Farklı ortamlarda yetişmiş, değişik kişiliklere sahip iki ayrı insanın, uzun yıllar boyunca hep uyumlu olmalarını ümit etmek fazla iyimser bir beklentidir. Dr. Yusuf Karaçay'ın kaleminden muhteşem bir terapi yazısı..
Dr. Yusuf Karaçay / HAYATİFARKET.COM
İnsan, kalbine uyan bir kalp aradığı, bu zor hayatı bir arkadaşla paylaşmak istediği için Hz. Âdem’den bu yana insanlığın ezici çoğunluğu evliliği tercih etmiştir. Ancak ‘iki ayrı insan’ tarafından oluşturulan aile, bunun doğal sonucu olarak, çatışma ve uyumsuzluk potansiyelini de taşır her zaman.
Farklı ortamlarda yetişmiş, değişik kişiliklere sahip iki ayrı insanın, uzun yıllar boyunca hep uyumlu olmalarını ümit etmek fazla iyimser bir beklentidir.
Ve hayatın zorluklarına karşı bir liman olarak düşünülen ailenin bazen kendisi bir fırtınalı denize dönüp, sorun çözmeye değil sorun üretmeye başlayabilir. Bir artı birin iki bile değil üç etmesi iken istenen, bazen bir artı bir eksi iki etmeye başlar. Bu durumda evliliği masaya yatırmanın, problemlere neşter vurmanın zamanı gelmiş demektir. Bunun en doğru bir yolu da bir uzmana başvurup aile terapisi görmektir.
Genel bir tarif olarak, aile terapisi, bir terapistin yardımıyla aile içi diyalogu düzelten, netleştiren, eşlere anlaşılabilir konuşmayı ve konuşarak anlaşabilmeyi öğreten, karı-kocanın olaylara tek yönlü bakış açısını değiştirip genişleten, aile içinde problem olan davranışlarının farkına varmayı sağlayan bir süreçtir.
Evlilik sorunlarında çevredeki akraba ve yakınlar tarafından yardım amaçlı müdahaleler yapılabileceği gibi, bir terapist tarafından da profesyonel yardım yapılabilir. Ama öyle ama böyle, ciddi bir problem yaşandığında ve ilişki bir ‘fasit daire’ye döndüğünde mutlaka aile dışından bir müdahaleye ihtiyaç vardır.
Çünkü iyi işlemeyen bir sistemin düzelmesi için, sistemin kurallarının değişmesi gerekir. Bozuk bir sistemi değiştirmek ise o sistemin içindeyken (hatta bozulmanın bizzat bir sebebi iken) pek mümkün değildir. Ancak dışardan ve tarafsız gözle bakan birisi sisteme doğru teşhisi koyup yerinde müdahaleyi yapabilir.
Nitekim problemli evlilikler için Kur’ân’da tavsiye edilen de budur: ‘her iki aileden tecrübeli kişilerin hakemliğinde bir değerlendirme.’ (Nisâ: 35)
Bu tür bir yardımı hakkıyla yapanlar da vardır mutlaka, haklarını yemek istemem (ben maalesef pek görmemiş olsam da). Ancak aile-akrabalık ilişkilerinin çoğunlukla gereğinden bile fazla sıkı olduğu ülkemizde, hele akrabaların aile içi problemlere bazen taraf bazen de sebep olduğu durumlarda, bu müdahaleler ‘karı-kocanın arasını bulmak’tan ziyade ‘bizimkini desteklemek’ amacıyla yapılmakta ve sonuç hüsran olmaktadır çoğunlukla.
Dost ve arkadaşlarla yapılan sohbetler ise genellikle danışmak yerine paylaşmak amaçlı olduğundan, sıklıkla sadece çevredeki dedikodu çarkına malzeme sağlamaktadır maalesef. O yüzden bu yardımı bir profesyonel terapistten almak daha uygun olacaktır. Evi için mühendislere danışan insanın, evliliği için de bir psikiyatristten yardim istemesinde bir gariplik yoktur zaten. Nitekim son yıllarda evlilik terapisine başvuran çiftlerin sayısı sürekli artmaktadır.
BAZI NOTLAR
Aslında evliliklerde ortaya çıkan sorunlar, problem olarak görülmeye başladığı zamandan önce de vardır genellikle.
Fakat hayatın farklı devrelerinde (çocukların doğumu, okula gitmeleri, meslek ve para problemleri vb.) çiftler daha çok bu ilişki harici problemler üzerine yoğunlaşır ve bu yüzden evliliğin iyi yürümesini önleyen şeyleri göremez, görse de üstünde durmamaya çalışır, ya da zamanla bu durumun düzeleceğine kendini inandırmaya çalışır. Böylece kısır bir döngüde hayatın hay-huyu içinde problemler giderek birikir ve ertelendikçe büyür.
Fakat bu kısır döngü sürüp giderken, ani ve büyük değişimler, krizler veya kayıplar yaşandığı takdirde ya da uğraşılan (çocuk, iş, geçim derdi gibi) problemler çözülüp aradan çıktığında, kişiler artık ilişkilerini sorgulamaya başlarlar. “Ben ne için bu evliliği sürdürüyorum, bu beraberlikten ne bekliyorum?” gibi sorular sorulur. Daha önce farkına varmak bile istenilmeyen problemlerin ne denli büyüdüğü, eşlerin ne kadar birbirinden koptuğu hayretle fark edilir ve sorunların üzerine gidip onları araştırmaya, yorumlamaya başlar eşler. Sonuçta da çatışmalar ortaya çıkar.
Nitekim deprem gibi büyük felaketlerden veya savaş, kıtlık gibi ciddi kriz dönemlerinden sonra aile içi problemlerin ve de boşanmaların arttığı bilinen bir gerçektir. Geçenlerde gazetelerde çıkan haberlerde 17 Ağustos depreminden sonra İzmit ve Adapazarı’nda boşanmaların neredeyse yüzde yüz oranında arttığı yazılıyordu.
Ama “Neden acaba?” havasında boşlukta bırakılmıştı bu tesbit. Aslında hiç de şaşırtıcı değildir bu. İnsanlar ‘günlerin altına den-den çekerek’ yaşadıkları tekdüze hayat esnasında sormaya vakit bulamadıkları ciddi sorgulamaları, böylesi dramatik dönemlerden sonra daha çok yaparlar ve tüm hayatlarını olduğu gibi evliliklerini de böyle kriz dönemlerinde daha bir kökten sorgularlar. O yüzden, önce deprem, şimdi de ekonomik krizle sarsılan toplumumuzda aile terapisine eskisinden çok daha fazla ihtiyaç olacağı açıktır.
Terapi isteği genellikle ilişkinin artık kopma noktasına geldiği zamanlarda ve daha çok da kadınlardan gelir. “Eşimle anlaşamıyoruz,” “Evliliğimiz yürümüyor” diye doğrudan konuya girenler olduğu gibi, asıl problemi örterek gerginlik, sinirlilik, uykusuzluk gibi belirtilerle terapiste başvuranlara da sıklıkla rastlanır. Sebepleri dile getirmeyip sonuçları çözmeye çalışmak kulağını tersten göstermek gibidir oysa.
Doğrudan aile terapisi için başvuran çoğu çiftin amacı, ilişkilerini, evliliklerini kurtarmaktır. Ama bazen de, tersine, ayrılığı kolaylaştırıp bir an evvel boşanmak için müracaat edenler de olur. Ve hemen daima şu soru sorulur terapiste: “Sizce ne yapmalıyım; ayrılayım mı?”
Bilinmelidir ki, hiçbir zaman bir terapist evliliğin bitmesine ya da devam etmesine karar veremez, vermemelidir. Karar mutlaka eşlere ait olmalıdır. Terapist sadece problemlere farklı bir açıdan bakmaya yardım eder ve aradaki diyalog kopukluğunu çözmekte yardımcı olur. Hatta bu yardım bazen evliliği ‘kurtarır,’ ama bazen de tersine boşanmayı hızlandırabilir bile.
Aslında (ilk anda şaşırtıcı olarak) boşanmak için bile ilişkinin düzelmesi gerekir. Garip ama, böyledir bu. Zira iyi bir diyalog kuramayan eşler boşanmayı bile beceremezler genellikle. Problemli ilişkilerde boşanma fikri, ağızdan kolayca çıkan basit bir çözüm olarak gelse de, yakınlaştıkça uzaklaşılan ve alınması zorlaşan bir karar haline gelmektedir.
İyi bir diyalog olmadan iyi bir ayrılık da olamaz. Kur’ân’daki “Eğer karı-koca (aralarında anlaşarak) boşanırlarsa Allah ikisini de fazlıyla zengin eder” (Nisâ: 130) ifadesi bu noktadan çok anlamlıdır. Marifet, lânet okuyarak terketmek değil, birbirini anlayıp, eğer yürümeyecekse anlaşarak ayrılmaktır. Zaten doğru bir diyalogla verilmemiş ayrılık kararlarının ardından pişmanlık ve geri dönüşler çok olur.
ÖNCE TEK TEK
Evlilik problemi ile başvurulduğunda terapistin ilk yapması gereken hemen aile yapısına yönelmek değil, önce tek tek bireylerin kişilik problemlerini tesbit edip ele almak ve olabildiğince çözmektir. Zira kendi içinde problemli bireylerden oluşan bir ilişkinin dengeli olması tabiî ki çok zordur.
Zaten evlilik problemleri için başvuranların çoğunluğunu kadınların oluşturduğu ve genellikle erkeklerin (gurur yüzünden) terapi yardımına pek sıcak bakmadıkları da bir gerçektir. Bu yüzden biz terapilere sıklıkla sadece hanımlardan başlamak zorunda kalırız.
Burada ilginç bir gözlem olarak belirtmeliyim ki, bugüne dek evlilik problemi yüzünden depresyona girmiş pek az erkek hastam oldu. Ve bana depresyonda gelen bayan hastalarımın hemen hepsinin evliliklerinde sorun vardı ve depresyonun en önemli sebebi bu sorunlardı. Bunu, hanımların ikili ilişkilerden erkeklere kıyasla çok daha fazla etkilendikleri biçiminde de yorumlayabiliriz. Zaten Cemil Meriç kadını ‘merkezi kendi dışında olan bir dünya’ olarak tanımlamıştır.
Yani kadınlar kendileri için ve kendi yollarında yürümek yerine, sevdiklerine (eşlerine, çocuklarına) endeksli biçimde yaşarlar çoğunlukla. Erkeğin ise çoğu kez ailede yolunda gitmeyen şeylere karşı biraz duyarsız olduğu ve kendisini iş, arkadaş ve hobiler gibi yollarla avuttuğu maalesef sık rastladığımız bir durumdur. Bu durumda nasıl ki “Yuvayı dişi kuş yapar;” öyle de, yardım için de genellikle bayanlar başvurur.
Aslında terapiye her iki tarafın da katılması (ki zaten ancak o zaman aile terapisinden bahsedilebilir) evlilik problemlerinin çözümünde sonuç almayı çok daha kolaylaştırır ve terapi süresini de kısaltır. Fakat yine de, ilişkide problem yaşayan bir bireyin tek başına göreceği terapi bile hem ilişki adına, hem de kendi adına çok fayda verebilir.
Nitekim, kişisel gözlemim olarak, bugüne dek evlilik problemleri için bana başvuranların yüzde 60-70 kadarı sadece bireysel görüşme ve terapilerden sonra bile aile hayatlarında ciddi bir düzelme gösterdiler ve çoğu kez eşleri beraber görmek (mümkün olamadığı gibi) çok gerekmedi bile.
Eşlerden sadece birinin ‘değişmesi’ bile ilişkiyi bariz biçimde düzeltebilmektedir yani. Siz değişince karşınızdakinin tavırları da değişir çünkü ister istemez. Duyarsız bile olsa, ‘duvar’ değildir kimse. O yüzden her zaman için yapılacak ilk iş, ‘topu karşıya atmadan’ önce kendini değiştirmeye çalışmak olmalıdır.
Aslında dinen de önerilen tavır bu değil midir zaten? Önce kendine bakmak, kendi hatalarını aramak, başkasını suçlamadan önce kendini ıslah etmeye çalışmak değil midir övülen?
Topu ‘karşıya atmak’ dışında, bir de ‘başkasına atmak’ yanlışı vardır. Özellikle toplumumuzda çok yaşanan gelin-kaynana problemleri bu yönden enteresan bir önem taşır. Çoklukla gördüğüm bir örnek: Aslında karı-koca arasında ciddi uyumsuzluklar vardır.
Ama (genellikle bayan) bu problemleri kabullenmek istemez. Var olan aksaklığı da görmezden gelemeyince kendince bir savunma geliştirip (kaçamak) bir çözüm bulur: “Aslında biz eşimle çok uyumluyuz; ama kayınvalidem vs. eşimi olumsuz etkiliyor, o yüzden anlaşamıyoruz.
Aramızdan çekilseler işler yoluna girer.” Gerçeği inkâr etmek ve bir günah keçisi bulmaktır bu aslında. Takip ettiğim birçok çift (çoğunlukla da bayanın isteği ile) aileden uzağa taşındıklarında evlilik problemleri maalesef aynen devam etti.
Bu konuyla ilgili önemli bir diğer gerçek de, aslında evlilik sorunlarının en önemli sebeplerinden birinin eşlerin kendi çocukluklarından, kendi anne-babalarının evliliğinden miras getirdikleri problemler olduğudur.
Kendi çocukluğunda iyi bir evlilik ilişkisi, sağlıklı bir aile ortamı görmemiş kişilerin bir yandan bu yaşantılara bağlı olarak kişilik problemlerinin olması yüzünden, bir yandan da bilinç altında evliliğe dair yerleşmiş önyargılarının etkisini aşamamışlar ise sağlıklı bir evlilik kurmaları çok zordur maalesef.
Bir bayan hastam olmuştu. İlk başvurduğunda şikayeti uykusuzluk, sıkıntı, sinirlilik gibi şeylerdi. Görüşme esnasında eşiyle de ciddi problemleri olduğu açığa çıktı. Eşi alkol kullanıyor ve sık sık da kendisine dayak atıyordu. Üzücü bir durumdu açıkçası.
Ama olayı biraz daha sorgulayınca anlaşıldı ki, bu, bayanın ikinci evliliğiydi ve ilk eşinden ayrılma sebebi de yine alkol ve dayaktı. İlginçliğe bakın ki, ilk eşinden alkol ve dayak sebebiyle ayrılan bayan ikinci eşini de aynı özelliklere sahip kişiler arasından seçmişti. Tesadüf mü dersiniz? Tabii ki değil.
Sonra çocukluğunu sorgulayınca işin sırrı anlaşıldı. Bu bayanın babası da alkolik ve sinirliydi. Küçüklüğü babasının evde içki içip sebepli-sebepsiz dayak atması ile geçmişti. Bilinç altına şu fikir kazınmış oluyordu bu durumda: “Bütün erkekler içki içer ve dayak atar. Benim evleneceğim kişi de böyle olacak muhtemelen ve ben de annem gibi çile çekeceğim.” Ve bu ‘kendini doğrulayan kehanet’ sonunda iki evliliğinde de gerçek olmuştu.
Bu örnekte de olduğu gibi, evlilik problemlerinde kişilerin kendi anne-babalarından edindikleri önyargıları farkedip değiştirmeleri çok önemli bir yer tutar. Meselâ otoriter bir babayla yetişmiş ve ona hayranlığı süren bir bayan için eşinin yumuşak ve diyalog yanlısı bir karakterde olması bile problem oluşturabilmektedir.
Veya annesi aktif, girişken olan ve onun bu özelliğini benimsemiş bir erkek, karısının sessiz ve pasif olmasını ilgisizlik, sevgisizlik şeklinde algılayabilir. Bu tür yanlış anlamaları farkedip açıklamak ve düzeltmek için uzman bir terapistin şart olduğunu takdir edersiniz.
BOŞANMAYI DÜŞÜNMEMEK
Aile terapisinin başlangıcında ilk önerimiz; boşanmayı düşünmeden, sadece bugünkü sorunları çözmeye odaklanmaktır. Biz evlilik terapisine ilk başvuran çiftlere meselâ altı ay gibi bir süre için ayrılmayı akıllarına bile getirmemeyi tavsiye ederiz. Çünkü “Yürümezse boşanırım” fikri, problemlerin çözümünü engelleyen bir kaçıştır çoğu zaman.
Eşler arasında belli bir konuda gerilim doruğa çıktığında ve ipler gerildiğinde “Bu böyle gitmez, ayrılırım daha iyi” fikri o anki problemi hasır altına atar sadece. Gerilim azalır, ama problem olduğu gibi kalır. Bir süre sonra gerginlik soğuyup ortalık durulduğunda da herşey ‘eski tas, eski hamam’ olur tabii. Sonra film yeni baştan oynar. Kavga> ayrılma fikri> küsüp susma> sakinleşme> unutma> barış> kavga....
Oysa boşanma düşünülmese, “Biz bu sorunu çözmeliyiz” mantığı ile olayların üzerine gidilse, o gergin ortam çözümün de en kolay bulunacağı ortamdır aslında. Malum ya, ‘demir tavında dövülür.’ O yüzden ilk etapta kesinlikle boşanmayı akla bile getirmeden (zaten ebedî hayatta da inşaallah sürecek bir evliliği) kurtarmak amacına odaklanması lâzımdır eşlerin.
DOĞRU DİYALOG
Aile terapisinin en önemli amacı eşler arası diyalogu sağlıklı hale getirmektir. O yüzden terapi görüşmelerinde (ve hatta terapi haricinde baş başa konuşmalarda) belli kurallara uyulması gerekir. Belki gereksiz bir vurgu ama, aslında ilk kural ‘konuşmak’tır. Onca sorun yaşadığı halde birbiriyle haftada bir saat bile olsa konuşmayan nice çift vardır. Oysa insanlar tabiî ki konuşa konuşa anlaşır. O yüzden terapi haricinde de eşlerin belli bir zamanda (meselâ haftanın belli bir gününde bir saat gibi) baş başa konuşmayı prensip haline getirmeleri gerekir.
Ayrıca, sıra ile ve belli sürelerle (örneğin beşer dakika) konuşmak gibi bir kural da faydalı olacaktır. Bu konuşmalarda önce karşısındakinin ne düşündüğü, ne hissettiğine dair kendi anladıklarını ifade etmek, sonra da kendi duygu ve isteklerini dile getirmek, ardından sözü eşine bırakmak gibi bir yöntem uygulanmalıdır.
Özellikle “Sen böylesin” tarzındaki suçlayıcı konuşmaların ve “Hep şöyle yapıyorsun” tarzındaki genellemelerin diyaloga çok zarar verdiği bilinmeli ve bunun yerine “Senin şu davranışın beni şöyle etkiliyor” şeklinde duygu ifadesi ağırlıklı konuşmalar tercih edilmelidir. Aslında, kişiyi değil davranışı eleştirmek, Peygamberimizin de uyguladığı yöntemdir. “Bazıları neden böyle yapıyor?” derdi o. “Sen neden böylesin?” dediği olmamıştır hiç. Zaten ‘kötüsün’ demeyle de kimse iyi olmaz.
Konuşurken çok önemli olan bir nokta da ‘burada ve şimdi’ prensibidir. Geçmişte olan problemleri ısıtıp ısıtıp gündeme getirmek veya geleceğe dair “Şunu düzeltince ilişkimiz yoluna girer” gibi beklentilere sığınmak yerine ‘şu an, burada’ ne yaşandığı, ne hissedildiği üzerine yoğunlaşılması lâzımdır.
Kısacası, usulüne göre konuşmayı öğrenerek, kişilerin 1-kendi duygularını anlatmayı; 2-karşıdakinin duygularını anlamayı; 3-ve bunu yaparken de birbirini kırmamayı öğrenmeleri hedeflenir.
DENEME AYRILIĞI
Bu gayretler başarısız olur ve ayrılık ciddi bir seçenek gibi görünürse o zaman kullanılan yöntem, ilişkinin bir süre askıya alınmasıdır. Onbeş gün gibi bir süre ile eşlerin ayrı yerlerde yaşaması, asla yüz yüze görüşmemeleri, telefonla bile konuşmamaları önerilir. İlginçtir ki, “Boşanmak en iyi çözüm” diye başvuran çiftler dahi bu öneriye çoğunlukla soğuk bakarlar.
Oysa bir ilişkiyi farklı açıdan görebilmenin en iyi yolu, ilişkiye bir süre ‘dışarıdan’ bakabilmektir. Boşanmayı sağlıklı biçimde değerlendirmenin bir yolu da ayrılığı kısa süreli olarak denemektir. Nitekim, Peygamberimizin bile—Talâk sûresinin indirilmesine sebep olan olayda—aile içinde yaşadığı ciddi bir problemin ardından bir süre eşlerinden ayrı kaldığı ve her iki tarafın da boşanma ihtimalini ciddi ciddi düşündüğü hadis ve siyer kitaplarında nakledilmektedir.
Aslına bakarsanız, bu kısa süreli ayrılıkların her evlilikte ara sıra yapılması bile önerilebilir. Meselâ, bazı tatil dönemlerini ayrı geçirmek gibi. Bu tür kısa ayrılıklar eşlerin birbirlerine bakış açılarını tazelemelerine yardım eder genellikle.
BOŞANMA
Eğer tüm bu gayretlere rağmen boşanma kaçınılmaz hale gelmişse (yukarıda da değindiğimiz gibi) bunun ‘medenî’ bir şekilde gerçekleşmesi çok önemlidir. Eğer yapılabilecek herşey gerçekten denenmişse ve beraberlik artık yarardan çok zarar veriyorsa, evliliği sürdürmekte ısrar etmenin fazla bir anlamı yoktur. Bazıları için bir tek anlamı vardır bu ısrarın: çocuklar. Bazı ailelerde ‘çocukların hatırına’ evliliği sürdürmek çok başvurulan ama çoğunlukla faydasız kalan bir çaba olmaktadır. Zira kötü bir evlilik, iyi bir boşanmadan çok daha fazla zarar verir çocuğa.
Her gün kavga, tartışma görmek, kopuk ve gergin bir ortamda büyümek, evliliği bir işkence gibi algılamak çocuk için çok daha fazla yıpratıcıdır. Oysa birbirini suçlamadan, kötülemeden, “Kişiliklerimiz uyumlu değildi, yapmak istedik ama olmadı, bu haliyle hepimize hatta size de zarar veriyordu, ayrılmak daha hayırlıydı” diye anlatıldığında çocuklar da uyum sağlarlar bu yeni duruma genellikle.
Yine de unutmayalım ki, Allah katında en sevimsiz helâl, boşanmaktır. Nisa sûresinde de geçtiği gibi, “Barışmak mutlaka daha hayırlıdır.” (Nisâ: 128)
Peygamberlerin bile zaman zaman yaşadığı, dünya imtihanının bir parçası olan evlilik problemlerini sağduyu ile çözebilmek dileği ile.