Erol GÖKA ile Ölüm Kavramı Üzerine

Akşam Gazetesi'nden DİLEK GEDİK; Ankara Numune Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi Doç. Dr. Erol Göka'nın ölümü anlattığı yeni kitabı 'Ölme', üzerinden Ölüm Psikolojisini konuştu...

Hiç yüzleşmek istemediğimiz, aklımıza geldiğinde ötelemeye çalıştığımız, bu konudaki deneyimleri hatırlamak istemediğimiz kapkara bir olgu ölüm. Psikiyatr Erol Göka, son kitabında oldukça kapsamlı biçimde bu olguyu mercek altına alıyor, ölümün ve geride kalanların psikolojisini anlatıyor.

Ankara Numune Hastanesi Psikiyatri Kliniği Şefi Doç. Dr. Erol Göka'nın ölümü anlattığı yeni kitabı 'Ölme', Timaş Yayınları'ndan çıktı. Göka'nın son kitabı, modern insanın psikolojisine İslam dünyasından çağdaş Müslüman'ın ruh haline, varoluşçuluk ve psikanalizle keşfe çıkan ilk çalışma. 'Elbette her ölümü ve yas sürecini açıklayabilecek genel bir teori bulmak beyhude bir uğraştır, herkesin hoşuna gidebilecek yemekleri tek bir kitapta toplamaya imkan yoktur. Ama böylesine kişiye özgü ve değişikliklerle seyreden bir nitelik taşısa da yas sürecinin herkeste benzerlik gösteren yanları vardır' diyor Doç. Dr. Erol Göka...

Göka, kitabın kimlere yazıldığını da şöyle anlatıyor: 'Ölümle derdi olan herkesi, matem yaşayan, matem yaşamaya aday herkesi karşımıza alıp yazdık 'Ölme' kitabını.'

OKURKEN KORKMAYIN

Kitap, aslında okuyucu için ilk ele alındığında ürkütücü geliyor...
Haklısınız, kitabın adı çok ürkütücü ama ölümün kendisi, benim kitabımın adından da ürkütücü. Kitabımı almazsınız ya da gözden ırak bir yere kaldırırsınız ondan kurtulursunuz ama ya ölümün ürkütücülüğünü ne yapacağız, hepimiz kaçmaya çalışsak da onun eninde sonunda bizi yakalayacağından eminiz üstelik... Yayıncım da kitabın adı konusunda aynen sizin gibi düşünüyordu, adını daha sevimli hale getirmeyi önerdi. 'Hayır' dedim; ısrarcı oldum, 'kitabın yazılış amacına ve içindeki fikirlere tamamen aykırıdır bu yaklaşım' diyerek anlatmaya çalıştım. Çok şükür, bu ürkütücü adla okuyucu karşısına çıkmayı başarabildim. Bugün herkes ölümden kaçıyor, onu yok saymak için türlü çeşit manevralar yaptırıyor zavallı ruhuna. Olacak iş değil bu. 

'Ölme'yi neden yazdınız?

Ölümün insanın kaderi olduğunu, bu gerçeği bilmeleri, kabul etmeleri halinde, hayatlarının ve insan ilişkilerinin güzelleşeceğini anlatabilmek için yazmaya başladım kitabı. Tabii bir de mesleki ve kültürel sorunlar vardı ölüm konusunda. Herkes gibi tıp mensupları da ölümden kaçıyordu, kimse ölüme yaklaşan yaşlı, genç, çocuk insanları görmek istemiyor, onlara nasıl davranılması gerektiğini, yakınlarını kaybeden insanlar için elden neler gelebileceğini sormaya cesaret edemiyordu. Kültürümüzün ölüme ve mateme yaklaşımında birçok sorun vardı. Ölüm konusu yalnızca tıpçıların üzerine yıkılıyor, ilahiyatçılar alana değişik nedenlerle sokulmak istenmiyordu. Irvin Yalom gibi bazı Batılı meslektaşlar, 80 yaşından sonra ölüm konusunda yazmışlardı ama bence yazdıklarının büyük bir kısmı hatalıydı, en azından bizim için uygun değildi. Tüm bunları dile getirecek bir yiğit (!) gerekiyordu; paçaları sıvayıp çıktım meydana.  

Yazarken nerelerden yararlandınız?

Belki size bir paradoks gibi görünecek ama Batılı varoluşçu düşünürlerden, psikanalizden ve çağdaş psikiyatrik yaklaşımlardan yararlandım. Bir bilim insanından elbette başka türlüsü de beklenemezdi. Ama Türk-İslam kültüründe yaşadığımız gerçeğinden asla kopmadan yapmaya çalıştım işimi. Batı düşünce ve bilimini ölüm konusunda adeta Türk-İslam kültürünün süzgecinden geçirdim, hatta birçok yerde bizim kültürümüzün verileriyle Batılı insanın ölüme ve mateme yaklaşımını eleştirmekten de geri durmadım. Bizim insanımızın çok rahatlıkla anlayabileceği ve hayata geçirebileceği bir ölüm ve matem anlayışı ortaya çıktı. Ölüm bilinci konusunda bir bakış geliştirme amacının yanı sıra, gönül rahatlığıyla yakınını kaybeden, hatta ölüme yaklaşan insanlara hediye edebileceğiniz anlamlı bir kitap...

MATEM, HASTALIK DEĞİLDİR İLAÇLARLA BASTIRILMAMALI

Türk insanının, Batı'dakinden farklı mı ölüme yaklaşımı?

Evet, farklıdır; kültürler biraz da ölüm gerçeğiyle baş edebilmek için ortaya çıkmışlardır, bazıları dinler için de aynı ifadeyi kullanıyorlar ama din olgusunu tek başına ölümle açıklamak pek uygun düşmüyor. Her kültürün nasıl cenaze ve matem törenleri farklıysa ölüme yaklaşımında da farklılıklar vardır ama son tahlilde hepsi de insanlara ölümsüzleşebilmek ve ölümü sıradanlaştırabilmek, 'soğan doğrar' gibi basit bir hale getirebilmek için yollar sunarlar. Batı kültüründen ölüm konusundaki asıl farkımızı ise yakınlarımızı, sevdiklerimizi kaybettiğimizde ortaya çıkan matem yaşantılarımız oluşturuyor. Batılılar matemlerini alabildiğine saklamaya ve asgari ölçülerde yaşamaya gayret ediyor. Bizde ise genel olarak ruh sağlığı açısından, mateme izin veren çok daha olumlu bir hava var. Taziyeler, Mevlitler, ölümün ardından 7. ve 40. günlerde düzenlenen merasimler, ölüm gerçeğini ve kaybımızı sindirmemizi kolaylaştırıyor. Ama 'İslam'da matem yoktur' gibi yeni türeme bazı katı anlayışlar ve eski inançlardan kaynaklanan bazı hurafeler, matemimizi doğru düzgün yaşamamızın önüne geçiyor. Bizim insanımız da artık Batılılar gibi matemi ruhsal ilaçlarla geçiştirmeye, bastırmaya çalışıyor.  Matem sanki tedavisi olan bir ruhsal rahatsızlıkmış gibi ele alınıyor.  

Yine bununla bağlantılı olarak terörle burun buruna yaşayan, özellikle Türkiye'nin güneydoğusu ve Ortadoğu'da ölümün 'sıradanlığı ve kanıksanması' nasıl açıklanır?

Sağlıklı bir ölüm bilinci olabilmesi için öncelikle yaşama sağlıklı bir bakışımız olmalı. Ölüm bilinciyle yaşama sevinci ele ele gider. Eğer berbat hayatlar yaşıyorsanız, hayatınızın sizin ve başkası için bir kıymeti yoksa korkarım ölümünüzün de kimseye bir hayrı olmayacaktır. Ölümden ciddi ciddi felsefi bir sorun olarak bahsedebilecek insanların işe öncelikle nasıl yaşamak lazım geldiğiyle başlaması gerekir. İnsanları nasıl ölümün pençesinden korumalıyız, nasıl dünya hayatımızı güzelleştirmeliyiz, hayat kalitemizi artırmalıyız diye sormayanların ölüm felsefesi hakkında hiç konuşmamaları lazım. Galiba çoğumuzun,özellikle 'Saldım çayıra Mevla'm   kayıra' anlayışıyla hareket  edenlerimizin ölüm hakkında konuşabilmeleri için daha bir fırın ekmek yememiz gerekiyor.

Sağlık çalışanları sadece hastalıkla, din görevlileri de 'ölü yıkama'yla ilgileniyor

Peki, yakını ölüme yaklaşan bir kişi nasıl bir etkinlik içinde olmalı?

Batılıları haklı olarak çok eleştiriyoruz

ama itiraf etmeliyiz ki çoğu şeyi de onlardan öğreniyoruz. Ölüme yaklaşan biri ve yakınlarının ölümü kabullenmeleri ve ölüme hazırlanabilmeleri için yaşadıkları matemin nasıl bir süreç olduğunu bilmeleri ve tedavi kurumlarının da bu bilgiyi sunacak donanım ve işleyişte olmaları gerekiyor. Bizim tedavi kurumlarımız maalesef bu anlayışa göre çalışmıyor, sağlık personelimiz de ölümle ilgili konularda yeterince eğitimli değil. Sağlık kurumlarının ve tedavi ekibinin işi sadece 'hastayı' yaşatmakla sınırlı. Ölüm gündeme gelince işlerinin bittiğini artık devreye din görevlilerinin girmesi gerektiğini düşünüyorlar. Bu insanlar, nasıl bir psikoloji içindedir, onların bu zorlu süreci daha az zararlı ve hatta sağlıklı bir biçimde atlatabilmeleri için ne yapılması gerektiği üzerinde kimse düşünmüyor. Ölümle baş etmeye çalışan sağlık personeli, ölüm gerçeğinden kaça kaça günün birinde yorgun düşüyor, tükeniyor. Ölüm gerçekleştikten sonra mevtayı ve görevi devralan din görevlisi de ne yapacağını bilmiyor. Çok özür dilerim kendilerinden ama din görevlilerimizin işi adeta 'ölü yıkayıcılık'tan ve cenaze namazı kıldırmaktan ibaretmiş gibi. İlahiyat fakültelerimizde 'din psikolojisi' bölümleri olduğu halde, 'dini danışmanlık hizmetleri'nden kimsenin haberi yok. Olsa ne olacak zaten, zira uzunca bir süredir yapılan tuhaf karşı propagandalar yüzünden din görevlisinin bunlar dışında işlere karışmasını da özellikle modernlerimiz istemiyor. Uzun uzun anlattım bunları, adı ürkütücü olan 'Ölme' kitabımda.

Çocuklar da yaşlılar kadar ölüyor

Kitapta çocuk ve ölüm başlıklı bölüm oldukça ilginç. Çocukken yas tutan, bu süreçten geçen bir yetişkinin yaşayacağı yas süreci daha mı kolay atlatılır?

Kitapta en çok zorlandığım bölüm buydu. Kolay ve hızlı yazan bir insan olduğum halde bu kitabı ancak bir yılda bitirebildim. En fazla da kitabın sonuna attığım bu bölüm zamanımı aldı, zorluk konunun karışıklığından değildi, oturup yazmak çok zordu. Her başladığımda inanılmaz uykum geliyor ve bir süre sonra vazgeçiyordum. Kültürler bile reddetmiş çocuk ölümünü; annesi ölene 'öksüz', babası ölene 'yetim' diyoruz, bir genç hele hele çocuk öldüğünde ne diyeceğimizi bilmiyoruz. Ama elden ne gelir çocuklar da tıpkı yaşlılar gibi hatta onlar kadar ölüyorlar. Ölüme yaklaşan çocuğa, çocuğu ölen insanlara nasıl yaklaşmamız gerektiğini anlatmaya çalıştım.

Ölümle ilgili en mühim konulardan biri de çocuklara ölümün nasıl anlatılacağı ve bir yakınlarını kaybettiklerinde onlara matemlerinde nasıl rehberlik edileceği. Tüm kültürler gibi bizim kültürümüz de ölüm konusunda en büyük hataları bu konularda yapıyor. Çocukken ölüm gerçeğini yeterince anlayıp öğrenemeyenler, bir yakınlarını yitirdiklerinde matemlerini doğru düzgün yaşayamayanlar, yetişkin olduklarında hem ölüm hem de hayat karşısında çok daha fazla bocalıyor.

ÖLÜM Kitabı Hakkında Diğer Bilgiler

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Röportaj Haberleri