Adem Demir / Newsweek Türkiye
“Kardeşini doğurmak,” 19 yaşındaki genç kızın kendi deyimi. Bir yıl kadar önce doğum yaptı. Geleceği ve güvenliği için kimliğinin gizli kalmasını istiyor. (Gerektiğinde sadece adının baş harfiyle, Y. olarak anacağım.) Şimdilerde bir sığınma evinde geçmişini unutmaya çalışıyor. Doğumdan sonra bir daha görmediği çocuğu ise yerini bilmediği bir devlet yurdunda büyüyor. Genç kızın akla durgunluk veren hikâyesi, üç yıl önce beraber yaşadığı babaannesinin ölümü üzerine İstanbul’da inşaat işçiliği yapan babasının yanına sığınmasıyla başladı. “Annem ben beşikteyken ölmüştü, babam da yeniden evlenmişti. 15 yaşımdaydım yanına gittiğimde. Üç yıl boyunca bana dayak ve bıçak tehdidiyle tecavüz etti, sonunda hamile kaldım ve o adamın çocuğunu yani bir anlamda kardeşimi doğurdum” diyor.
Üvey annesi ve bazı akrabaları tarafından babasına iftira atmakla suçlanarak sokağa atılmış, yaşadıklarını yargıya aktarmış. Artık “o adam” diye hitap ettiği babası şu anda cezaevinde, 5 yılla yargılanıyor. Kızına davadan vazgeçmesini isteyen mektuplar yazıyor. Asıl büyük şoku, babasının yazdığı bir mektup üzerine yaşadığını zorlanarak anlatıyor genç kız: “Annemin de amcam tarafından tecavüze uğradığını ve bu yüzden intihar ettiğini yazdı. Bu ailenin bütün erkekleri tecavüzcü mü? Artık susmayacağım.”
Türkiye, ensest, dahası küçük yaşta çocuklara taciz ve tecavüz vakalarının hiç de az olmadığı bir ülke. Çocuk İstismarı ve İhmalini Önleme Derneği’nin verilerine göre, ülkede kız çocuklarının yüzde 25’i cinsel istismara uğruyor, 10 kadından 1’i de aile içinden birinin tecavüzüne maruz kalıyor. 128 ülkeden, aralarında Türkiye’den Mor Çatı Vakfı’nın da olduğu 781 örgütün geçen yıl 19 Kasım Dünya Çocuğa Yönelik Cinsel İstismarı Önleme Günü’nde açıkladıkları deklarasyona göre, dünya genelinde her 4 çocuktan biri cinsel istismar yaşıyor. Türkiye kamuoyu, yakın zamanda Siirt, Mardin, Van gibi illerden gelen “küçük kız çocuklarına yönelik toplu tecavüz” haberleriyle, bu gerçekle bir kez daha yüzleşmek zorunda kaldı. Her geçen gün yeni vakalar ortaya çıkıyor. Belirgin bir artış olduğundan mı? “Bu tür hadiselerin öteden beri var olduğunu ama artık üzeri örtülemez hale geldiğini” söylüyor, şiddet gören kadınlara sığınma imkânı sunan Şefkat-Der’in başkanı Hayrettin Bulan. Y. gibi kurbanların ya da vakalara şahit olanların göstermeye başladıkları cesur tavır sayesinde, mızrak artık çuvala sığmıyor.
Babasının tecavüzüne öldürülme korkusuyla sessiz kalan Y.’nin “artık yeter” demesi kolay olmamış. Hem babasından hem de üvey annesinden, “gayrimeşru hamile kaldığı” gerekçesiyle dayak yemiş. Defalarca polise şikâyette bulunmak aklına düşmüş, ama babasının bir gölge gibi kendisini takip etmesi yüzünden gerçekleştirememiş. Sonunda halasıyla birlikte karakola gidip her şeyi anlatmış, güvenlik sebebiyle dört gün dört gece karakolda yatmış. “DNA testiyle çocuğun o adamdan olduğu kesinleşti ama akrabalarımın bazıları yine de bana inanmadı. Defalarca ilaç içtim, bileklerimi kestim, ölmeyi bile beceremedim. Sonunda İstanbul’u terk ettim” diyor.
Y.’nin benzer hikâyelerden muzdarip yaklaşık 20 kadınla kaldığı sığınma evi, bir sivil toplum kuruluşuna ait. Ancak evin sorumlusu, başvuran kadınların sayısının bazı dönemlerde 300’e yaklaştığını söylüyor. 30’lu yaşlarındaki, 7 çocuk sahibi Zeynep de onlardan biri. O da tanınmamak için soyadının kullanılmasını istemiyor. 9 yaşındayken Gaziantep’teki köyünde dayısının tecavüzüne uğramış. “Küçüktüm, aklım ermiyordu. Bir sene sonra anneme anlatınca kıyameti kopardı, dayıma iftira attığımı söyledi. İki yıl sonra da beni birisiyle evlendirdiler. İki düşük yaşadım, 7 çocuğum oldu.” Çocuklarından bazıları eski eşinin yanında, bazılarını evlâtlık vermiş. Boşandıktan sonra da, değişik tarihlerde defalarca tanımadığı insanların tecavüzüne uğramış Zeynep. Şimdi, tecavüz sonucu doğan 3 yaşındaki kızıyla bu sığınma evinde kalıyor. O bitirir bitirmez, 28 yaşındaki Hatice giriyor söze, “13 yaşımdayken bir paket sigara parasına annem tarafından erkeklere pazarlandım” diyerek, “yıllarca dayakla ve tehditle bunu sürdürdü, ben reddedince de küçük kardeşime yapmaya çalıştı aynı şeyi.” Hatice de tecavüz sonucu çocuklar dünyaya getirmiş, ancak o çocukları asla kabullenemediğinden ve görmek istemediğinden yetimhaneye vermiş. Ebru ise, kanun dışı işlerle uğraşan bir akrabasının mağduru olduğunu anlatıyor. Hem akrabası olan adam, hem de başkaları tarafından uğradığı tecavüzlerin sayısını bile hatırlamıyor artık. “Toplum bizi dışlıyor, ‘kötü’ gözle bakıyor. Kurtulmayı çok istedim, el uzatan olmadı. Bu hayatı biz istemedik. Sonunda 5 yaşındaki kızımla buraya sığınabildim” diyor.
BM Nüfus Fonu ve Nüfus Bilim Derneği tarafından 2009 yılında çeşitli illerde aralarında rehber öğretmen, doktor, adli tıp uzmanı, polis, hâkim, savcı, avukat, psikolog ve sosyologların da olduğu 98 farklı meslek temsilcisiyle görüşülerek hazırlanan “Türkiye’de Ensest Sorununu Anlamak” adlı raporda, mağdurların çevrelerinde güvenebilecekleri birini bulduklarında yaşadıklarını artık anlattıkları vurgulanıyor. Ancak bu cesaretleri, beraberinde bir barınma ve can güvenliği sorunu doğuruyor. Devlet buna hazırlıklı mı, orası tartışılır. Bir “namus” cinayetine kurban gitmeyi göze alarak yaşadıklarını saklamayan bu cesur kadınların çoğu sığınacak yer bulmakta ciddi sorun yaşıyor. “Sosyal devlet”, koruma sorumluluğunu yerine getirmede zayıf kalıyor.
En basitinden Türkiye’de sığınma evi sayısı çok az. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’nın verilerine göre, kuruma bağlı 593 kapasiteli 27, belediyelere ait 609 kapasiteli 19, valiliklere ait 59 kapasiteli 3 ve özel kuruluşlara ait 36 kapasiteli 3 adet olmak üzere, toplamda yaklaşık 1300 kapasiteli 52 kadın sığınma evi var. Bu evlerde 18 yılda 10 bin kadın ve 7 bin çocuğa hizmet verildi. Oysa 5393 sayılı Belediyeler Yasası’na göre, 50 bin nüfuslu her yerleşim biriminde en az bir sığınma evi bulunması zorunlu. Bu durumda Türkiye’de mevcut sığınma evi sayısının 300’e yakın olması gerekiyor -bu sayı bile AB standartlarında yetersiz. Ancak belediyeler bu görevi yerine getirmiyor. 20 kadının barınabileceği bir konukevi bulunan Genç Kız Sığınma Evi Derneği Başkanı Uğur İlhan, pek çok mağdur kadının Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan (SHÇEK) “kontenjanımız dolu” cevabı aldığını söylüyor. Bulan ise, “devletin görevlilerinin sorumluluklarını yerine getirmedikleri gibi vurdumduymazlık içinde olduklarını da” savunuyor. “Devlet sadece trajik hayat öyküleri basında çıkan kadınlara kapılarını açıyor, o da sınırlı bir süre için.” Bulan’ın bahsettiği vurdumduymazlıkla, iddiaları sormak için SHÇEK’i aradığımda ben de karşılaştım. Hangi yetkiliye ulaşsam, sorularımı yanıtlamayıp topu bir başka yetkiliye atmayı tercih etti.
Sorun sadece sığınma evlerinin azlığı değil. Rehber öğretmenlerin eğitilmesi, hukukçuların bilincinin arttırılması, ruhsal değerlendirmelerin uzman kişiler tarafından yapılması gibi atılması gereken adımlar var. Cinsel istismar tamamen ortadan kaldırılamayabilir ama Nüfusbilim Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Hilal Özcebe’nin de dediği gibi, “istismar karşısında iyi işleyen bir sistem geliştirmek mümkün.”
Cesur kadınlar tekrar sessizliğe gömülmeye başlamadan, yetkililer acilen önlem almalı. Tabii eğer bunu istiyorlarsa. Yoksa çoğu sorunda olduğu gibi ensest ve cinsel istismar konusunda da, yüzleşmektense hiç yokmuş gibi davranmak devletin işine mi geliyor?
Kaynak: NEWSWEEK