Kaynak: Aksiyon Dergisi
"Halis en değerli pırlanta gibi. Üzerinde hafif bir toz var. Bazı gözler o toza aldanıp onun değerini göremeyebiliyor.”
“Aşk belirleyici bir unsurdu hayatımda. Ayhan’ın kişiliğine, ruhuna âşık oldum ve sadece onunla evlenmek istedim.”
“Evlenmeyi hiç düşünmüyordum; ama 1,5 ayda evlenme kararı aldık. Aradığım her şeyi onda bulmuştum. Beklemenin bir anlamı yoktu ve evlendik. İyi ki evlenmişiz!”
Bu cümleler biri kimyager, biri psikolojik danışman ve uzun yıllar halkla ilişkiler uzmanlığı yapmış üç hanıma ait. Onlarla tanışmamıza bu hafta içinde kutlanacak Anneler Günü vesile oldu. Eğer konu annelik üzerinden sevgi ise onların hikâyesi herkese örnek olacak cinsten. Zira üniversite mezunu bu kadınlar, herhangi bir özürleri olmamasına rağmen ortopedik ve görme engelli erkeklerle birleştirmişler hayatlarını. Hem de hiçbir etki altında kalmadan; tamamen kendi tercihleriyle… Madde ötesindeki manayı keşfederek ailelerini, tüm sevdiklerini kaybetme pahasına evlenen bu insanlar şimdi çok mutlu. Sıradan ailelerden daha renkli ve hareketli bir hayatları var çünkü.
90-60-90’I ÇOKTAN AŞMIŞLAR!
Onların evliliklerini anlamlı kılan temel faktör modern dünyanın “90-60-90’lık kadın, yakışıklı erkek” dayatmalarına bir an bile aldırış etmemeleri. Evlenecekleri erkeklerin dış görüntüsüne, işine, parasına, mal varlığına bakmadan ‘aşk üstüne’ evlilik hayalleri kurup tez vakitte ‘evet’ demiş olmaları. Elbette izdivaç kararı almak da, bunu gerçekleştirmek de kolay olmamış. Kimisi ailesinden habersiz evlenmek zorunda kalmış, kimisi de önyargıların kurbanı olmaktan son anda kurtulmuş. Dostları ‘samimiyet’ ile arkadaşlarının hâline acıyıp bu karardan döndürmek için aylarca uğraşmış. Aileler ise tahsilli kızlarının engelli biriyle evlenmesini bir türlü hazmedememiş.
En zorlu evlilik hikâyesi Ayşe-Halis Kuralay çiftinin. Boğaziçi Üniversitesi Kimya Bölümü mezunu Ayşe Hanım (34) Sağlık A.Ş’de ilaçlama uzmanı olarak çalışıyor. Halis Bey ise İstanbul İl Millî Eğitim Müdürlüğü Özel Eğitim Hizmetleri Şube Müdürü. Yani hepimizin yakından tanıdığı biri. Fakat eşiyle nasıl evlendiği hiçbir zaman gündeme gelmedi. Birbirilerini çok seven ve önlerine çıkan tüm engelleri el ele vererek aşan bu çiftin ‘bir olma’ hikâyesi oldukça ilginç. Evleneli uzun yıllar olsa da hâlâ gözlerinden sevgi fışkırıyor ikisinin de. Yuvalarına sevginin, mutluluğun verdiği sıcaklık, huzur hâkim. Ayşe Hanım içtenlikle anlatıyor nasıl evlilik kararı aldığını: “Üniversiteyi kazanınca 30 yaşıma kadar evlenmeyeceğim, kariyer yapacağım derdim. Halis’i tanır tanımaz ideallerim de gitti, meslekî hayallerim de. Onu kaybetmek istemedim hiç. İnsan sevdiği için, uğruna her şeyi feda edebildiği için evlenmeli. Eşi için biri ailesini arkasına alabiliyorsa tüm zorlukların da üstesinden gelir.” Ayşe Hanım, geçmiş günleri anlatırken gözyaşlarına hâkim olamıyor. Belli ki bu zor süreçte çok kırılmışlar. Annesiyle arasındaki buzların erimesi uzun yıllarını almış mesela. Babası ise biraz daha kolay affetmiş biricik kızını.
Nasıl tanıştıklarına gelince… Ayşe Hanım Bursalı bir ailenin üç çocuğundan ortancadır. Evin tek kızı olması sebebiyle gözler üzerindedir hep. Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanıp İstanbul’a yerleştikten sonra hayatı değişmeye başlar. Farklı ideolojilerin havada uçuştuğu bir dönemde İslam Dini hakkında bilgi edinmek, kafasına takılan soruları rahatça sorabileceği yeni arkadaşlarla tanışmak ister Ayşe Hanım. Bunun üzerine görme engelli bir okul arkadaşı Psikoloji Bölümü son sınıf öğrencisi Halis’i tavsiye eder. Ayşe Hanım’la Halis Bey ilk kez okulun kütüphanesinde görüşüp tanışırlar. Ayşe Hanım onun sayesinde yeni arkadaşlar edinir. Bu sırada birbirlerini tanımaya da çalışırlar. Üç ay gibi kısa bir sürede evlenme kararı alırlar. Ve bundan sonra karşılaşacakları sıkıntılara bu masum karar vesile olur.
Ayşe Hanım aldıkları kararın sevinciyle Bursa’ya gidip durumu ailesine anlatır. Halis Bey’in görme engelli olduğunu öğrenince ailedeki herkesin kalbi sevinç yerine öfkeyle dolar. Bu evliliğin önüne geçmeye çalışırlar. Tepkilerden bunalan Ayşe Hanım, tereddütleri olduğunu, ileride sadece kendi duygu ve düşünceleriyle karar vermek istediğini söyleyerek evlilik kararından döndüğünü söyler Halis Bey’e. Böyle bir cevap beklemeyen Halis Bey, sorunun görme engelli olmasından kaynaklandığını anlar. Üzülür; ama belli etmez. “Nasip değilmiş” diyerek okulunu bitirip iş hayatına atılır. 1,5 yıl hiç görüşmezler.
AYŞE KURALAY: HALİS’İ HİÇ UNUTAMADIM
Ayşe Hanım, “Görüşmediğimiz zamanlarda bile hep aklımdaydı. Onu hiç unutamadım.” diyor. Bir gün “Gerçekten seven insan gurur yapmaz.” der ve 1,5 yıl sonra arayıp çalıştığı okulda kendisini ziyaret etmek istediğini söyler. Halis Bey, bunu kabul edince ona nasıl evlenme teklifi edeceğini düşünmeye başlar. Gittiğinde Halis Bey’in nişanlı olduğunu öğrenir. O an dünya başına yıkılır sanki. Oysa Ayşe Hanım’ın içindeki ses hep “Halis seni bekleyecektir.” demiştir. Ziyaretin üstünden altı ay geçer ve Kuralay’ın nişanlısından ayrıldığını öğrenir. Bunun üzerine Ayşe Hanım tekrar arar ve ikinci kez evlenme teklif eder Halis Bey’e. Aldığı cevap ‘evet’tir. Bunun üzerine bir yıl daha görüşürler.
Bu sırada Ayşe Hanım ailesini yavaş yavaş evlilik fikrine alıştırmaya çalışır. Fakat, müstakbel damat adayının adı her geçtiğinde evde kıyametler kopar. Ayşe Hanım ailesini ikna edemeyeceğini anlar. “Zamanla kabul ederler herhalde.” diyerek ailesinden habersiz Haziran 1995’te Halis Bey ile evlenir. Dönemin İstinye muhtarı tarafından kıyılan nikâhtan kimsenin haberi yoktur. Dört gün sonra ailesine evlendiğini söyler. Ailesi Ayşe Hanım’ı evlatlıktan reddeder. Kızgın baba haberi alır almaz soluğu İstanbul’da alır. Kuralay çiftini arar her yerde. Hatta Boğaziçi Üniversitesi rektörüne “Kızıma sahip çıkamadın” diyerek tepki gösterir. Halis Bey’in Çanakkale’deki baba ocağı da kontrol edilen mekânlar arasındadır.
Kuralay çifti bu sırada sık sık yer değiştirerek izlerini kaybettirmeye çalışır. Ayşe Hanım sıkıntıların bir sonu olmayacağını anlayınca ailesini arar ve kendi isteğiyle evlendiğini ve çok mutlu olduğunu söyler. Sonra da çift Bursa’ya gider. Ayşe Hanım’ın babası bir parka gelmeye razı olur. Annesi ise görüşme teklifini reddeder. Bu olayın üzerinden üç yıl geçer. Çift yavaş yavaş akrabalarla görüşmeye başlar. Herkes Halis Bey’i çok sever. Büyük kızları Saliha Nur 11 aylıkken ilk ziyaretlerini gerçekleştirirler baba ocağına. Bu sefer reddedilmezler; ama buz gibi bir hava eser evde.
Ayşe Hanım sıkıntılı yıllarını şöyle atlattıklarını söylüyor: “Ailem kendisini istememesine rağmen eşim hep ‘onlar anne-babamız, gönüllerini almamız gerekir’ derdi. Bizimle konuşmasalar da biz her bayram aradık onları. Reddedilsek de vazifemizi yerine getirdiğimiz için mutluyduk, huzurluyduk.” Kuralay çiftinin bugün Saliha Nur (11), Abdullah Sadık (10) ve Zeynep Şükriye (6) isimli üç çocuğu var. Mutluluklarının sırrı ise onlara göre çok basit: “Maddi özellikler bizim önceliklerimiz arasında değildi. Bunları ön plana çıkartmadığımız için her zaman mutlu olduk. Çocuklarımızın varlığı da bizim enerjimizi, hayata bağlılığımızı artırdı.”
Melike Doruk Metin (30) Marmara Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık mezunu. Eşi Ayhan Metin Küçükçekmece Belediyesi’nde Basın Halkla İlişkiler Müdür Yardımcısı, belediyedeki Özürlüler Masası’nın kurucusu ve Spor Yönetimi mastırını bitirmiş millî bir atlet. Aynı zamanda da engelliler basketbol takımının temellerini atıp uzunca yıllar bu spora gönül vermiş biri. Ayhan Bey’in 11 aylıkken geçirdiği çocuk felci sebebiyle sol bacağı felç. Ortez ve baston kullanıyor. 6,5 yıllık evli çiftin Zeynep (3,5) isminde bir kız çocuğu var. Melike Hanım kızının ‘Okula gitmek istiyorum’ ısrarlarına dayanamayıp Başakşehir’deki Gül Çocuk Anaokulu’nda çalışmaya başlamış. Çocukların gelişim düzeylerini ölçerek aile terapileri gerçekleştiriyor, grup çalışmaları yaparak duyguların yaşanarak tanımlanmasını sağlıyor. Anlayacağınız dışarıdan bakıldığında her şey normal gözüküyor. Toplumun çoğunluğu tarafından ‘anormal’ olarak nitelendirilen kısmı ise ortopedik engelli biriyle ‘okumuş’ birinin aşk üzerine bir izdivaç yapmış olması.
“GİT KENDİNİ DARÜLACEZEYE VAKFET!”
6 yıl önce Özürlüler Merkezi’nde Melike Hanım ve bir grup genç, ‘özürlülerin topluma, toplumun da özürlülere kazandırılması’ ile alakalı sosyal bir projenin üzerinde çalışır. Ayhan Bey de bu büyük projenin gönüllülerindendir. Tabii hazırlıklar ve çalışmalar esnasında grup içindeki herkes birbirini tanır, birlikte gezi programları düzenlerler. O zamana kadar hep aşkı arayan Melike Hanım ile Ayhan Bey’in arasında bir sıcaklık olur. Yavaş yavaş artan samimiyetlerinin ardından evlilik kararı alırlar. Melike Hanım, “Aşk belirleyici bir unsurdu. Eşimin kişiliğini çok sevmiştim ve nereden bakarsam bakayım evleneceğim insanı buldum diyordum.” sözleriyle anlatıyor yaşadıklarını.
ÖZÜRDEN ÇOK KİŞİLİK ÖNEMLİYMİŞ DEDİLER
Kızlarının evlilik kararına Doruk Ailesi çok tepki göstermez. Samimi arkadaşları ise günlerce dil döker ve evlenmemesi için telkinlerde bulunur. Hatta “Engelli biriyle evleneceğine git kendini darülacezeye vakfet” diyenler bile olur. Melike Hanım tüm bunlara kulaklarını tıkar. Verdiği kararın gerekçesi de şudur: “Etrafımdakiler popüler dünyanın dayatmış olduğu anlayıştan beslenen düşüncelerini doğru varsayıp benim tercihimi etkilemek istediler. Farklılıklarını kabul edemedikçe kendimize yabancılaşan bir toplum olma yolunda kayıplar yaşayabiliriz. Hem sosyal hem siyasi olarak yaşanan farklı olanı reddetme bize sadece acı getirir.” Melike Hanım’a göre toplumun dayatmaları ne kültürden ne gelenekten ne de dinden besleniyor. Dolayısıyla bireyler tepkilere aldırmadan gerçek mutluluk ve huzuru yakalamaya çalışmalı.
Melike Hanım son yıllarda ilerlemeler olsa da toplumun hâlâ engelli vatandaşları garipsediğini düşünüyor. Mesela kendi arkadaşları Ayhan Bey’i tanıdıktan sonra çok sevmişler. Özürden çok kişiliğin belirleyici olduğunu anlamışlar. Fakat kendilerine engelli biri talip olsa yine evlenmeyi düşünmezler diyor. Melike Hanım eşinden bahsederken “O çok farklı biri. Yamaç paraşütü, kayak, tüplü dalış gibi normalde yapamayacağım birçok şeyi eşimle yaptım. Zaten beni en çok etkilen şey de onun bu kadar hayatla, kendiyle barışık olmasıydı.” diyor.
Adem-Sultan İzki çifti İstanbul Zeytinburnu’nda yaşıyor. İrem (6) ve 16 aylık ikiz bebekleri Rabia ve Merve ile mutlu bir aile tablosu çiziyorlar. Üniversite mezunu Sultan Hanım (37) Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemlerde Beyaz Masa’da Basın Halkla İlişkiler görevini üstlenmiş. Sonra serbest mesleğe geçerek butik işletmeye başlamış. Şimdilerde ikiz bebekleri sebebiyle evinde. Görme engelli Adem Bey ise (41) Hazine Avukatı. Maliye Bakanlığı’na bağlı Muhakemat Müdürlüğü’nde çalışıyor.
Adem Bey, 11 yaşında arkadaşının elma atmasıyla bir gözünü, 14 yaşında da deniz kenarındayken atılan bir taş sebebiyle ikinci gözünü kaybeder. Birincisinde tedavi geciktiği için müdahale edilemez, diğerinde de göz içindeki iltihap sinirlere iner ve bir tercih yapmak zorunda kalır. Ya, iltihap ilerleyip onu ölüme götürecektir ya da gözünü kaybetmeyi göze alacaktır. O, gözünü kaybetmeyi tercih eder. 3 yıl kadar hastanelerde yatıp çıkar, birçok ameliyat olur. İki gözünü sonradan kaybetmiş biri olarak 14 yaşında Ankara’daki Körler Okulu’na başlar. İlk başlarda zorluk çekse de kısa sürede kendini toparlar. Anlar ki, görme engelli arkadaşları iyi okullarda okuyor, mutlu evlilikler yapıyor, sağlıklı çocuklara sahip oluyor.
Önce Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir ardından Ortadoğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun olur. Sultan Hanım’la ilk tanıştığı dönemlerde iyi eğitim alıp yabancı dil bilmesine rağmen TGRT’de santral memuru olarak çalışıyordur. Evleneceği kişinin ya az gören ya da tamamen gören biri olmasını arzu eder. Bir yakını Adem Bey’in sürekli evlenmesini ister; ama kiminle konuşsa olumsuz cevap alır: “Tüm özelliklerin iyi güzel de oğlum, görme engelli deyince istemiyorlar. Evleneceğin kişiyi senin bulman gerekiyor.” Benzer bir yorum da annesinden gelir. Bu sebeple Sultan Hanım’la kendi tanışıp konuşmak ister. Onun aradığı ruh güzelliğidir, inanç bütünlüğüdür. Gözleri zaten görmüyordur. Gönlünü görmek için dünya gözüne ihtiyaç yoktur. Tüm bu özellikler ise tek bir isme götürür onu…
Sultan Hanım görme engelli arkadaşı Hasan’ın engelsiz biriyle evlenmesine vesile olmuştur. Oldukça zor ve üzüntülü günler geçiren arkadaşına hem moral vermiş hem de iki ailenin arasını yapmaya çalışmıştır. Sonunda çift evlenmiş ve çok da mutlu olmuşlar. Hasan Bey bir gün arkadaşı Adem İzki’den bahsetmiş ve Sultan Hanım’ın tanışıp konuşmasını istemiş. İlk 1,5 ay telefonda konuşmuşlar. Sultan Hanım, “Ses tonundan etkilenmiştim. Kibar, düşünceli biriydi. İçimden bir ses bu konuşmaları devam ettirmem gerektiğini söyledi.” diyor.
“HEVET” YANLIŞ ANLAŞILINCA…
Altı hafta sonra yüz yüze görüşme kararı alırlar. Birbirlerini gördüklerinde şaşırmazlar, sanki uzun yıllardır tanışıyormuş gibi bir hava eser. İkinci buluşmalarında Adem Bey’den evlilik teklifi gelir. Sultan Hanım ne diyeceğini bilemez. Hem ister hem de kafasına takılan şeyler vardır. Çünkü bir engelliyle nasıl yaşanır bilmiyordur. Düşünmek istiyorum der yarım ağız. O esnada Adem Bey’in ablası arar ve kararını öğrenmek istediğini söyler. Hem evet hem hayır anlamına gelen ‘hevet’ der. Telefonun diğer ucundaki abla cevabı ‘evet’ anlayınca çığlıkları patlatır. Sultan Hanım böylesi bir sevince şahit olunca içindeki tereddütlerin izale olduğunu anlar. Aynı cevabı Adem Bey için de tekrarlar sonra. Aileler hemşeridir. Kültür çatışması yaşanmaz. Damatlarının görme engelli olmasını sorun yapmazlar.
BENİ GÖRMEK İSTER MİYDİN?
Yalnız ailesinden çok yakın arkadaşları sorun çıkarır Sultan Hanım’ın. Onlara göre bu karar çok erken verilmiştir. Mesela “Hamile olsan seni nasıl hastaneye yetiştirecek?” gibi ayrıntılara bile üşenmeden kafa yorarlar. Ama kimse verdiği karardan çifti döndüremez. Sultan Hanım, “Güçlü adımlar atmayı seven, hayata karşı kaygısı korkusu olan biri değildim. Adem’in fikirleri benim için çok önemliydi. Yani cazip biriydi evlenmek için. Hem de yakışıklı.” diyor.
Görme engelliler hakkında herhangi bir bilgisi olmayan Sultan Hanım evliliklerinin ilk dönemlerinde evdeki her şeyi kendi yapmaya çalışır. Adem Bey ise bu durumdan rahatsız olur. Evlenmeden önce yalnız yaşadığını, yemek, ütü, temizlik gibi her türlü ihtiyacını kendisinin karşıladığını söyleyince eşi biraz daha rahatlar. Adem Bey’in yaşama sevinci, teknolojiyle olan barışıklığı, pratikliği ise hayatlarını daha da kolaylaştırır. İçinden geçirdiği düşünceleri zaman zaman dillendirmeden de edemez Sultan Hanım: “Beni görmek ister miydin derdim. Evet çok isterdim derdi; ama üzüldüğünü hiçbir zaman hissettirmedi. Çünkü böyle bir şeyi hissettirse ben daha çok üzüleceğim onun adına. Adem kendinden önce beni düşünür. Yalnız ilk zamanlar yolda yürürken bir yere çarptığında, düştüğünde çok üzülüyordum, kendimi suçluyordum. Onu korumam gerektiğini düşünüyordum hep. Sonradan bu kadar panik yapmamam gerektiğini öğrendim.”
Evliliklerinin ilk zamanlarından sohbet açılmışken çiftin yaşadığı en üzücü olayı Adem Bey anlatıyor: “İnsanlar bizim karı-koca olabileceğimizi hiç düşünmedi. Akraban mı, abin mi dediler. Eşin mi diyen hiç olmadı. Sağlam biri engelli birini niye tercih eder? Kesin kadında bir şey vardır diyerek töhmet altında bıraktılar Sultan’ı. Namusu bile irdelendi! İnsanların kendilerine ya da çocuklarına özür geldiğinde anlıyorlar. Oysa herkesin yaşamadan da anlayabilmesi lazım.” Çift mutluluk sırlarını ise şöyle anlatıyor: “Küçük şeylerden mutlu olmayı biliriz. Hayata dair hırslarımız, ‘illâ’larımız yok. Hayaller kurarız. Gerçekleştiremediklerimize ise asla üzülmeyiz. Maddeyi hayatımızın merkezi hâline getirmeyiz. Öyle olsaydı bu evlilik de gerçekleşmezdi zaten. Beraber vakit geçirmekten ve sohbet etmekten mutluluk duyarız. Birbirimizin iyi ve kötü anlarını dengeleriz. Bunu zorla değil, gönüllü olarak yaparız.”
EŞLERE EVDE ÖZEL MUAMELE YOK!
Halis Kuralay ve Adem İzki görme engelli, Ayhan Metin de ortopedik. Peki gündelik hayatlarında çiftler acaba herhangi bir sorunla karşılaşıyorlar mı? Ayşe Hanım, Halis Bey’e evde özel bir muamele yapmadığını söylüyor. “Eşimin bazı işleri görenlerden daha farklı yapmasını hiç garipsemedim. Bana davranışları, hareketleri hep çok normal geldi. Evdeki her şeyin yerini bilir. Bazen kendi ütüsünü bile kendi yapar, ev işlerinde yardımcı olur, çocukların bakımını üstlenir. Onun tek farkı bir şeyi gözüyle değil, dokunarak araması. Gezmeye gideriz. Çok güzel bir manzara vardır karşımızda. Önce o hissettiklerini anlatır. Sonra ben anlatırım gördüklerimi. Güzel bir taş bulduysam onu getirip gösteririm. Dokunmasını sağlayarak anlatırım renklerini, desenlerini” diyor.
Melike Hanım kendisinin de çalıştığını belirterek “Hayatı ortaklaşa yaşıyoruz. Sorumluluk noktasında da öyle. Alışverişe gittiğimizde Ayhan bastonuna takarak torbaları taşımaya çalışır. Elinden ne gelirse sonuna kadar yardımcı olmak ister. Engelli olmasının hayatımıza getirdiği ekstra bir yük yok. Hatta çevremdeki birçok erkeğe göre daha anlayışlı ve paylaşımcı.” diyor.
Peki ya çocuklar dünyaya geldiğinde onları nasıl bir hayat bekliyordu? Ayşe Hanım’a göre engelli bir babanın varlığını aile ne kadar kabullenir, doğal karşılarsa çocuklar da bu doğallıktan etkileniyor. Mesela Halis Bey’in üç çocuğu da babalarından dolayı bir rahatsızlık hissetmemişler. Hiç soru sormamışlar görememesiyle alakalı. Bu durumu hep sıradanlaştırmışlar. Resim yaptıklarında önce babalarına gösterirlermiş. Dokunmasını sağlayarak neler çizdiklerini anlatırlarmış. Halis Bey de “Ben görmüyorum, göstermene gerek yok” demezmiş hiç. Büyük bir ilgiyle dinler, dokunur, “Hangi renkleri kullandın? Buradaki evi nasıl çizdin?” gibi sorular sorarmış. Ayşe Hanım, çocuklarının babalarıyla her zaman gurur duyduğunu, veli toplantılarına kendisinin değil de babalarının katılmasını istediklerini anlatıyor.
BABAM DENİZE DÜŞMÜŞ
Ayhan Bey, kızı Zeynep’in önünden yürüyormuş. Babasının adımlarındaki garipliği fark eden 2,5 yaşındaki Zeynep annesine, “Babam niye böyle yürüyor?” demiş. Sonra kendi kendine cevaplamış: “Denize düşmüş, onun için bacağı kırılmış.” Melike Hanım kızının kendi kendine cevapladığı sorudan etkilenip şaşırmış. Fakat müdahale etme gereği duymamış. “Yaşı küçük, şimdilik inandığı gibi kalsın.” demiş. Meğer Zeynep arkadaşlarına da aynı şekilde açıklamalar yapıyormuş. Yani, minik kız Ayhan Bey’in durumunu bir sorun olarak görmemiş, gözünde büyütmemiş hiç. Hatta babasına karşı çok duyarlı olduğunu bile söylüyor Melike Hanım…
Adem Bey kızı İrem’in engelli olmasını biraz zor kabul ettiğini düşünüyor. Yaşıyla orantılı olarak tabii. İrem 2,5 yaşındayken babasının neden engelli olduğunu sormuş. Hasta olduğu için göremediğini anlatan babasına: “Keşke görseydin” demiş. Fakat yaşı ilerledikçe babasıyla dışarı çıkmaya, vakit geçirmeye başlamış. Artık küçük İrem, görme engelli biriyle nasıl yürümesi gerektiğini öğreniyor.