Çocukluğumda sıklıkla duyduğum, her defasında nasıl olur diye şaşırdığım bir hikayeydi; eve gelen bohçacı kadının ev sahibini kandırıp evdeki altınları alıp sırra kadem basması. Bohçasındakileri satma bahanesiyle girdiği evde, ev sahibinin ağzından çaktırmadan laf alan bohçacı kadın, ziynet eşyalarını mendile sarıp okuyup üfleyerek dertlerinden kurtaracağına ikna etmekte zorlanmaz. Bir süre açılmaması tembih edilen mendili açtığında, altınların yerinde yeller estiğini görünce anca anlar ev sahibi dolandırıldığını.
Değişen zamana ayak uydurmakta zorlanmayan bohçacı kadınların dolandırma hikayelerine gazeteler aracılığıyla şahit olmayı sürdürdük yıllar içinde. Cahil damgası vurmaktan çekinmediğimiz ev kadınlarına haksızlık yaptığımız ise son haberle açığa çıktı. İsviçre'de yaşayan Türk vatandaşı yatırım uzmanı H.Z. işleri bozulunca facebook üzerinden bir medyumla iletişime geçer. Ünlü isimlerle çektirdiği fotoğraflar ile onları müşteri gibi gösteren sahtekar medyum, işlerinin bozuk olmasını büyüye yorunca, H.Z ilk uçağa atlar ve soluğu İstanbul'da alır. Medyum büyü bozma bahanesiyle H.Z'den önce 20 bin lira değerinde altın ve parmağındaki 30 bin lira değerindeki pırlanta yüzüğü ister. Aynı bohçacı kadın örneğinde olduğu gibi bunları bir kesenin içine koyup okuyacağına ve kendisi söyleyene kadar açmamaya ikna eder. Medyumun vaatlerine canı yürekten inanan H.Z, bir miktar da para verir, İsviçre'ye döner, internet üzerinden yazışmaya devam eder. Gel zaman git zaman işleri düzelmeyince soluğu tekrar İstanbul'da alır. Medyum bu sefer de 200 gram altın almayı başarır H.Z'nin elinden. İsviçre'ye dönüşte, içine düşmekte bir hayli geç kalan kurdun kemirmelerine yenilen H.Z. kasasında sakladığı keseleri açınca acı gerçekle yüz yüze gelir. Medyuma büyük umutlarla verdiği altınların yerinde çakıl taşları esmektedir. Toplamda 120 bin lira dolandırıldığının farkına varan H.Z soluğu bir kez daha İstanbul'da alır ve savcılığa suç duyurusunda bulunur.
Daha iyiye, daha çoğa sahip olmak isterken elindekini de kaybetmenin sebebi zannedildiği gibi cehalet değildir sadece. Kısa yoldan kazanmak, sorunları kısa yoldan çözmek adına her türlü vaade sadece ev hanımları değil; eğitimli, meslek sahibi kişiler de meftun olmakta ve dolandırıldığını çok geç anlamakta. Her gün cep telefonu ekranlarına düşen hediye kazandınız mesajlarına inanılmaması gerektiğini ifade eden uyarı mesajlarına rağmen halen inananlar olduğu gibi.
Adana'da eczacılık yapan M.B.'yi cep telefonundan arayan kimliği belirsiz bir kişi, terörle mücadele şubesinden aradığını söyleyerek banka hesabının terör örgütü tarafından ele geçirildiğini iddia eder. 'Ben eczacıyım örgütle işim olmaz' diyen eczacı; adınızı kullanmışlar, düzeltebilmek için PTT şubesine gidin, vereceğimiz banka hesabına havale yapın, soruşturma gizliliği açısından kimseye bilgi vermeyin önerisine inanır. Fonda duyduğu telsiz sesinin etkisiyle konuştuğu kişinin polis olduğuna ikna olur. Vatandaşı dolandırıcıların ağından kurtarmak için medyayı etkin olarak kullanan, cep telefonu mesajıyla uyarmaya çalışan emniyetin, şubede bir polis memuru hazır beklemektedir. M.B.'nin hareketlerinden şüphelenen polis memuru kimliğini gösterir, dolandırıldığını söyler, parayı yatırmaması konusunda uyarır. 'O kimliğin sahtesi her yerde yapılıyor' diyen B. telefonla konuşmayı sürdürür, verilen talimatları aynen uygular, 4 bin 500 lirayı istenilen hesaba yatırır.
Geri planda duyduğu telsiz efektinin gerçekliğinden şüphe etmeyen B. neden gerçek polise değil de sahtesine inandı? Korku, panik hali gerçekle araya mesafe koymakla kalmıyor, analitik düşünceden de uzaklaştırıyor kişiyi.