Türkiye-Almanya maçını izlerken harcadığımız eforu başka önemli hadiselere de kanalize edebilsek ne kadar güzel olurdu. Keşke ülkemizin adını dünyaya duyuracak tüm olaylara karşı bu dayanışmanın verdiği coşkunun küçük bir parçasını hissedebilsek.
Saat 21.45’e kadar herkes hastalarını bitirsin tamam mı?
-Tamam.
-Aşağı kattaki plazma ekrandan izleyelim tamam mı?
-Tamam.
-Klimayı da açtıralım tamam mı?
-Tamam.
-Yaa sana zahmet karşıdaki marketten dondurma alabilir misin?
-Tamam.
Hastanede yaptığımız tüm bu konuşmalar geçtiğimiz günlerde millî takımımızın Almanya ile yaptığı müsabaka öncesinde gerçekleşti. Maçın başlama saatine doğru, hastaların oturdukları bekleme koltuklarını koridorun ortasına sıra sıra dizdikten sonra geçtik ekranın karşısına. Bu hâliyle hastanenin koridoru halk otobüsünden farksız görünüyordu! Hatta kendimizi bu psikolojiye öylesine kaptırdık ki bir ara içimizden biri ‘Eminönü’nde inecek var!’ diye bağırınca ortalık kahkahaya boğuldu.
Neyse, nihayet beklenen start düdüğü çaldı. Başlarda takımımızın yaptığı en küçük hamlede dahi etrafımdaki insanların ayaklanması, homurdanması bana anlamsız geldi. ‘Canım bu kadar abartacak ne var.’ gibisinden sözler çıktı ağzımdan biraz cool sayılabilecek bir tavırla! Aylardır birlikte çalıştığım mesai arkadaşlarımın maç esnasındaki tavırlarının, kullandıkları jargonun ve verdikleri reaksiyonların her zamankinden farklı ve taşkın olmasını bir hayli yadırgadım!
Bu duygular içinde yanımda oturan arkadaşımla maçla alakasız bir konuda yaptığım sohbet ve gülüşme sebebiyle ön sıralardan aldığım okkalı uyarı bakışlarının tesiriyle artık başka şansımın kalmadığına iyice kanaat getirerek ben de koyuldum bu millî mücadeleyi an be an izlemeye…
İlk gol; ardından bizim yaptığımız misilleme; sonra yediğimiz ikinci gol ve en sonunda yakaladığımız ikinci beraberlikle birlikte kendimi ‘Gooooooool!’ diye bağırarak oturduğum yerden fırlarken buldum! Ne yazık ki maçın başlarındaki o cool Melda’nın yerinde artık yeller esiyordu… Bir kendime, bir etrafımdakilere ve bir de otobüs koridoruna çevirdiğimiz bekleme salonuna baktıktan sonra ‘Ey futbol sen nelere kadirsin!’ demekten kendimi alıkoyamadım.
Ne zamandan beri yazmak istiyordum millî maçları ve bu tür organizasyonlarla alevlenen millî duyguları; kısmet, bu haftayaymış. Duygularımızı, hayatın olağan akışına verdiğimiz tepkileri kendimce analiz etmeye çalışırken böyle ekstrem millî beraberlik duyguları oldukça ilgimi çekiyor benim. Hani bazı şeyler vardır ya ‘Parayla pulla satın alınamaz’ diye tabir edilir. İşte o gece hastanede bizi ekranların başına öylesine kenetleyen ve konumumuzu, mesleğimizi, imajımızı unutturup yerimizden hoplattıran da böylesine bir güçtü.
Bu duyguyu yaşayan binlerce kişiden biri olmak çok mutlu etti beni ama ilerleyen saatlerde biraz burukluk yaşadım; bu maçı izlerken gösterdiğimiz eforu başka önemli hadiselere de kanalize edebilsek ne kadar güzel olurdu. Keşke Türkiye’nin adını dünyaya duyuracak tüm olaylara karşı en azından bu dayanışmanın verdiği coşkunun küçük bir parçasını bile hissedebilsek. Ama ne yazık ki bu kutsal duygu ancak önemli sportif faaliyetlerle sınırlı kalıyor.
Dönem başkanlığını Fransa’ya bırakan Slovenya’nın Başbakanı Jansa’nın “Futbol her zaman bizim toplantılarımızdan daha çok ilgi görüyor. Buradan almamız gereken bir ders var.” şeklinde açıklama yapması insanların futbola gösterdiği hassasiyeti birçok mühim konuya karşı duymadığı gerçeğini global bir açıdan ortaya koyuyor. Bu da hümanizm adına ofsayt bir durum! Ne diyelim; ‘Ağlamak istiyorum sayın seyirciler!’