Aydın USTA
İnönü Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü, autsa@inonu.edu.tr
Dünyanın birçok yerinde etnik şiddet olgusu her geçen gün yoğunlaşırken, yol açtığı sosyo-ekonomik ve kültürel sorunlar da önemli düzeyde artmaktadır. Toplumsal gelişmelerin önüne geçemediği bu olgunun, birey ve grup psikolojisi açısından da irdelenmesi gerekmektedir. Bu makalede etnik farklılığa dayalı şiddet eğiliminin sosyo-psikolojik süreçleri irdelenmiştir.
Bu süreçler birey düzeyinde duygusal ve düşünsel beyin yapıları üzerinde gerçekleşmekte daha sonra bağlı bulunduğu grup kimliğini etkilemektedir. Etnik şiddet eğiliminin nedenleri arasında genellikle örseleyici geçmiş yaşantıların yer aldığı söylenebilir. Bu alandaki örseleyici yaşantılara çekilen acılar, aşağılanmalar, yaşam güçlükleri örnek verilebilir. Netice olarak yaşam sürecindeki uğranılmış tüm mağduriyetler, telafi edilmediği takdirde grupsal tepkiye dönüşmekte ve öfke olarak otorite simgesi devlete yönelmektedir.
Giriş
Toplumsal olgular açıklanırken, çok yönlü bir yaklaşım yöntemi izlenmelidir. Toplumsal bir olgu olan şiddet, tek bir nedenle açıklanamaz. Ekonomik, psikolojik ve toplumsal boyutlar şiddet olgusunda birlikte söz konusu olurlar. Bu nedenle şiddetin tek bir nedene indirgenerek açıklanması bilimsel gerçeklerle bağdaşmamaktadır (Kocadaş, 2004).
Etnik şiddet olgusu, bir grup insan faaliyeti olarak günümüzün önemli sorunları arasında yer almaktadır. Değişik dönemlerde farklı etkileri ile ortaya çıkan bu olgu, tarihsel sürecin günümüze taşıdığı, sosyo-ekonomik değişimin sonuçlarından biri olarak nitelendirilebilir. Bilgi Çağında, sorunun özellikle gelişmekte olan ülkelerde daha etkili olduğu söylenmektedir. Yaşanan bu tür olayların, etnik farklılıkların bulunduğu gerekçesine dayandırılması, şiddet taraftarlarının kendilerini bu biçimde algılamaları doğal olarak zihinlerde etnik şiddet olgusunu çağrıştırmaktadır.
Robert Coles, insanlık tarihinde şiddetin, siyasal şiddet, etnik şiddet ve sınıf şiddeti biçimlerinde görüldüğünü söylemektedir. İnsanlığın başlangıcından bu yana şiddet, bu türlerden biriyle bir şekilde hemen hemen her toplumda yer almıştır. Toplumsal gelişmeyle birlikte şiddet, değişime uğrayarak günümüze kadar ulaşmıştır. Şiddet, doğaya, insana bilerek isteyerek zarar veren yıkıcı, yok edici saldırgan davranışları içermektedir. Goswami'ye göre şiddet, fiziksel saldırganlıkla eş anlamlıdır. Şiddet yaralama, zarar verme ya da bireyi veya toplumu etkilemeye yönelik bir harekettir (Kocadaş, 2004).
Şiddetin yaşandığı ülkelerdeki çocuklar, bazı erişkinler tarafından ortaya konulan şiddet eylemleri sonrası, ruhsal olarak örselenmekte, bu eylemler karşısında, gerek kendi, gerekse ebeveynlerinin yetersizliklerinden dolayı yoğun bir korku, güçsüzlük ve ne yapacağını bilememe duyguları yaşayabilmektedirler. Böylesi bir baskı ve şiddet sürecinde yaşamak durumunda kalan çocuklarda, kendini savunma, kendini aktarma, haksızlıklar karşısında direnebilme biçimindeki benlik işlevleri gelişememektedir (Gökler, 2001).