sözleşmenin alanını oluşturmaktadır.1 Kamusal alanla  aynı anlamda kullanılan sivil toplum, erkek alanı olarak  hakların, eşitliğin, başarının ve mülkiyet ilişkilerinin de  gerçekleştiği alan olarak kabul edildi. Buna karşın sivil topluma  açılamayan ve kadınla bütünleşen özel alan, kan bağları ve doğal  yakınlıklarla sınırlı bir alan olarak kabul edildi. Sivil  toplumda, erkek ailenin reisi, sahibi ve efendisi olurken kadın  da onun emrine girer ve siyasal iktidar karşısında erkeği  aracılığıyla temsil edilir.2 Sivil toplumun bu tanımı Hegel tarafından değiştirildiyse de kadının sivil toplum içindeki yeri daha da pekiştirildi. Hegel,aile ile devlet arasındaki aşamayı oluşturan alanı sivil toplum olarak adlandırdı. Bu alanda yer alan pazar ekonomisi, sosyal sınıflar, şirketler, bireyler ve devlete bağlı olmayan her tür Ükurum ve kuruluşlar sivil toplumu oluştururlar.3 Hegel'e göre sivil toplumun ve arkasından devletin oluşması erkeğin doğasına borçludur. Kadının doğası onun aile ile sınırlı kalmasını sağlarken erkeğin doğası devleti gerçekleştirmesine ve yaşamını kamusal alanda sürdürmesine yol açar. Kadın doğası, yakınlığı, doğallığı, özelliği ve sürekliliği simgelerken erkek doğası, evrenselliği, uzaklığı, özgürlüğü ve bencilliği simgelemektedir. Hegel'e göre Batı'daki çekirdek aile tipi ve iş bölümü tarihsel olarak en doğru iş bölümünü ortaya çıkarmıştır.

Kısaca Hegel'de Geist'in  amacı tarihsel olarak kendini ve amacı olan objektivitesini, yanı akıl ve özgünlüğünü gerçekleştirmektir. Tabiatın insanlaşması ve tarihin oluşması Geist'in kensini  dışsallaşması (externalization) ile gerçekleşir. Tabiatın insanlaşması süreci ise sadece erkekler için işler. Kadın tabiatını dışsallaştıramadığı için ve aile birliğini aşıp kendini sivil topluma, dolayısyla devlete taşıyamadığı için tarihin akışının dışında kalır. Tarih değişse de, erkeler eliyle yeni yeni tarihi evreler yaratılsa da kadın özel alanda, yanı evde ev işi yapar, çocuk doğurur ve bakar ve erkeğin cinsel ve duydusal ihtiyaçlarını karşılar. Bu da  kadını tarihin dışına iter.5

Sivil topluma yeni bir içerik kazandıran diğer bir düşünür de Marx'dı. Marx sivil topluma Hegel'den farklı bir içerik kazandırmasına rağmen onu tümüyle erkek alanı olmaktan kurtaramadı. Hegel'in yarı Tanrısal niteliğe sahip olan devletini, egemen gücün bir üst kurumu olarak kabul eden Marx, sivil toplumu üretimin yapıldığı ve sınıfsal mücadelenin ortaya çıktığı ve sürdüğü alan olarak kabul etti. Marx'ın meşhur formülünde tarihin dinamiğini oluşturan sınıflararası mücadele, kamusal alanda teşekkül eden "üretim sürecinde" meydana gelmektedir. ÀFÀretimin kendisi tarihin motorunu oluşturur. Oysa özel alanda gerçekleştirilen "yeniden üretim" tarihin etkinlik alanının dışına çıkmaktadır. Yeniden üretim faaliyetleri arasında yer alan ev işi, çocuk doğurma ve büyütme, erkeğin cinsel ve duygusal hizmeti, üretimin dışında kabul edilmektedir. Kadınlar tarafından gerçekleştirilen bu faaliyetler toplumsal değişme içinde ancak bir yan ürün olarak yerini almaktadır. Marx'ın dikkatini üretim üzerinde yoğunlaştırması ve yeniden üretimi görmemezlikten  gelmesi feministlerin yoğun eleştirilerine hedef olmuştur.

Görüldüğü gibi klasik sivil toplum teorilerinde kadın sadece sivil toplum alanının dışına geğil aynı zamanda siyasi hayatın da dışına itilmektedir. Klasik Çerçevede oluşan hukukta kadın ne vatandaşlık haklarına sahiptir ne de oy ve mülkiyet gibi haklardan yaralanabilir. Bu yöndeki hakları tamamiyle erkekler tarafından temsil edilmektedir.  Klasik sivil toplum tanımında kadın özel alan ile sınırlı tutulurken, siyasal alan ve onun ürünü olan siyasal gelişme, devlet, tarihsel gelişme vs. Gibi kavramların temeline erkek oturtulmaktadır. İşte bu tanımlamayı kritik noktası alan çok sayıda feminist düşünür Batı düşünce tarihini yoğun bir eleştiri borbardımanına tutmaktadır. Liberal teoriye karşı en sert tepkiyi gösteren siyaset bilimci Carole Pateman Batı siyasal düşünce geleneğinin erkek alanı ile özdeş,kadın ve kadınlığın uzantısı olan tüm etkinlikleri dışlayan bir siyasal kavramlaştırmaya dayandığını ileri sürüyor. Pateman'a göre siyaset ile erkeklik bu siyasi gelenek içinde elele gitmekte ve siyasete karşıt olan tüm tanımlama ve etkinlikler kadın ile özdeşleştirilmektedir. Bunun için sivil toplum ile ilgili tüm argumanların sonuçta kadını bu alandan soyutlamakta sonuçlandığını görüyoruz. Modern toplumda kadınların elde ettikleri ekonomik, sosyal ve siyasal haklar sonucunda kamusal alana erkek kadar girme hakkına ve erkekle eşit hukuksal statüye sahip olduğunu görüyoruz. Bununla beraber modern toplumda ailenin fonksiyonlarının kamusal alana taşınmasıyla özel/kamusal ayrımının eskiden olduğu gibi geçerliliğini koruyamadığını görüyoruz. Özel ile kamusal alanların  birleşmesi bizi sivil toplum kavramını yeniden tanımlamaya sevk etmektedir. Özellikle feminizm gibi son derece önemli bir sosyal hareketin varlığı ve kamusal alana, farlılıklarını kabul attirerek açılma yönündeki talepleri karşısında bu kavramın yeniden formüle edilmesi zarureti pekişir.

Sivil toplum, temelde devletle karşıtlığı ile anlam kazanmaktadır. Son zamanlarda siyaset felsefesi literatüründe bu kavram devletin olmadığı alana işaret etmektedir. Ancak sivil toplumu bu alanla sınırlı tutmak yetmez. Bu nedenle sivil toplumu modern toplumda devlete karşı, anlam sistemi, tanımlama, değer, program ve söylemler geliştirebilecek yeterlilikte ekonomik, ideolojik, ve örgütsel kapasiteye sahip olan sosyal grupların varlığı ile özdeş görmek mümkündür. Sosyal gruplar gerekirse resmi otoritenin politikalarını yeniden oluşturacak, değiştirecek ya da sınırlayacak gücü temsil etmektedir. Bir sosyal hareket olarak feminizmin üç noktada sivil toplum gelişimine katkıda bulunduğunu görüyoruz. Bu katkıları feminist hareket içinde politize edilen ve dillendirilen "eşitlik", "farklılık" ve "otonomi" gibi söylemlerde görmekteyiz. Bu söylemlerle feministler sadece kadına bir takım haklar talep etmekle kalmıyor aynı zamanda modern yaşamda sivil toplumun hem şekillenmesine hem de gelişmesine katkıda bulunuyor. Onun için feminizmi sivil toplum unsuru olarak incelemek ve sivil toplum kavramı üzerindeki etki alanlarını ortaya çıkarmak son derece önemli bir konu olmaktadır.

Bir Sivil Toplum Hareketi Olarak Feminizm

Feminizm temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi  amaçlayan  siyasi  bir harekettir. Kadın-erkek arasındaki ilişkiyi aile, eğitim, iş dünyası, siyasi hayat, kültür ve tarihe kadar geniş bir yelpaze içinde sorgular. Feminizmi genel bir tasnif ile "kadın hakları hareketi" ile "kadının kurtuluşu hareketi" olarak ikiye ayırmak mümkündür.8 Kadın hakları hareketi olarak feminizmin çok uzun bir geçmişi var. Tarihçesini İngiltere'deki sanayi devrimi arefesinde kadının aleyhine ortaya çıkan yeni topluma kadar götürmek mümkündür. Bu çizgide oy hakkı mücadelesi ve kadının eğitim ve çalışma alanına girmesi için verilen yoğun mücadeleyi zikredebiliriz. Bu eğilimin temel amacı kadın için hayatın her alanında eşit haklar elde etmektir. Oysa 1960'tan sonra gelişen ve radikal, sol kanat ve postmodern feministlerin argümanları ile şekillenen kadının kurtuluşu hareketi, eşitliği reddetmekte ve temel amacını kadını ataerkil (patriarchal) toplumun baskısından kurtarma olarak tanımlamaktadır.

Juliet Mitchel feminizmin Onyedinci Yüzyıl İngiltere'sinde feodalizmin bitmesi ve kapitalizmin gelişmesi ile kendini yeni toplumdan dışlanmış bir sosyolojik grup olarak hisseden orta sınıf kadınlarının talepleriyle ortaya çıktığını ileri sürüyor. Yeni burjuvazi sınıfının özgürlük ve eşitlik talepleri karşısında kadınlar da bu hakları talep etmeye başladılar.9 Özellikle Fransız devriminden sonra yeniden formüle edilen devlet, siyasal ve sivil toplum alanlarında kadına yer verilmedi. Kadının asli yeri  olarak  kabul  edilen  aile  ise yükselmekte olan sanayi toplumuna entegre olma durumundaydı. Üretimin evden ayrılarak pazara kayması kadın emeğinin de ev dışına taşmasına yol açtı. Ancak kadınla ilgili siyasal tartışmalar kadının yeni rolünü almasına engel teşkil ediyordu. İşte bu çelişkiden kadın hakları hareketinin doğduğunu görüyoruz. Œ İlk feminist talep oy hakkı etrafında yoğunlaştı. Oy hakkının temel amacı vatandaşlık hakkı elde etmek, dolayısıyla kadının kamusal alana girmesini sağlamaktı. Oy hakkı için mücadele edenler de (Suffragist) ailedeki geleneksel iş bölümünü kabul etmiş ve kadının aile içindeki rollerine karşı çıkmamıştı.10 Oy hakkı mücadelesi Avrupa ve Amerika'da kısa  zamanda yayılmış ve bu mücadele kadına toplumsal her alanda eşit  haklar talep etme yönünde gelişmişti. Kısaca erkeğin toplumsal  kurumlardaki üstünlüğüne son vermeyi amaçlayan bu dalga  Amerika'da 1840, İngiltere'de 1850, Fransa ve Almanya'da on yıl  sonra yanı 1860 ¸ ve İskandinav ülkelerinde 1870'lerde gelişmeye  başladı.11

Fakat feminizmin esas gelişme noktasını 1960 öğrenci hareketleri oluşturdu. Hareket içinde başka amaçlara hizmet ettiklerini düşünen bazı kadınlar ikinci feminist dalgayı ortaya çıkaracak ve farklı amaç ve söylemlerle bugün değişik ülkelerde sayısı binlere ulaşan grupların ortaya çıkmasına öncülük edecekti. Bu tarihten sonra feminizm hem teorik tartışmalarla hem de fiilen gerçekleştirdiği siyasi eylemlerle gelişme gösterdi. Kürtaj hakkı feminist eylem ve kampanyaların merkezi kavramıydı. Bu aynı zamanda ataerkil ideolojiye karşı savaşmanın sembolü olarak kabul edildi. Teorik alanda da cinsiyet ayrımı konusundaki argümanlar yoğunluk kazandı. Bu konudaki öncülerden biri Simone de Beauvoir'dir. Ona göre "kadın doğulmaz, kadın olunur."12Cinsiyet ayrımının analitik bir kavram olarak ele alınması feminist kadınları antropolojik çalışmalara da yöneltmiş ve her kültür ve sosyal kontekstin kendi parametreleri ile uyumlu cinsiyet farklılığı oluşturduğu yönünde argümanlar geliştirmelerine yol açmıştı. Kadın ve erkeğin psikolojik ve davranışsal olarak farklı oldukları ancak bu farklılığın temelinde onların yetişme dönemi olduğu varsayımı üzerinde hararetle duruldu.13 Feministler son zamanlarda dikkatlerini toplumsal analizden söylem analizine, iktidarın kendisinden,kendilerinin temsili haklarına yönelterek postmodernistlerle birØ'bağ kurdular.14 Bunların elinde feminizm teori olmaktan çıkıp Ø'(°°kendini siyasal bir hareket olarak kabul ettirme yoluna girmiş oldu. Bu süreçte feministler, kadın ve erkeğin kadın hakkındaki düşünce modüllerini değiştirme, bilinç yükseltme, alternatifyaşam,  kültür ve kurumlar oluşturmayı içeren yeni yeni politikalar oluşturdular.

Konumuz açısından sormamız gereken soru şudur: Önemli bir sosyal hareket olarak feminizm, devlet ve sivil toplum karşıtlığında nasıl bir yer edinmektedir? Bir sosyal hareketin temel amacı kurulu iktidar yapısı ve dominant norm ve değerleri değiştirmek için kolektif bir birliktelik sağlamaktır. Bununla beraber toplumda derin kökeni bulunan anlam ve değer sistemlerini sorgulama ve yerine yenilerini koymayı amaçlar. Sosyal hareket üzerindeki çalışmaları ile bilinen Paul Wilkinson bir sosyal hareketin varlık sebebi  bilinç oluşturma, normatif vaatler geliştirme, dominant kurumlara karşı eylemler teşvik etme ve bu amaçla yaygın katılım sağlamakta yattığını ileriìsürüyor.15 Kadınların son yıllardaki kolektif faaliyetlerin de cinsiyet, hak, eşitlik, dışlanma, kurtuluş ve özgürlük gibi kavramlar önemle gündeme gelmiş oldu. Doğrusu feministler resmi ideoloji ve öğretilere karşı alternatif üretmede en önemli rolü üstlendiler. Sadece bunu başarmakla kalmamış aynı zamanda bireysel düzeyde insanlara kendilerini yeniden tanımlama ihtiyacını hissettirmişlerdir. Feminizm bu yönüyle sivil toplumun öncü cephelerinden birini oluşturan politikalar geliştirmiştir. Bu politikaların sivil toplumun gelişimine ve devamlılığına katkıda bulunan sonuçlarını üç aşamada görmekteyiz. Birincisi,kürtaj gibi bazı kavramları arka sokaklardan almış ve kamuoyunda tartışılır hale getirtmiştir. İkincisi, cinsiyet gibi toplumsal yaşamdaki derin ve köklü sosyal kurumları sorgulamış ve bunları yeniden tanımlama yoluna gitmiştir.  Son olarak da bir baskı grubu olarak siyasi partiler ve hükümetler üzerinde baskı unsuru oluşturarak kadınların lehine kararlar alınmasını sağlamıştır. Bunun açık örneğini ise Avrupa'da kabul edilen kürtaj yasalarındaØ'görmekteyiz.  Feministlerin geliştirdikleri politikaları göz Ø'(°°önünde bulundurarak bir sınıflama yaparsak feminizmin üç farklı alan ve söylem ile sivil toplum gelişimine katkıda bulunduğunu görürüz: Eşitlik, farklılık ve kamusal otonomi. Bunları tek tek irdelerken aynı zamanda sivil toplum gelişimine katkılarını da inceleyeceğiz.

 Eşit Haklar Politikası

Eşitlikçi feministler mevcut demokratik sistem içinde kalarak kadın için temel sivil haklar talep etmektedirler. Bu tür feministlerin temel amacı cinsiyete dayalı iş bölümünün eşitlik prensibine göre oluşması ve kadınlıkla erkekliğe yüklenen anlamların gözden geçirilmesidir. Eşitlikçi feminizm klasik kökenini Mary Wallstonecraft'ın 1792'de yazdığı Kadın Haklarını Savunma (A Vindication of the Rights of Women) adlı eserinde bulur. Wallstonecraft'a göre kadın kendisi hakkındaki yaygın veyanlış anlayıştan dolayı ikincil duruma düşmüş  durumdadır. Bu yanlış anlayış ise kadının doğal olarak erkekten daha az zeki ve fiziksel anlamda daha güçsüz olduğu inancında yatmaktadır. Bu anlayış ise kadını akademik hayat, kamusal platform ve ekonomik hayatın dışına iter. Wallstonecraft özellikle aydınlanma düşüncesinin kadın doğasına getirdiği yorumlara sert biçimde karşılık vererek kadınla erkekte aklın aynı olduğunu ileri sürdü. Erkeğe atfettiğimiz rasyonaliste, fazilet ve bilgi gibi değerleri atfettiğimizde kadının erkekle  eşit olmaması için hiçbir sebep kalmaz.

John S. Mill de Wallstonecraft'ın yolunda giderek 1869'dayazdığı Kadının  İkincilliği (the Subjection of Women) adlı yapıtında kadının  erkek gibi ekonomik , kültürel ve sivil hakla¬ra sahip olması düşüncesini işledi. Liberal düşüncesinin bir uzantısı olarak kadının da mutluluğun kaynağı olan zevk ve elem gibi dürtülere sahip olduğunu ve dolayısıyla erkekle aynı sivil¬haklara sahip olması gerektiği fikrini savundu. Fakat bu düşünceye rağmen Mill ailedeki iş bölümünün "rıza"ya dayalı olarak gerçekleştiğini ileri sürdü ve bunu savundu. Ona göre bir kadın evliliği tercih etmekle erkek gibi bir meslek seçmiş,dolayısıyla ailenin işletmeciliğini kabullenmiş olur. Erkekle aynı tabiata sahip olmasına rağmen ve aynı ekonomik ve sivil haklarının olmasına rağmen kadının ev kadınlığı ve anneliği tercih edeceğini ileri sürdü.

Çağdaş eşitlikçi feminizm, iddialarını Betty Friedan'a dayandırır. Modern kadın Friedan'a göre, geleneksel annelik ve ev kadınlığında kendini mutlu hissetse bile bunu yapmaktan vazgeçirilmelidir. Bunun için  Betty Friedan'ın 1963'te yazdığı Kadınlık Gizemi (The Feminine Mystique) kadının kamu alanına mutlaka çekilmesi gereğinin tercümanlığını yapar. Gelenekselrolleri tercih etmekle kadın hem yaratıcı kapasitesini kaybedecek?hem de çocuklarının pasif yetişmesine yol açacaktır. Günümüz eşitlikçi feministleri ataerkil toplumun kadını sadeceöğretmenlik, bakıcılık ve temizlik gibi ev işinin uzantısı olanmesleklere uygun gördüğünü ileri sürer. Halbuki kadın da erkekgibi yönetimde, iş hayatında ve ticari hayatta yer alabilir.Bununla beraber bir kısım eşitlikçi feminist politikalarınıntemeline cinsel eşitliği koydu. Bunlara göre cinsel yaşamındakadın da en az erkek kadar özgür olmalıdır. Zillah R. Einsteincinsel eşitlikle kadının toplumun her alanında ikincil konumundankurtulacağını ileri sürüyor.

Kısaca eşitlik politikası devlet politikalarının,  hukuksalnormların ve kurumsal kuralların cinsiyet, etnik ve  ırksal gibifarklı sosyolojik kategorileri görmeksizin eşit  uygulamalardabulunması anlamını taşır. Bu ise kadının erkek   normlarıylaoluşan bir dünya ile bütünleşmesini içermektedir. Bu  nokta femi­nist gruplar arasında önemli bir tartışma noktasıoluşturmaktadır. Çünkü kadının çekilmek istendiği alanın derintarihsel kökenleri vardır. Bunlar da erkek-merkezcil değerlerleoluşmuşlardır. Bunun için eşitlikçi feministlerin argumanlarısonuçta kadını erkek değerlerine entegre eder. Fakat bu noktayı bir kenara bırakarak eşitlik politikasının konumuz açısındantaşıdığı öneme baktığımızda son derece fonksiyonel implikasyonlargörmekteyiz. Sivil topluma katkısı erkek değerlerinin merkezalınmasını sorgulamakta ve erkek-merkezci değerlerinyanlışlıklarını düzeltmekte yatmaktadır. Eşitlik politikasınınkamu alanındaki sonucu "homojen" bir sivil toplumun ortayaçıkmasında yatmaktadır. Eşitlik, sivil toplum farklılaşmasının vebu farklılaşmanın meşruiyetinin hukuksal temellerini teşkil eder.Eşitliği hukuken tescil edilmeyen farklılıkların meşruiyetisözkonusu olamaz. Bu nedenle homojenlik içermesine rağmen eşitlikpolitikası heterojen bir sivil toplumun, yanı farklılık prensi¬bine dayalı bir toplumsal projenin öncülüğünü ve meşru zemininiolusturur.

Farklılık Politikası

Son   zamanlarda  feministler eşitliğin  kadınlar  içinasimilasy¬on anlamı taşıdığı argumanından hareket ederek siyasetfelsefesi alanına yeni kavramlar soktular. Özellikle "adalet"kavramı üzerinde yoğunlaşarak adaletin herkese eşit hak vermeanlamını taşımadığını ileri sürdüler.22 Adaletin temelinin"farklı grupla¬ra farklı haklar" prensibinde arama önerisinigetirdiler. Bu feministlere göre ataerkil kültürün birçok kurumukadınları içinde barındıramayacak niteliktedir. Bu tür kurumlardabırakın eşitliği, kadının varlığı bile sözkonusu olamaz. Bununiçin sosyal, siyasal, bilimsel ve metafiziksel gibi tüm ataerkilörüntülerin köklü bir devrimden geçmesi gerekiyor.23 Çünkü erkekmerkezci ideoloji kadını ikincil duruma düşüren mekanizmalarladopdoludur. Bu makanizmaları Beverly Thiele'ye göre şu şekildesıralamak mümkündür: Kadını kendi benliğine uzaklaştıran soyutla¬ma, cinselliğin özgünlüğünü rededen evrensellik, erkek tabiatınımerkez alan doğallık, hiyerarşik örüntüler oluşturan dualizm veiyete göre iş bölümü yapan düzenleyicilik.

Bütün bunlarataerkil kültürün birer öğesi olduğundan kadının bu öğelerlebütünleşmesi hiçbir zaman ona eşitlik sağlamaz.Œ Feminist siyaset felsefecisi Irıs M. Young kadınlar içinsavunulan farklılık kavramını diğer toplumsal öğelere de     malederek modern hukuku eleştirir. Toplumda her zaman kadın ileerkek, siyah ile beyaz, sağlam ile özürlü, zengin ile fakirarasında derin farklılıklar vardır. Eşit muamele her zamandezavantajlı grubun aleyhine sonuçlanır.  Madem ki sosyal gruplarkapasitede, sosyalleşmede ve kültürel değerlerinde farklılıklararz ediyor  o halde ancak bu farklılıkları gözönüne aldığımızzaman tüm grupların ekonomik ve siyasal hayata katılımınısağlayabiliriz. Evrensel kurallar yerine grupların özeldurumlarına göre hukuksal düzenlemeler yapmalıyız. Örneğinkadınların hamilelik, doğum ve annellik gibi özel durumlarınıgözönünde bulundurarak hukuksal haklar düzenlemeliyiz. Bu arguman örneğinde de görüldüğü gibi farklılığı vurgulayanfeministler, sadece kadınların değil diğer sosyal grupların dadurumunu gözönünde bulundurarak çoğulcu bir toplum yapısınadavetiye çıkarmaktadırlar.

Farklılığı vurgulayan feministler kadını erkeğe benzetmeyeçalışan eşitlikçi feministlerin aksine kadının farklılığınınkadın için avantaj teşkil ettiğini ileri sürüyorlar. Feministyazar Joan W. Scott "feministler farklılığı terkedemezler, çünküÈo bizim en yartıcı analitik aracımızdır" diyor.26 Kadına özgüolan hamilelik, bakıcılık, yakınlık, doğurganlık ve doğayayakınlık gibi ayırdedici ve pozitif değerlerin  bu feministlertarafından hararetle savunulduğunu görüyoruz.  Bu değerlerinayrıca insanlık için erkeğin sahip olduğu değerlerden daha insanive iyi olduğu savunuluyor. Feminist yazar Adrienne Rich feministbir devrimin kadını annelikten uzaklaştıramayacağını  tam tersinebu devrimin, besleyici annelik  kurumu içinde gerçekleşeceğiniileri sürüyor.27 Psikanalist feminist Carol Gilligan da kadın veerkekteki bilgi ve davranış faklılığına dikkat çekiyor. Ona göreinsan sosyal çevresi ile etkileşim içinde gelişerek, zaman,mekan, kişilik ve başkaları gibi kavramlar hakkında bilgi sahibiolur. Kadının yetişme biçimi kadında farklı bir ahlak yapısına yol açar. Erkek ahlakı, adalet, haklılık, kanun, kurallar ve hakgibi değerler etrafında gelişirken kadın ahlakının temelunsurları insanın talep, ihtiyaç ve hisleri oluverir. Erkek aklıherşeyi araçsal olarak alıyorken kadın bilgisi, sezgisel olarakkabul ediyor. İnsanları erkeklik içgüdüsünün yol açtığı olumsuzluklardan ancak kadın ahlakı kurtarabilir. Erkeklik vekadınlık içgüdüsünün derin tarihsel arkaplanı olduğu için bunlardeğiştirilemez. Onun için bu gruptaki feministler "kadınlığı"temel ayrım noktası kabul ediyor ve demokratik hakları ona göretalep ediyorlar.

Feministler son zamanlarda postmodernist düşünürlerin deetkisi altında farklılık kavramına yeni içerikler kazandırdılar.Bilindiği gibi postmodernizm genel ve evrensel iddialara kuşkuile yaklaşır. Feministler de aydınlanma düşüncesiyle berabergelişen tüm aşkın (transcendental) iddiaların beyaz Batılıerkeğin değer yargılarını yansıttığını ileri sürüyorlar.Postmodern feministler bunun için kişilik, bilgi, gerçeklik gibikavramları yeniden tanımlama gereğini gündeme getirdiler. Bunlaragöre  Batı kültürü içinde yetişen bir insan kendini kaçınılmazolarak domi¬nant ve ikincil kurumsal yapıların içinde bulur. Bukurumsal yapılar Batı kültürünün hiyerarşik dualite biçimindekurgulanmasında yatıyor. Zıt kutuplar haline sokulan erkek/kadın ikilemi de kadının ikincilliği ile sonuçlanmaktadır. Onun içinpostmodern feministler ikincilliğe yol açmayan farklı bir kültürve söylem geliştirmeye çalışıyorlar.

Feminizmin postmodern versiyonu Fransız feministleri elindedaha derin ve köklü bir içerik kazandı. Julia Kristeva, LuceIrıgaray ve  HÀ+ÀlÀ+Àne  Cixous  gibi  feminist filozof vepsikanalis¬tlerin tezleri etrafında gelişen Fransız feminizmibugün feminis¬tler arasında ayrı bir ekol oluşturmaktadır.30Fransız feminizmi, farklılık kavramını ataerkil kültür vedüşüncesinde devrim oluşturmak anlamında kullanmaktadır. Fransızfeministlerine göre dil; metafor, farklılık, anlam ve aynı zamanda kadının ikincilliğinin kaynağını oluşturmaktadır. Freudve Lacan'dan etkilenen Kristeva, Irıgaray ve Cixous'a görekadının ezilme kaynağını ekonomik, siyasi ve kültürel yapılardeğil, anlam düzeneği üreten logos oluşturur. Gerçek olarakalgıladığımız herşey erkek tarafından oluşturulan sembolikdüzenin (symbolik order) tezahürüdür. Onlara göre ancakfallosentrizmi çözümleyerek  ve yeniden oluşturarak(deconstruction) kadının ikincilliğine son verebiliriz. Bununiçin bu feministler eşitliğe karşı kadınların kendi dil veyazınlarını geliştirmelerini salık     veriyorlar. Kadına ait birdil ve yazın sadece anlam sisteminde bir devrim yaratmakla kalmazaynı zamanda onun ekonomik, sosyal ve politik tezahürlerinde dedevrim yaratır.32

Feministlerin şu veya bu şekilde ortaya koydukları farklılıkpolitikasının bizim konumuz açısından önemi son derece büyüktür.Kadınları erkekten ayırmak ve onlara farklı değerler yüklemektoplumsal yapıda çoğulculuğun ortaya çıkmasına yol açar.Farkılılık politikasını demokratik açıdan düşündüğümüzde "pozitifayrılıkçı" bir nitelik taşıdığını görürüz. Bu politika üniter vetekcil anlam sistemine temelde önemli bir tehdit unsuruoluşturmaktadır. Bilindiği gibi demokrasının ve çoğulculuğungelişmesi tekci ideoloji ve kültürlerde değil çoğulculuğa açıkkültürlerde mümkün olmaktadır. Böylesi bir çoğulculuk aynı zaman¬da evrensel hukuk çerçevesinin dışına çıkan bazı sosyalkesimlerin varlığını hazmedici ve ona yönelik haklar tayın edicibir adalet anlayışı ortaya çıkarır. Bu da kamusal alana bireysel,grupsal tüm husus ve özelliklerin taşınmasının yollarını açar.Kamusal alan böylece daha zengin ve daha da farklılaşmış olur.Kısaca feministlerin farklılık politikası, sivil toplumun sin quanon'u olan çoğulcu unsurları ile heterojen bir sivil toplumunortaya çıkmasına yardımcı olur. Farklı tarihsel anlayışlara,dolayısıyla faklı kültür ve değer sistemlerine sahip olangrupların da siyasi yaşamda görünmesine, boy göstermesine katkıda bulunur.

Kamusal Otonomi Politikası

Özel ile kamusal alanlar arasındaki ayrım bazı feministgrupların yoğun eleştirisine maruz kalmıştır. Bu ayrımın temeldekadının aile hayatı içindeki ikincilliğine ve ezilmişliğine yolaçtığını düşünmektedirler.  Siyaset biliminde özel ile kamusalalanlar hakkında bildiklerimiz genelde bu ikisinin farklı prensi¬plere sahip olması yönündedir. Özel alan, özgürlük, öznel,eşitsizlik, doğal hisler, aşk ve taraflılığın alanı olarak bili¬nir. Kamusal alan ise evrenselliğin, bağımsızlığın, eşitliğin,ä ve tarafsızlığın dünyası olarak kabul edilir.33Feministler modern siyasi düşüncenin iki alana yüklediği buanlamı sert biçimde eleştirerek bu tanımıyla  özel alanınkadınlar için dayak, şiddet ve evlilik içi tecavüze yol açtığınıve emeğinin sömürülmesine neden olduğunu ileri sürüyorlar.

 Feministler özel/kamusal alan ayrımını, kadınlarıngüçlerini  böldüğü ve kadınları kamusal kaynaklardan soyutladığıiçin sert  bir biçimde eleştiriyorlar. Bu konuda en serteleştiriyi  özellikle liberal düşünce geleneğine yöneltenfeminist siyasetdüşünürü Carole Pateman'dır. Pateman bir adım daha ileri giderekliberal gelenkteki özel/kamusal ayrımının tümüyle erkekdünyasındaki ayrımlar olduğunu ileri sürüyor. Bu ayrımın kadınlariçin evcil ile toplumsal (domestic/social) alan ayrımı anlamınageldiği argümanından hareket ederek, kadının bu ayrımdan dolayımodern  toplum literatüründe özel alan olarak kabul edilentoplum, ekono¬mi ve siyasal alan gibi  alanlardan da dışlanarakĞ sadece ev hayatı ile sınırlandığını savunuyor.34 Radikalfeministlerin önemli bir kısmına göre kadına özgü bir doğallığınolduğu yolun¬daki açıklamalar ataerkil-ideolojik tuzaktan başkabirşey değildir. Kate Millet'e göre kadının ezilme zemininiataerkil sistemin cins/cinsiyet (sex/gender) ayrımı oluşturur.Cins ayrımı aynı zamanda erkelik ve kadınlığa göre roller tanımlar ve bu rolleri kamusal ve özel alanlara göre dağıtır. Bu ideolojik ayrım ataerkil sistemin okul, aile, kilise gibi temelkurumlarında işlenerek geliştirilir.35 Diğer bir feminist yazarMary O'Brien'e göre ataerkil bütün toplumsal kurumlar özel/kamusal ayrımı üzerinde gelişir. Erkek, kamu alanında tarihyazarken, kadın evde hizmet eder, erkek başarır, kadın onunbaşarısını tamamlar. Özel alan siyasi düşünce literatüründeki boyutunu aşarak, bir takım mitler, ideolojiler ve pratikte ataerkiyi kurumlaştıran bir alan olmaktadır. Dolayisiyle özel,erkeğin erkeklik ideolojisinin ve uzantısı olan egemenliğininŒsergilendiği bir alandır.36

Bazı radikal ve sosyalist feministler özel/kamusal ayrımına"kişisel olan siyasaldır" sloganı ile karşılık veriyorlar. 1960ve 1970'lerde bu sloganla ailenin ortadan kaldırılması amaçlanıyordu.  Oysa  son  yıllarda bu sloganın içeriği genişletil¬erek kişisel olanın epistemolojik olarak siyasal olduğuanlamını aldı. Yanı felsefe, edebiyat, dil, bilim vs. gibi kişisel ve akademik uğraşların hepsi siyasaldır. Özel alanısiyasallaştırmanın temel amacı özel/kamusal arasındaki sınırlarıortadan kaldırarak kadının kamu alanına açılmasını sağlamaktır.Özelin ortadan kaldırılması ile ataerkinin üretilme ortamı yokedilmilş olacaktır.

Radikal feministlerin kadını kamuya taşımak içingeliştirdik¬leri önerilerden biri lezbiyen yaşam biçimidir.Bununla, erkekle kadın arasındaki cinsel bağı ortadan kaldırmayıamaçlamaktadırlar. Lezbiyenlik bu feministler için kişisel birtercih olmaktan çok ataerkinin reddini simgeler. Feminist yazarMarilyn French çift eşeyli (androgynous) bir toplum projesiçizer. Ona göre erkekler hükmetme, kadınlar ise zevk almadürtüsüne sahiptirler. Zevk alma en insancıl yaşama biçimidir. Buise ancak çift eşeyli bir kültürde mümkündür.37 Kısacası, sekskişisel bir konu değil, tam tersine baskının, üstünlüğün veiktidarın politikasıdır. Onun için kadının zorunlu olarak kendinibu alanın dışında tutması gerekiyor. Bir diğer öneri de Ø'(°°kadınların kendilerine yüklenen doğurganlık rolünden sıyrılmalarıyönündedir. Ann Oakley kadınların anne olarak doğmadıklarınıfakat anne olmayı toplumsal bir mit olarak öğrendiklerini ileri„sürüyor.38 Bu görüşün en hara¬retli savunucusu Shulamit Firestone,biyolojik bir devrimin zorunluluğunu vurgular. Doğurganlığı kadınbedeninden ayrı araçlarla gerçekleştirmek suretiyle erkek kadınarasındaki ezme/ezilme ilşkisinin yok edilebileceğini ilerisürüyor. Onun için Firestone, tüp bebek gibi yöntemleringeliştirilmesini salık veriyor.39

Kadını kamu alanına çekmenin farklı bir önerisini de Marxistve sosyalist feministler geliştirdiler. Çağdaş marksist feministMargaret Benston kapitalist sanayi toplumunda kadın ev ve aileile özdeşleştirilen basit yeniden üretimi gerçekleştirirken erkekkamu ve fabrikayla özdeş temel üretimi gerçekleştirmektedir. Onuniçin kadın, çocuk bakımı dahil evcil rollerinden sıyrılmadıkçakamu alnına giremeyecek  ve  gerçek anlamda kurtulamayacaktır.Benston'a göre eşit şartlarda kamusal alana girmek yetmez, evişleri¬nin de sosyalleşmesi gerekiyor.40 Sosyalist feministler debuna yakın görüş ileri sürmektedirler. Önde gelen sosyalistfeminist, Juliet Michell kadının kapitalist toplumdaki ezilmedurumunu üretim, yeniden-üretim, cinsellik ve çocuklarıntoplumsallaşması süreçlerinde arar. Mitchell'e göre kadın kamualanında tam bir özgürlüğe kavuşmak için bu alanlardaki rollerinideğiştirmesi gerekiyor. Kapitalizm temelde kÀÀr güdüsünügeliştirdiği için bu alanlardaki faaliyetlerin kadın tarafındanyapılmasını öngörür. Çünkü kadın bu alandaki faaliyetleri dahaucuza mal eder. Bundan dolayı kapitalist, bu alanların sürekliĞ kadına ayrılmasını ister.41 Kadının kurtuluşunu sağlamak içinkadının özel alandaki konumunun değiştirilmesi kaçınılmazolmaktadır.

Konumuz açısından kadının kamu alanında kendine özgüdüşünsel ve davranışsal modüllerle yer alması kadınların otono¬misi anlamına gelmektedir. Bu ise otonom bir sivil toplumun ortaya çıkmasına önemli bir katkıdır. Her grubun kendine özgütarihsel bağları, kültürü, değer sistemi ve tercihi ile kamusalalanda yer alması resmi ideolojiden bağımsız bir varlık alanınıngelişmesine yol açar. Bu aynı zamanda farklı grupların kendiaralarında zorunlu bir dinamik uzlaşmaya gitmelerini sağlar.Sivil toplumda otonominin en az üç sonucunu görmek mümkündür.Birincisi, kendi öz kimliklerinin, kollektif çıkarlarının ve grupbilincinin farkında olan bireyler¬in örgütlenme ihtiyacını ortayaçıkarır. İkincisi, grubun geliştirdiği değerler aracılığıyla grupüyelerini resmi ideolojinin baskısından kurtarır. Son olarak daresmi ideolojinin politika ve uygulamalarına karşı bir vetogücünün ortaya çıkmasına yol açar.

Feminizmi günümüzde artık "uçkuruna düşkun kadınların" yahut"entellektüel kadınların" uğraşları olarak görmek yanlıştır.Günümüz siyaset düşüncesine değişik cephelerden düşünce üretenfeminizm aynı zamanda modern insana yeni bir bakış açısıkazandırmayı amaçlayan ve bu yönüyle modern hayata damgasınıvuran önemli bir siyasi hareket ve söylem görünümü kazanmaktadır.Modern insana alternatif yaşam modelleri sunarken siviltoplum/devlet karşıtlığında da önemli bir sivil toplum unsuruolarak gelişmektedir. Özellikle yukarda analiz edilmeye çalışılaneşitlik, farklılık ve  kamusal otonomi politikalarını karşılıklıetkileşim içinde geliştiren feminizm aynı zamanda etnik, ırksal,dinsel ve ideolojik gibi ayrımlara dayanan diğer sosyal gruplarında kendilerini resmi ideoloji ya da baskın ideoloji karşısındasavunma ve geliştirme formülüne katkıda bulunmaktadır. Feminizmingeliştirdiği üç politik söylem birbirini tamamlayan karşılıklıbir etkileşim içindedirler. Eşitlik politikası, kadınlarapolitika yapma zemini hazırlarken, faklılık politikası, farklıgrupların varlığını kurumsallaştırıp meşrulaştırıyor. Kamusalotonomi politikası ise resmi ideoloji karşısında savunucu ve Ø'(°°ruyucu bir zırh geliştirmektedir. Bu politikalar sadecekadınların değil aynı zamanda diğer sosyal grupların da siviltoplum içindeki konumuna katkıda bulunmaktadır.

Bununla beraber feminizm en önemli etkisini klasik siviltoplum tanımlamalarını aşındırmakta göstermektedir. Yukardagörüldüğü gibi Hobbes'dan başlayarak Gramsci'ye kadar devam edençizgide yer alan bütün siyasi düşünürler sivil toplumutartışırken özel/kamusal ayrımını esas almış ve kadın/erkekrollerini bu ayrıma göre düzenlemişlerdi. Oysa feminizm bu ayrımıortadan kaldırmakla klasik argumanlara da  önemli bir cevapvermekte ve sivil toplum kavramına yeni bir boyutkazandırmaktadır.


Œ™Dipnotlar1. Burada birey kavramı erkeklere işaret etmektedir.

2. Sözleşmeci teorilerde sivil toplum kavramının genişçe birtartışması için Bkz. Frederic Copleskon, A History of(#(#KPhilosophy, Cilt V, Garden City ve New York: 1964.

3. Z.A. Pelczyenski,"Introduction", The State and CivilĞ Ğ FSociety: Studieş in Hegel's Political Philosophy, London:(#(#KCambridge University Press, 1984, s. 50.

4. Seyla Benhabib, "On Hegel, Women and Irony" FeministInterpretations and Political Theory, s. 114.

5.Heidi Ravven, "Has Hegel Anything to Say to Feminists", TheOwl of Minerva, 19, 2, (1988), s. 149.

6. Linda Nicholson, "Feminism and Marx: Integrating KinshipWith the Economic", Feminism as Critique, ss. 24-25.

7.Bkz. Crole Pateman, "The Fraternal Social Contract", CivilSociety and the State. Ayrıca Bkz. Brennon Teresa ve CarolePateman, "Mere Auxiliaries to the Common Wealth", PoliticalStudies, 27, (1978).

8. Gerçi feminist argumanlar sekiz ayrı kategoridetoplanmaktadır;ancak argumanların içerdiği genel anlamitibariyle iki genel kategoriye ayırmak mümkündür. Geniş birfeminist analiz için Bkz. Rosemaria Tong, Feminist Thought:A Comprehensive Introduction, London: Westview Press, Inc.,1989.

9.Juliet Mitchell, "Women and Equality", Feminism andEquality, Der. Anne Phillips, Washington Square and NewYork: New York University Press, 1987, s. 31.

10. Ellen Dubois, "the Radicalism of the Women SuffrageMovement: Notes Toward the Reconstruction of Nineteenth-Century Feminism", Feminism and Equality, s. 14.

11.Drude Dahlerup, "Introduction", The New Women's Movement,Der.  Drude  Dahlerup,  London, vs.:  Sage Publications,1986, ss. 2-3.

12.Simone de Beauvoir, The Second Sex, Der ve İngilizce'ye Çev.H.M. Parsley, New York: Vintage Books, 1973, s. 301.

13. Suzanne J. Kessler ve Wendy Mckenna, "Gender: AnEthnomethodological Approach", New York: John Wiley, 1978,s. 99.

14.Postmodernizm ile Feminzm arasındaki ilişki için Bkz. JaneFlax, "Potmodernism and Gender Rlations in Feminist Theory",Sign, 12, 4, (Yaz 1987).

15. Paul Wilkinson, Social Movements, London: Macmillan, 1971,s. 27.

16. Drude Dahlerup 1975 ile 1985 yılları arasında Avrupa'daKürtaj yasasını kabul eden bütün ülekelerin bir listesiniveriyor. Bkz. A.g.m., s. 12.

17.Mary Wollstonecraft, A Vindication of the Rights of Women,Der. C..H. Poston, New York: Norton, 1975, s. 139.

18.Will Kymlica, Contemporary Political Philosophy: AnIntroduction, (Oxford: Clarendon Press, 1990, s. 248.

19.Jones, "Toward the Revision of Politics", s. 17.

20.Rosemaria Tong, A.g.e., s. 23.

21. Zillah R. Eisenstein, Feminizm and Sexual Equality: Crisisin Liberal America, New York: Monthly Review Press, 1984,ss. 198-199.

22.Adalet kuramının bu yöndeki bir tartışması için Bkz. MichaelWolzer, Spheres of Justice: A Defense of Pluralism andEquality, New Yor: Basic Books, 1983, s. 142.

23. Bu arguman için Bkz. Merle Thornton, "Sex Equality is notEnough for Feminism", Feminist Challenges.

24.Thiele, A.g.m., ss. 35-39.

25.Irıs M. Young, "Polity and Group Difference: A Critique ofthe Ideal of  Universal Citizenship", Feminism and PoliticalTheory, Der. Cass R. Sunsrein, Chicago ve London: TheUniversity of Chicago Press, 1990, s. 120.

26. Joan W. Scott, "Deconstructing Equality -Versus-Difference:  or the Uses of Poststructuralist Theory forFeminism",  Conflicts in Feminism, Der. Marianne Hirsh veEvelyn F.  Keller, New York ve London: Routledge, 1990, s. 142.

27.Bu görüşle ilgili geniş bir tartışma için Bkz. Adrienne Rich,Of Woman Born: Motherhood as Experience and Institutions,  NewYork: W.W. Norton and Co., Inc., 1976.

28. Carol Gilligan, In A Different Voice, Cambridge: HarvardUniversity Press, 1982, ss. 2-23.

29.Susan Borde, "Feminism, Postmodernism and Gender  Scepticism",Feminism/Postmodernism, New York ve London:  Routledge, 1990, s.149.

30. Fransız feminizmi uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Fransızdevriminden sonra kadın hakları yoğun bir tartışma alanıbulmuştur. Ancak Simmone de Beauvoir'in tartışmaları ileFransıız feminizmi yeni bir boyut kazandı. Daha sonraları  isePostmodern argumanların bileşimi ile Fransız feminizmi  tamamenyeni bir boyut kazanarak adeta yeni bir ekol haline  geldi.Fransız feminizminin geniş bir tarihçesi için Bkz.  Elaine Marksve Isabelle de Courtivron, (Der.), French  Feminisms: AnAnthology New York: Schoken Books, 1980.

31.Donna C. Stanton, "Language and Revolution: the Franco-American Dis-Connection", The Future of Difference, Der.  HesterEinstein ve Alice Jardine, New Brunswick ve London:  RutgersUniversity Press, 1985, s. 73.

32. Elizabeth Gross, "Philosphy, Subjectivity and the Body:Kristeva and Irigaray", Feminist Challenges, s. 78.

33.Modern teorideki bu iki alan tartışması için Bkz. StuartHall, "The State in Question", The Idea of the Modern  State,Der. Gregor clennan, David Held ve Stuart Hall,  Milton Keynes vePhiladelphia: Open University Press, 1984.

34. Carole Pateman, "Feminist Critique of the PublicPrivateDichotomy", Feminism and Equality, s. 107.

35.Kate Millet, Sexual Politics, Garden City ve New York:Doubleday, 1970, ss. 43-45.

36.Mary O'Brien, Reproduction the World: Essays in FeministTheory, Boulder, San Francisco ve London: Westview Press,  1989,s. 78.

37. Marilyn French, Beyond Power: On Women, Men and Morals, NewYork: Summit Books, 1985, s. 505.

38.Ann Oakley, Women's Work: The Housewife, Past and Present,New York: Pantheon Books, 1974, s. 187.

39. Shulamith Firestone, The Dialectic of Sex, New York: BantoomBooks, 1970, s. 1.

40.Margaret Benston, "The Political Economy of Women'sLiberation", Monthly Review, 21, 4 (Eylül 1969), s. 21.

41. H. Hartmann, "The Unhappy Marriage of Marxism and Feminism:Towards a More Progressive Union", Women and Revolution: ADiscussion of the Unhappy Marriage of Marxism and Feminism,  Der.L. Sargent, Boston: South End., 1981, ss. 18-19.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Makaleler Haberleri