Eğitimde Rehberlik (Makale)

Rehberlik, “kılavuzluk” kelimesine eş anlamlılık arz etmesine rağmen yüklendiği görev itibariylen son derece etkili olan bir “davranış bilinci” geliştirme eylemidir.

Rehberlik, sözlükte: “ Öğrencilerin sorunlarını öğrenerek onlara, yardımda bulunma, rehberlik etmek, yol göstermek, kılavuzluk etmek.”(TDK) şeklinde tarifini bulmuştur.

Eksiği olan, fakat fazlası olmayan bir tarif! Sorunu öğrenip öğrenciye çözüm yolları gösteriyorsun!

Uzak bir köyü parmakla işaret etmek kadar kolay! Zaten kimin umrunda tanımlar, anlamlar! Acaba bu kadar basit mi?

Ne yazık ki eğitim kurumlarındaki eğitmenler, rehberliğin 1) Eğitimde rehberlik 2)Öğretimde rehberlik, olmak üzere iki farklı kavramları karşıladığını bilmiyor.

Varsa yoksa “öğretimde rehberlik.”

O da hangi kısır döngü içerisinde nasıl, ne derece doğru uygulanıyor, izah etmeye lüzum görmüyorum.

Eğitimde rehberlik: Kişinin doğuştan getirdiği ilgi, istidat, yeteneklerini fark etmesine yardımcı olmak; bunları geliştirerek etkin birey olma vasfına giden süreci işler kılmaktır.

Demek ki yaptığımız iş, öğretme değil. Amacımız, öğretmek olsaydı “öğretimde rehberlik” derdim.

Peki, bu süreç nasıl işler?

Her insan, dünyaya geldiği andan itibaren, “doğa ile aklı” arasındaki uyumu kolaylaştırıcı, pratikleştirici, uzlaştırıcı bir zekâya sahip olmaktadır.

Bu, şu demek oluyor: Her insan, doğduğu anda “dâhidir.”

Kavramı, eğitime indirgediğimizde “akıllıdır.” Okullarda “çok zekâlı” demeyiz de “çok akıllı” deriz. “Zekâsız” demeyiz de “akılsız” deriz.

Bir kristal vazo düşünün. Elinizin altında duruyor İçinde sonsuz bir ışık kaynağı var.

Bunu biliyorsunuz. Ama kristal vazodan nasıl faydalanacağınızı, nerede ne şekilde kullanacağınızı bilmiyorsunuz.

Oysa feneri vazoya tuttuğunuz da dört tarafa yayılan ışık huzmesi ile karşılaşırsınız. Kullanılmadığı, işlenmediği sürece her zekâ pasifleşip, ayniyetleşir.

Rehber eğitmenlerin asıl görevi burada başlar: Öğrenciye, “var olan aklını kullanma (becerisini) sanatı”nı göstereceksin.

Günümüz eğitmenleri, bunu “çoklu zekâ kavramı” ile okul okul anlatmaya çalışmakta.

O hâlde, akıl nasıl kullanılacak, işler vaziyete getirilecek?

Yaratıcı zekâ, eleştirel zekâ, nedensel zekâ, öznel zekâ…

Böyle bir tanım çıkardığımızda, bu kelime gruplarının bizde uyandırdığı anlamları hemen yadsımışızdır.

Kimilerine göre, deveye hendek atlatmaktan zor olmalı. Hatta bazılarınız bu kavramların bize ne kadar uzak olduğunu düşünüp söyleyeceklerdir. Buna öğrenciler de dahil.

Başarı seviyesi düşük öğrenciler, zekâyı dışarıdan satın alınır, ulaşılması zor bir başarı odağı olarak algılıyor.

Psikolojide buna, özgünlük açısından ne olduğunu bilmemek, denir. Doğru düşünceye giden yol ise, kendini “doğru bilmek, doğru tanımak”la olur…

Zira, insan, yukarıda yazılı olan zekâları doğuştan zaten getiriyor. Şöyle demeliydik:

Yaratıcı düşünme, eleştirel (sorgulayıcı) düşünme, nedensel (sorgulayıcı) düşünme, benci(öznel) düşünce

(Öznel zeka/düşünce, benlik gücü ilen alâkadardır. Kişiyi, diğerlerinden ayırıp, “işler, geçerli” farkındalık yaratmada en belirleyici zekâdır.)

Her yerde olduğu gibi kavramlar/mana kargaşası burada da ortaya çıkıyor.

Yunus Emre, dağdan neden “doğru odunları” taşıyor sanıyorsunuz? Lâyık gördüğü için.

Öğrenciler kendilerini başarılı olarak düşünemiyor; eğitmenler de “Bak, bu düşüncen ‘doğru’ değil, diye eğri odunları öğrencinin kafasından atmıyor…

Demek oluyor ki, tutkularımızın esiri olmuşuz. Korku ile iç içe girmiş aşağılanmışlık tutkusu.

Kendi kendimizi kandırma tutkusu. Toplumun her kesimine, özellikle gençlere, hakim olan öncü duygulardan biri değil midir bu kandırılmışlık?

Hemen hemen her öğrenci aynı kalıplar doğrultusunda eriyip gitmekte, geleceklerini heba etmektedir.

“Anlamıyorum. Çalışıyorum olmuyor. Aklım almıyor. Akıllı bir insan değilim. Benden bu kadar.”

Yetisinin farkında olmayan daha milyonlarca öğrenci aynı düşünceleri paylaşıyor. Ne olduğunu bilmeme korkusu…

İnsanı yalıtılmış bir varlık hâline getiren, yontulmamış eksik bilgiler ışığında öğrencilere yaklaşan rehber eğitmenler, amacı olmayan testlerle görev yerine getirildi babında sadece çeteleme yaptırır.

Önce, beyinlere kök salmış başaramamazlık korkusunu yola getirmeli, sonra artık anlamsızlaşıp bize engel olan “tutku”larımızdan kurtulmalıyız.

Nasıl yapacağız bunu?

Önce bizi rahatsız eden iğnelerden kurtulmalıyız.

http://blog.milliyet.com.tr/turkmavisi

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Rehberlik Haberleri