Facebook Ölüm ve Yas Duygusunu Nasıl Etkiliyor?

​Zaman zaman ilginç dosyalar açan BBC bu ay "dergi" çalışmasını Facebook'un ölüm ve yas duygusunu nasıl etkilediği konusuna ayırdı. Oldukça ilginç bilgilere yer verilen çalışmanın ayrıntıları şöyle:

Bir süre sonra Facebook’un ölü üye sayısı yaşayanların sayısını geçecek. Geride kalanlar, gidenlerin ölümünü çok daha farklı tecrübe edecek.

Teyzemin ölümünden bir gün sonra, bana bıraktığı Shakespeare kitaplarının içinde bir not bulmuştum: “Kitabın senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Bu da benim sana hediyem olsun.” Sevgiler… Teyzen Jackie

Çok duygulanmış, hemen bilgisayarımda onun Facebook sayfasını açmıştım. Kuzenim fillerle ilgili bir video paylaşmıştı. Teyzem filleri çok severdi. Sonra eski öğrencilerinin ve akrabalarının bıraktığı notları okudum.

Facebook profilinde ise “Baltimore’da yaşıyor” diye yazıyordu.

Sadece profiline bakanlar, başsağlığı mesajlarını okumayanlar anlamazdı öldüğünü. Bir anlamda Facebook’ta yaşıyordu o hala.

İlginç bir duyguydu bu. Uzakta bir bilgisayar belleğinde teyzemin anıları, düşünceleri, ilişkileri muhafaza ediliyordu.

Peki dijital ortamdaki bu varlığımız ölüm düşüncesini nasıl değiştiriyordu? Geride kalan insanlar için bu durum ne ifade ediyordu?

Dijital mezarlık

Facebook’taki ölü üye sayısı hızla artıyor. 2012’de, yani Facebook kurulduktan sekiz yıl sonra 30 milyon üyesi ölmüştü. Bazı tahminlere göre günde 8 bin üye ölüyor.

Yani gün gelecek Facebook’un ölü üye sayısı canlıların sayısını geçecek. Bir anlamda Facebook hızla dijital bir mezarlığa dönüşüyor.

Bazı Facebook profillerinde o kişinin öldüğü duyurularak sayfası bir tür ‘hatıra sayfasına’ dönüştürülüyor. Böylece onlar için doğum günü hatırlatmaları gibi şeylere son verilmiş oluyor. Ama bu işlem ölen herkesin sayfası için yapılmıyor.
Bazılarının yakınları, onların ismiyle düzenli paylaşımlarda bulunmaya, dijital kimlikler yaşatılmaya devam ediyor.

Sosyal medya yaşanan anın gücünü, o anda insanlarla ve dünyayla bağlantı halinde olmanın önemini öğretti. Şimdi de belki bütün bunların ardından, geride bırakacağımız miras konusunda düşünmenin zamanı geldi.

Eskiden önemli insanlar böyle miraslar bırakırdı. Dijital teknoloji bunu değiştirdi. Araştırmalar bugün insanların otobiyografilerini yazmak için haftada 12 saat harcadığını ortaya koyuyor.

Dijital ruh

Örneğin annem öldüğünde benim çocuklarım onun Facebook sayfasına bakarak onu tanıyabilir; paylaşımlarına, beğenilerine, gittiği yerlere bakarak onun hakkında fikir sahibi olabilir.

Yani sosyal medyada bıraktığımız izler bir anlamda bizim dijital ruhumuzu oluşturuyor ve öldüğümüzde dijital ruhumuz var olmaya devam ediyor.
Son yıllarda birçok teknoloji şirketi bu dijital ruh olgusu üzerinde duruyor. 2014’te kurulan Eterni.me, siz öldükten sonra yaşamaya devam edecek dijital kimliğinizi sizin adınıza oluşturma vaadinde bulunuyor.

Bu tür programlar başarılı olursa, insanların ölmeden önce bırakacakları mesajlar, zeki dijital kimlikler sayesinde zamanı geldiğinde geride kalanlara aktarılabilecek.
Martine Rothblatt’ın fikir babası olduğu Bina 48 adlı robot ise konuşma ve anıları içeren bir veri tabanına sahip. Bu yolla, ölen kişilerin kimliğine bürünen robotların, onların klonları olarak herhangi bir olayda onlar gibi düşünüp tepki vererek o kişiliklerin daimi olması hedefleniyor.

Peki sevdiklerimizin bu şekilde dijital olarak yaşamaya devam etmesi bizim yas tutmamızı nasıl etkileyebilir?

Yasın evreleri

Yas konusundaki en önemli eserlerden biri, Elisabeth Kubler-Ross’un 1969’da yazdığı On Death and Dying (Ölüm ve Ölme Üzerine) adlı kitabıdır.

Burada, yasın beş evresinden söz edilir: İnkâr, öfke, pazarlık/ keşke, depresyon ve kabullenme.

Bugün ise uzmanlar kitabın ana fikrini, yani yasın olması gereken biçimini, ölenden ayrılmayı bilip hayata devam etmek gerektiği sonucunu çıkarma şeklindeki algıyı eleştiriyor.

Bugün ise bazıları, yas tutanlara, sevdiklerinin farklı bir biçimde onlarla olmaya devam edeceğini söyleyerek yardımcı olmaya çalışıyor.

Yas süreci bir noktada hala hayata devam etmeyi, yani bir anlamda unutmayı gerektiriyor. Sevdiklerimizin bir zamanlar var olduğunu, ama artık bizimle olmadıklarını hatırlamayı.

Dijital çağda unutmak?

Ama dijital veriler unutmamıza izin vermiyor.

2009’da yazdığı Delete: The Virtue of Forgetting in the Digital Age (Sil: Dijital Çağda Unutma Erdemi) adlı kitabında Viktor Mayer-Schonberger insanın unutma becerisinin önemli olduğunu söylüyor. Unutmanın geçmişin zincirlerinden kurtulmamızı, o anı yaşamamızı sağladığını belirtiyor.

Dijital teknoloji ise ölenleri hatırlamaya zorluyor bizi. Geçmişte ölenleri hatırlamanın fiziksel bir boyutu vardı. Mezarlığa ya da ibadet yerine gitmeyi gerektiriyordu. Ya da bir kutuya koyup kaldırdığımız fotoğrafları, eşyayı çıkarıp bakmamızı. Yani geçmişi düşünmek için yaşadığımız andan kopmayı.
Facebook’ta ise her yer ve her an şimdi gibi yaşanıyor. Bir anlamda, ölmüş üyelerle birlikte yaşama devam ediyoruz. Bizim olduğumuz gibi onlar da aynı mekândalar, ama aynı zamanda ölüler.

Fakat bugün için ölü veriler ya da dijital hayaletler sorununun henüz bir çözümü yok. Kim bilir, belki bir gün internetin hafızası silikleşmeye başlar.


İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Psikoloji Haberleri