Duygular bilim dünyası için hem karışık hem de ilginç bir konu... Yıllardır süren araştırmalar ile isim koyduğumuz duyguların bize aslında neler hissettirdiği, yüzümüzden bunların okunup okunamadığını, duygu okumada insanların ne kadar başarılı olduğu açıklanmaya çalışılıyor. Yeni araştırmalar ise duygu dünyamız ile ilgili çarpıcı ve yeni bulgular ortaya atıyor.
Yapılan son araştırmalara göre, duygularla ilgili bildiğimiz şeylerin çoğu yanlış. Hepimizin aynı şeyi hissettiği doğru değil ve herkes, insanların yüz ifadelerinden doğruları anlayamıyor. Peki adı dahi konmamış duygular var mı? Ve biz neler hissediyoruz.
Önceki bilgilerimize göre, duygu oluşumu şöyle oluyor: Duyguları ortaya çıkaracak bir olay yaşanıyor, nöronlar tetikleniyor ve suratınıza kontrolünüzde olmayan ve duygunun niteliğine göre her insanda benzerlik gösterebilen bir ifade oturuyor. Sinirlendiğimizde kaşlarımızı çatıyor, üzüldüğümüzde dudaklarımızı büzüyoruz. Dünyanın hemen her yerinde insanlar, duygulara benzer yüz ifadelerini oturtuyorlar ve bu ifadeleri doğuştan tanıyorlar. Ancak bir yüz, söz konusu duygular olduğunda sizin kontrolünüzde olmadan bir ifade ortaya koyar mı? Bazı yüz ifadeleri ve bazı duygular birbirine evrensel olarak bağlantılı olarak düşünülebilir ancak bunu saklamak gibi bir yeteneğimiz yok mu? Ya da “mutluluk” deyince herkes aynı şeyi mi hissediyor?
Peki madem herkes surat ifadelerinden ne hissettiğimizi anlıyor, o halde insanların korku ve endişeyi ayıramadığı çalışmalara ne diyeceğiz? Çoğu kişi bu iki duygunun yarattığı ifade benzer göründüğünden onları ayırmakta güçlük çekiyor. Genelde suçluluk ve mutluluk gibi ifadelerin ayırt edilmesinin kolay olduğunu çünkü pek alakaları olmadığını söyleyebilirsiniz.
Bizdeki en büyük yanılgı, yüzün tek başına bir ifadeyi anlamlandırabildiği gerçeğidir. Tam tersi, eğer bir yüze tek başına bakarsak, çoğu zaman yanılırız. Duygu anlamada, mimik, vücut dili, ses de en az ifadenin kendisi kadar önemli. Yani tamamen pozitif bir ifadeyi alıp negatif bir durumun yaşandığı bir duruma koyarsanız, o ifade size negatif bir ifadeymiş gibi gelir. Başlı başına yüz değil, bağlam (içerik) da büyük derecede önem taşır.
Bu durum, iki farklı şekilde yorumlanır. Bunlardan ilki, bilgisayarlı duygu tanımlama sistemlerinin uzun vadede başarısız olabileceği riski. Bilgisayarların, yapay zekanın şu anda bağlamdan uzak bir şekilde, ses gibi, olayın kendisi gibi verileri almadan yalnızca surat ifadesine bakarak o kişinin sahip olduğu duyguyu anlayabilmesi zorlaşıyor.
Bir diğer durum ise, aslında duyguların yüze yansıyışlarının evrensel bir dili olmamasıdır. Duyguların oluşumu farklı olabildiği gibi, duyguların yüzümüzde yansıttığı ifade de evrensel değildir. Burada gerek kültürel, gerek dilsel gerekse kişisel farklılıklar bile ön plana çıkabilmektedir. Bu noktada, duygu dünyasını anlamada işin içine duygu konsepti kavramı girer.
Nedir bu duygu konsepti?
Duygu konsepti, zihnimizin duygularla ilgili bildiği şeylerin tamamıdır. Örneğin, araba kullanırken zihniniz bir takım şeyleri otomatik olarak nasıl yapması gerektiğini bilir. Bunları zihniniz tek tek size sıralamaz, aslında sıralar da siz farkında olmazsınız. Ancak bir duygu konseptini biliyor olduğunuzda onu hissedersiniz. Onu hissettiğinizi vücudunuz da beyniniz de biliyor olur. Farklı kültürlerde, farklı duygular farklı şekillerde hissediliyor olabilir. Bu da evrenselliğin zıttında bir durumu oluşturur çünkü her kültür, kendi “başka” konseptini oluşturmaktadır. Örneğin Tahiti kültüründe mutsuzluk duygusu, onların dilinde “grip olduğunda hissettiğiniz aşırı yorgunluk” şeklinde çevrilen bir kelimeyle ifade edilir. Evet bu, sizin kültürünüzdeki mutsuzluğun birebir karşılığı olmayabilir ancak onların Tahiti göre onlar mutsuzken böyle hissediyorlar.
Duygu konseptlerini nasıl öğreniyoruz?
Aslında öğrenmek kelimesi yerine aşinalık kazanmak demek daha doğru olacaktır. Çünkü duygu, zaten kendiliğinden gelişir. Bir bebeğe çatal kullanmasını öğretirsiniz ama kendini mutlu hissetmesini öğretebilir misiniz? Bu duyguların ifadesi, yaşanmışlıklar, aileden görülen yüz ifadeleri, bunlar hep öğrenilebilir şeyler. Duygu dünyasıyla ilgili ilginç şeylerden biri de dil ile ifade etmediğimiz bir duyguyu, hissetmiyor olmamız. Yani dilimizde olmayan bir şeyi hissetmiyoruz. Aslında tam olarak hissetmiyoruz demeyebiliriz. Örneğin, chrysalism, fırtınalı havada kapalı bir mekanda olmanın verdiği huzur anlamına geliyor. Ancak bu sözcük, sizin lügatınızda bulunmuyorsa, bunu araba kullanmak gibi otomatik hale getiremiyorsunuz. Hissetseniz bile ne hissettiğinizi bilmiyor, dolayısıyla es geçiyorsunuz.
Peki, madem duygular üzerinde böylesi bir kontrolümüz var, onları kontrol etmemiz mümkün mü?
Aslında, bir parmak şıklatmasıyla var olan bir duygunun artık var olmaması gibi bir durum yaratmak teknik olarak pek de mümkün görünmüyor. Ancak, duygularınızı bir şekilde kontrol altına alabilmenin ufak tefek yolları var. Örneğin, size sıkıntı veren duyguları birbirinden ayırma noktasında, daha fazla şey öğrenmek için kendinizi dinlemeyi öğrenebilirsiniz. Bu da meditasyonla mümkün olabilir. Sizi çok rahatsız eden bir duygunun aslında tam olarak nasıl üretildiğini de bu yolla anlayabilir ve belki bu üretim sürecine zihninizde müdahale edebilirsiniz.