7 Aralık 2009 tarihi Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye için önemli bir tarih mi? Bunu yakın gelecekte çok daha iyi anlayabileceğiz.Şimdilik görüşme anında yaşananları psikolojik açıdan kısaca değerlendirmekte fayda var.İçeriği ve alış verişin muhteviyatı başka bir yazının/yazarın konusudur.Bu buluşma sırasında liderlerin beden dilleri ruh halleri ve kendilerine olan güvenlerini kısaca açıklayalım.
Ön yargılı ve taraf tutmayan bir gözlemci olarak konuşmaları, tavırları, mimikleri ve hemen her şeyi değerlendirip paylaşalım. Bunlar sadece liderlerin profillerini değil belki onlardan çok daha fazla bir şekilde ülkelerin imajlarını her bakımdan etkilemekte, onları hasta veya rehabilite etmektedir.Lider ve onun uyguladığı siyaset ülkenin ve milletin siyasetidir.One minute cevabının ülkemizde meydana getirdiği dalgalanma ve hatta Orta Doğu ve gezegenimizde oluşturduğu olumlu yankı bu durumu tüm açıklığıyla göstermiştir.
Dünyanın herhangi bir kıtasında, ülkesinde veya kasabasında yaşayan bir dünya insanının bilinç altı iki lideri izlerken bu ayrıntıları fark etti. Kimi zaman fark ettiğimizin bile farkında olmayışımız enteresandır…Fakat bu kayıtlar bilinç altına girer ve orada saklanır.Bu gizlenmiş farkları sadece dinler anlamında veya milletler bağlamında değerlendirmenin doğru değildir.Yapmaya çalıştığımız uğraş buluşmayı bizatihi liderlerin psikolojileri bakımından değerlendirmektir.Çünkü bugün gelinen noktada dünyada liderlerin tavır ve güvenleri milletlerin tavır ve güvenleriyle geçmişte hiç olmadığı kadar bağlantılı bir duruma gelmiştir.
Liderin kendine olan güveni ve gücü etrafa yaydığı enerjiyi ortaya çıkarır.Bu enerjiyi geniş kalabalıklar yaşadıkları pek çok sıkıntıyı unutmak adına tıpkı güneş ışınlarına olan ihtiyaçları gibi emip kendilerini iyi hissetmek amacıyla kullanırlar.Tek adam siyasetinin hissedildiği modernleşme ve demokratikleşme sürecindeki hemen her ülkede iktidarlarda sadece liderler yükselmiş ve ön planda bulunmuşlardır.Bu ülkelerde parti adıyla lider adının özdeşleşmesi tesadüfi değildir…Ülkemizde örneğine sıkça rastladığımız liderlerden sonra partilerin yok olma sürecine girmeleri bu yüzden son derece doğaldır.Çünkü tüm dengeler ‘tek adam gücü’ne göre dizayn edilmiştir.
Liderlerin kitle psikolojini manipüle etmekteki mahirlikleri ve parti içindeki dengeleri gözeterek organize etmeleri bu güçlerinden hep beslenmiştir.Kitlelerin psikolojisini yönlendiren, onların kendilerini emniyette hissedecekleri beden ve zihin dilini pozitif istikamette kullananlar tarih boyunca hep iktidar olmuşlardır…Bu sadece siyasette değil aynı zamanda bürokrasi ve profesyonel olmaya çabalayan tüm işletme yönetimleri için geçerlidir.İktidar ve muktedir olmanın dayanılmaz cazibesi, bir akrobat gibi hassas süreçleri gözeterek kontrol etmenin ardından gelir…Bu yüzden sürekli iktidarlara gerçek manada muktedir olamadıkları eleştirisi yapılır…
ABD’nin gücüne bakıldığında Obama’nın ortaya koyduğu profilin çok da göz kamaştırmadığı görülmektedir.Nitekim ABD’de son yapılan kamuoyu anketlerinde Obama hakkında derin bir hayal kırıklığı fark edilmiştir.Şimdiye kadar gelmiş geçmiş en iyi niyetli ABD başkanı olduğundan tüm dünyanın emin bulunduğu Obama maalesef bu buluşmada özellikle kendi konuşma süresinin başlangıcında oldukça gergin görünmüştür.Yüzündeki ifadesiyle kendinden emin olamadığı ve sanki içerideki konuşmadan istediği verimi alamadığı intibaını uyandırmıştır…
Obama’nın konuşmasının başlarında bacak bacak üstüne atmasıyla birlikte hemen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da aynı davranışı yapması gözlerden kaçmamıştır. Burada Başbakanın bire bir ilişkilerde son derece önemli bir davranış ve NLP’de (Neurolinguistik programlamada) geçmekte olan ‘aynalama yöntemini’ uyguladığı açıkça görüldü.Ayrıca yüzünü büyük ölçüde Obama’ya doğru çevirmesi ve kimi zaman tebessüm etmesi çok manidar anlamlar ortaya çıkardı, orta yaşlı olgun ve feleğin çemberinden geçmiş birisinin genç bir insanı dinlediğini düşündürdü…
Her iki lider de bu buluşmada kuşkusuz kendilerine olan güvenlerini göstermeye çalıştılar.Fakat Başbakan Tayyip Erdoğan Obama’ya göre daha fazla bir güven ve dinginlikle orada bulunduğunu göstermeyi başardı.Başbakan bunu yaparken kendi doğallığıyla birlikte son derece rahattı.Obama omurgasını dik tutmaya çalışıyor ama bunu kendisini zorlayarak yapıyordu.Tayyip Erdoğan ise rahatlığıyla birlikte oturduğu koltuğa gömülmüş fakat omurgasını eğip bükmemişti.Obama gibi göz kapakları düşmüyordu.Fal taşı gibi açık da değildi.Obama konuşması sırasında aralarda çevirmene doğru yüzünü dönüyor ve onun konuşmasının bitmesini bekliyordu.Bu davranışı nezaketen yaptı fakat bir yanlışa imza atmış oldu.Göz temasından sakınması ciddi bir hataydı.Oysa ki bu sırada Tayyip Erdoğan’a bakması gerekiyordu…
Başbakanın konuşması kısa ve netti.Daha geniş anlamlar ihtiva ediyordu.Her iki ülke arasında gelişen bu önemli ortaklığın içinin pek çok alanda doldurulduğunu ifade ediyor ve bu söylemle aynı zamanda bunun henüz tam dolmamış olduğunu da açıklamış oluyordu…Burada aslında bir geçiş sürecinde olduğumuz ve bunun ilerleyen zamanlarda çok daha kapsamlı ilişkilere dönüşeceği sinyalini vermeye çalışıyordu.Model ortaklık kavramının Türkiye’ye dünyada prestij kazandırdığı sanki en iyi o anlamıştı…
Lütfen Amerika’lılar alınmasınlar, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan konuşması ve beden diliyle Obama’ya göre daha başarılıydı.Birisi on üzerinden on, diğer on üzerinden sekiz puanı hak ediyorlar. Obama’nın iki kayıp puanı göz temasının olmaması/göz kapaklarının çok sık kapanması ve omurgasını zoraki dik tutmak istemesinden kaynaklanmaktadır.Başbakanının bu ziyareti ile geçmişin rövanşını aldığımızı rahatlıkla söyleyebiliriz…Ne geçmişi ne rövanşı demeyin sakın…Hatırlarsınız canım hani rahmetli Ecevit ve Clinton buluşması vardı ya…İşte onun…O fotoğrafı zihninizde tekrar canlandırın…Ama yaşadığınız acıyı hissetmeden…O fotoğraf bir çok insan farkında değil belki Ecevit’in siyasi kariyerinde yaşadığı en can alacı darbesi olmuştur…
Obama konuşmasına çok gergin başladı.Moralinin bozuk olduğu belliydi…Konuştukça bu gerginliği kayboldu.Özellikle Amerika hakkında kendisine sorulan soruya verdiği uzun cevap aslında kendi içlerinde ne kadar da ciddi sorunlarla uğraşmakta olduklarını ifade ediyor ve Türkiye’nin ziyaretini biraz gölgede bırakmaya çalışır gibi bir imaj ortaya koyuyordu…Bu şık olmadı.Türk gazeteciye cevap verirken Obama’nın artık iyice rahatladığı ve moralinin düzeldiği beden dilinden anlaşılıyordu.Konuştukça açılmış ve rahatlamıştı…
Başbakanının Obama’yı dinlerken, konuşurken ve sorulara cevap vermesi sırasında ruh halinde, beden dilinde bir değişiklik olmadı.Rahatlığını ve öz güvenini buluşmanın başlangıcından sonuna kadar disiplinli bir şeklide muhafaza ettiği görüldü.İlk ziyareti yapan Obama’nın ardından bu iadeyi ziyaretin Türkiye Başbakanı tarafından gerçekleştirilmesi, her iki liderin bir bakıma kendi aralarında güven tazelemesine vesile oldu…Çünkü hakikaten her iki lider de güvenilir ve açık liderlerdi…Yani günümüzün savaşmaya eğilimli insanlarının çoğaldığı süreçte dünyanın en fazla muhtaç olduğu liderler…
Obama ülkesinde bir miktar yıpranmış olsa da Bush’dan sonra dünyaya güven veriyordu.İsrail ve Türkiye onun bölgede asla vazgeçemeyeceği iki müttefik ülke konumundaydı.Türkler ve Yahudiler her ikisi de akıllı ve geçmişte oluşturdukları Medeniyetlerle etkili olduklarını dünyaya ispatlamışlardı. İki ülke arasında esen soğuk rüzgarları dindiren bir Amerika bölgedeki gücünü kuşkusuz katlayacaktı. Bu yüzden içeride baş başa geçen görüşmede Obama’nın Başbakandan bu konuda somut adımlar atmasını istediğini tahmin etmek zor değildir…Başbakan’ında şimdi düşman kazanmanın değil dost kazanmanın zamanıdır demesi bu gerçeği gösteriyordu…
Buluşmayı kapsamlı olarak değerlendirdiğimizde Obama ve Erdoğan’ın söylediği çok farklı bir şey yoktu aslında…Daha önceki konular ve İstanbul ziyaretinde gündeme getirilen meseleler dışında farklı olarak yakın zamanda meydana gelen İran ve Afganistan konusunda her iki ülkenin kesin ve net bir anlaşmaya vardıkları hissedildi…Ayrıca her iki ülkenin de liderleri tarafından birbirlerini koruyup gözeteceklerine dair yaptıkları açıklamalar milyonlarca insanın yüreklerine su serpti…
Bu yazdıklarımızı okuduktan sonra elbette kimileri duruşa değil sonuca bakmak lazım diyebilirler…Hatice’ye değil neticeye bak kardeşim diyenler gibi…Hani haksız da sayılmazlar onlar…Büyük Adadaki Sağlık Bakanlığı’na ait Göğüs Hastalıkları Senatoryumun İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’ne devredilmesi ve ardından Ruhban okuluna verileceği dedikodularının gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine yani…Kim bilir böylelikle belki de kendine güvenen gerçek güçlü ortaya çıkmış olacak…
Dr.Recai Yahyaoğlu