Düşmanla karşılaştık ve o biziz.' ABD'den her ay gelen dernek dergisindeki yazı bu cümle ile başlıyordu. Bizim ülkemizde yaşanan bazı ayrımlarla bağlantılı olarak tartışılabileceğini düşündüğüm bir kavramdan bahsediyorlar: Zenofobi (Xenophobia). Sözlük anlamı, yabancılardan ya da farklı olan şeyden korkmak, nefret etmek. Sosyal anlamı ise bir anlamda korkutucu. Gerçekçi olmayan bir korku ile bir başka dine, kültüre, etnik kökene sahip olanlara karşı oluşan düşünce ve davranışları anlatır. Hedef alınanlara ilişkin korku genellikle gerçekçi olmadığı gibi, birtakım varsayımlarla, yanlış inançlarla ilişkilidir. Aynı zamanda kendi kültürünü, ırkını, dinini üstün görmeyle ile de bağlantılıdır. Bu fobi insanların günlük yaşamlarında ve iş ortamlarında, okullarda, diğer tüm toplumsal ilişkilerinde ortaya çıkmakta ve bazı kişilere karşı uygulanan şiddeti, olumsuz tutum ve söylemleri savunmak için kullanılır. Sonuç olarak ortaya olumsuz davranışlar, ayrımcılık, sakınma ve zorbalık çıkar. Kendi milletini, etnik kökenini başkalarından üstün görme inancı ile karmaşık bir şekilde bağlantılıdır.
YÜZLEŞMEYE HAZIR MIYIZ?
Amerikalı makale yazarı meslektaşım, kendi ülkesinin zenofobi tarihini eleştirerek başlamış yazısına. "Biz siyahlarla başlayan tarihimizde ülkemizdeki hemen tüm göçmenlere karşı zenofobiyi sürdürmüşüz, şimdi de haberlerimiz benzer örneklerle dolu. Bunu tartışacak ve kendimizle hesaplaşacak aşamaya geldik mi?" diyor. Aynı soruyu biz sorabiliriz. Kendi tarihimizde bunun olmamasıyla övünen bizler, aynaya bakarak yüzleşmeye ve bunu tartışmaya hazır mıyız? Din, kültür, etnik köken tartışmalarını sonraya bırakıp kendi evimizden başlayalım. Farklılıklara ne kadar tahammülümüz var ve çocuklarımızı nasıl yetiştiriyoruz? Çocuklarımızı yetiştirirken onlara farklı olanı anlamayı, kabullenmeyi öğretebiliyor muyuz? Gözlemlerim, yapmadığımızı gösteriyor. "O çocukla oynama," uyarısı ile başlıyoruz. 'O çocuk' yaramaz olabilir, o çocuk hasta olabilir, o çocuğun bedensel bir farklılığı olabilir. Biz çocuğumuza ondan uzak durmayı öğretiyoruz. Uyarılar işe yaramazsa, o çocukla ilgili kötülemelere başlıyor, çocuğumuzu, zarar geleceğini söyleyerek korkutuyoruz. Böylece ilk korku ve nefret tohumlarını atmış oluyoruz. Giyinme tarzı, eğitimi, yaşam şekli, inancı farklı olan komşularımızdan, çevremizdekilerden uzak durarak, hatta onların hakkında kötü, aşağılayıcı konuşarak çocukların bu öğretisini pekiştiriyoruz. Topluma ulaşan yazılı-sözlü her şey buna katkıda bulununca, sonuç kaçınılmaz bir nefret ve düşmanlığa dönüyor. Farklı olan korkutucu mu? Hayır, korkutucu olan bilmemek ve bağnaz olmak. Korkutucu olan, bu korku ve nefretle büyüyen çocukların erişkin halleri. Korkutucu olan, bu çocukların korktukları ve nefret ettikleri diğer çocukların büyümüş halleri. Onlar da nefret ve korku dolu oluyor. Oysa bizim çocuk öykülerimiz hep farklıyı kucaklamaya yöneliktir. O öykülerin sonunda görürüz ki, aslında farklı sandığımız bizim gibiymiş. Farkı yaratan ise bizim aklımız, gözümüz ve beynimizmiş. Çocuklarımızı bu öykülerle büyütürken, nasıl olur da hasta olan arkadaşının aynı sınıfta okumaması için okul yönetimine baskı yaparız? Vicdanları olsun diye çabalarken, nasıl olur da babasının mesleğini ve ekonomik durumunu küçümsediğimiz arkadaşı ile yakın ilişki kurmasını engelleriz? Onlara örnek olmak temel görevimizken, bir başkasının etnik kökeni, dini inancı ya da inançsızlığı, seçtiği giyinme şeklini eleştirerek biz zenofobik oluruz.
KORKUYLA YÜZLEŞMEMİZ GEREK
Her sokağa çıktığımda, her gösteri haberini izlediğimde, her haber dinlediğimde, sosyal medya ya da internette dolaşan yazıları gördüğümde, ben bu soruları daha çok sorar oldum. Yanıtlarını aramaya başladım. İnanıyorum ki bu soruları kendine sormaya başlayanlar arttıkça tedavi kolaylaşacak. Tüm fobilerin tedavisinde olduğu gibi zenofobi tedavisinde temel yöntemlerden biri korku ile yüzleşmektir. Sizce o aşamaya geldik mi?
Sabah