Pazartesi günü sizlere Omuzumda Hemençe isimli bir hatırat kitabından bahsetmiş, sosyal bilimlerin hatıratları merkeze alarak duyguların tarihi konusunda bir idrak oluşturması gerektiğine değinmiştim.
Şimdi kitaba yakın plan birlikte bakalım.
Kitabın yazarı merhum Ali Kemal Saran. 1934 Trabzon Çaykara doğumlu. Vefatı 2010'da elim bir trafik kazasında oluyor.
Çok ibretli bir ölüm ile terki diyar ediyor. Değerli arkadaşlarım Ayşe ve Havva Sula'nın kıymetli pederleri, din adamı olarak ömrünü gayret ve hizmet üzere geçirmiş olan Ali Şükrü Sula Hoca, trafik kazası ile aramızdan ayrıldı. Ali Kemal Saran, meslektaşı ile ilgili olarak çok çarpıcı bir yazı yazdı. Yazı yayınlanmadan tıpkı yazısında bahsettiği gibi, kaderi arkadaşının kaderine benzedi ve ölüm şerbetini trafik kazası üzerinden tadanların arasına karıştı.
Ali Kemal Saran'ın satırları ötelerden gönderilmiş bir mektup gibi okundu.
Omuzumda Hemençe yakın döneme ışık tutan çok önemli bir kitap. Merhum Ali Kemal Saran olayları sosyal bilimci titizliği ile naklediyor. Naklederken 'imaj' çalışmasında bulunmayıp, olayları olduğu gibi aktardığı için kitabın tarihi değeri öne çıkıyor.
Hemençe Orta Anadolu'da heybe olarak tabir edilen yün iplerle dokunmuş bir nevi sırt çantası. Ali Kemal Saran, sırt çantasına, heybesine yakın dönemin acılarını, ıstıraplarını, fakirliğini ama ille de idealizmini doldurmuş. Babaların oğullarını hafız olarak görmek istediği dönemin izi, satırlardan gül rayihası gibi siniyor içinize.
Duyguların tarihi diyorum ya
Duyguların tarihi derken neyi kast ettiğimi de Ali Kemal Saran'ın 1893'de doğan Hacı İbrahim dayısı üzerinden paylaşmak istiyorum.
Hacı İbrahim sonradan alacağı lakap ile 'kolsuz gazi'nin hayatını okurken, bilmiyorum neden, Tarık Buğra'nın ölümsüz eserinden tv dizisi yapılmış olan Küçük Ağa'nın Çolak Salih'i geldi. Fikret Hakan'ın çok başarılı bir şekilde oynadığı 'Çolak Salih'. 1983 yılının, bugün ile kıyaslandığında mütevazı şartlarında Küçük Ağa ne muhteşem bir dizi idi. Bu vesile ile Tarık Buğra ve filmin yönetmeni Yücel Çakmaklı'yı hayırla analım. Allah rahmetini ziyade etsin.
'Hacı İbrahim Dayı' 1.Dünya Savaşı'nda askere alınmış ve Bağdat cephesinde esir düşmüş. Yıllarca kendisinden haber gelmemiş. Bu durumu yazar, 2000'li yıllarda yayınlanmış olan 'Anne ben ölmedim' kitabındaki asker mektuplarına atıfta bulunarak anlatıyor. Yemen ve Hicaz'da çarpışan ve esir düşen askerlerden uzun süre haber alınamadığı için şehit düştüklerine hükmedildiğinden, uzun bir arada sonra askerler 'Ana ben ölmedim' diye başlayan mektuplar gönderiyor ailelerine.
Ali Kemal Saran'ın dayısının hikâyesi, bir romanın sayfalarında bile inanılmayacak özelliklere sahip. Esaretten kurtulduktan sonra bindikleri gemi Umman Denizi'nde batıyor. Deniz üzerinde uzun bir süre hayatta kalma mücadelesi verdikten sonra, nihayet kurtuluyor.
Kurtuluyor mu? Köyüne döndükten bir müddet sonra başka birinin yerine Eskişehir'e askere gidiyor. Ali Kemal Saran'ın satırlarından böylece 'bedelli askerlik'in halk arasında icra edilmiş şekline rastlamış oluyoruz.
Başkasının yerine askere giden hayat şartları o kadar zordur ki ailesinin geçimini sağlamak için bunu yapmaya kendini mecbur his etmiş olmalı- Hacı İbrahim, Eskişehir yakınlarında Yunan askerleri ile göğüs göğse mücadele ederken sol kolundan yaralanır ve sol kolu omuzdan kesilir.
'Kolsuz Gazi' lakabını alan İbrahim Dayı'ya gazi maaşı bağlanır. Bu maaş dönemin şartlarında gıpta edilecek bir maaştır. Geçim ekonomisinin yoksulluğu içinde; insanlar sadece tarlalarından alabildikleri mahsuller ile hayatlarını idame ettirmeye çalışır, pazardan alınacaklar konusunda sıkıntı yaşarken; 'Kolsuz gazi' tek kolu ile her türlü işini görüp tarla sürmekte, odun yarmakta, pazar alışverişini şevkle yapmaktadır: Bolca et, beyaz fırın ekmeği, kesme şeker, çay, pirinç. Dönemin şartlarında son derece lüks ve fantezi sayılacak bir alış-veriştir bu.
Köy halkının ancak Kurban bayramında gördüğü et, düğünlerde tatma imkanı bulduğu hoşaf ve pilavın, dayının evinde düzenli olarak piştiği; gelen giden misafirlere de ikram ettiği göz önünde bulundurulacak olursa, 'Kolsuz Gazi' olarak itibarının boyutları daha iyi anlaşılır.
İtibar kısmı önemli!
Ali Kemal Saran çocukluğunun kahramanı olarak gördüğü dayısını bakınız nasıl anlatıyor:
'Pek çok badireyi atlatmış olan dayımın zorluklar karşısındaki sabır ve metaneti örnek alınacak cinstendi. Ben ömrüm boyunca, her türlü güçlüğe alışabilen bu insanın azmine, kararlılığına ve iş becermedeki başarısına hayran olmuşumdur. Yaşadığı onca bela ve kötülük, psikolojik durumuna hiç yansımamış, her defasında hayatına kaldığı yerden yine vakarla devam etmişti. Savaşmış, esir düşmüş, kolu kesilmiş, ancak vefat ettiği 2 Temmuz 1975 tarihine kadar dimdik ayakta kalabilmeyi başarmıştı.
Bugün, Vietnam Savaşı'ndan ve pek yakında cereyan eden Irak işgalinden sonra Amerikan askerlerinde baş gösterdiği belirtilen çeşitli psikolojik sorunlar ve ruhî bunalımları duyunca, aklıma dayım ve onun gibi gaziler gelir. Amerikan askerlerinin içine düştüğü
'savaş sonrası sendromu' olarak ifade edilen ve yüzlerce filme, kitaba, makaleye ilham kaynağı olan bu tür rahatsızlıkların benzerini dayımda hiç görmemişimdir.
Dayım ve dayım gibileri, uzun askerlik görevleri boyunca nice savaşlar geçirmişler; ta Yemen'e kadar gitmişler, pek çok sıkıntıdan sonra ülkelerine dönmüşler ve yine hayatlarına kaldıkları yerden başlamışlardır.
Herhalde bu durumları, ancak vatanseverlikleri ve imanlı olmalarıyla açıklanabilir.'
Duyguların tarihi diyorum ya İşte tam da burada iman bahsini tekrar tekrar düşünmemiz gerekiyor