Gerek klinik gerekse koruyucu ruh sağlığı alanında yaptığı çalışmalarla Türkiye’nin değerli psikiyatri uzmanlarından Dr. Agâh Aydın’la söyleşi yapma düşüncesi oldukça heyecan vericiydi. Kendisiyle iletişime geçerek bu düşünceyi paylaştım. Röportaj teklifini kabul ederken sergilediği doğal ve içten tutumla, onda insana verilen değerin büyüklüğünü görmüş oldum. Bilgi ve tevazu aynı yerde duruyordu.
Röportaj düşüncesinin başlangıcı ile sonu arasındaki tüm süreç heyecan verici olduğu kadar oldukça da keyifliydi. Peki neler konuştuk?
Hepimizin, bir şekilde hayatımızın bir yaşam karesine denk düşen ilişki, evlilik, siber iletişim (internet) ve aşkı konuştuk. İşte söz konusu söyleşinin ayrıntıları:
Röportaj: Ebru AKKOYUN
Aktüel Psikoloji / Haber Editörü
Yrd. Doç. Dr. Agah Aydın Kimdir?
1989 yılında İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde tıp eğitimine başlayan Dr. Agâh Aydın, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastenesi‘nde ihtisasını tamamlayarak psikiyatri uzmanı olmuştur.
Depresyon ve psikozun kişilikle ilişkileri hakkında “Akut ve geçici psikozları olan olgular ile psikotik özellikli depresyonu olan olguların kişilik bozuklukları açısından karşılaştırılması” adlı tez çalışması ile mezun olmuştur. İhtisası sırasında Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi Eğitim Merkezi (AMATEM), Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı, Adli Psikiyatri Kliniği, 4. Psikiyatri Psikotik Bozukluklar Kliniği, Ergen Psikiyatrisi Kliniği, 2. Nevroz Kliniği, 2. Basamak Poliklinikleri ve Cinsel İşlev Bozuklukları Polikliniklerinde çalışmıştır.Psikanalitik Yönelimli- Dinamik Psikoterapiler, Bilişsel Davranışçı Psikoterapi, Cinsel İşlev Bozuklukları (CETA Derneği’nde) ve Destekleyici Psikoterapi eğitimleri almıştır.
Türkiye Psikiyatri Derneği’nin Mart 2011 – Eylül 2013 tarihleri arasında kuramsal ve uygulamalı Destekleyici Psikoterapi eğitimini tamamlamış ve halen TPD-Destekleyici Psikoterapi Uygulayıcısı ve Eğiticisidir.
Dr. Agâh Aydın, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim Araştırma Hastenesi 4.Psikiyatri Kliniği’nde çalışırken serbest hekim olarak çalışmak üzere 2011 yılında görevinden ayrılmıştır.
Türkiye Psikiyatri Derneği (TPD), Cinsel Eğitim Tedavi ve Araştırma Derneği (CETAD), Türk Nörpsikiyatri Derneği (TND) ve Türk Tabipleri Birliği üyesidir.
2009-2011 yılları arasında 2 yıl süreyle Türkiye Psikiyatri Derneği “Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği” ve “Bilimsel Toplantılar Düzenleme Yürütme Kurulu Üyeliği” yapmıştır. Bu süre zarfında TPD’nin düzenlediği ulusal çapta 6 kongrede düzenleme kurulu üyesi olarak görev alırken, Dünya Psikiyatri Derneği ve TPD işbirliği ile düzenlenen World Psychiatric Association Thematic Conference bilimsel komite üyelerindendir.
Çeşitli yayınlarda (Psikeart, Psikesinema, Akıl Defteri, Mesele, Denizyıldızı, Dünden Bugünden Edebiyat Dergisi) öyküleri ve denemeleri yayımlandı. Lacanien psikanalitik kuram ışığında sinema ve edebiyat eleştirisi yazmakta ve konuşmalar yapmaktadır.
Dr. Agâh Aydın, okul öncesi çocukları ve ilköğretim öğrencilerine yönelik eğitim yayınları üreten “Küçükadımlar Okul Öncesi Eğitim ve Yayıncılık” ve “Sadık Uygun Eğitim Yayınları”nda yayın kurulu üyesi, aile, öğretmen ve öğrenci eğitim danışmanı ve eğiticisi olarak olarak çalışmaya başlamış ve halen bu görevlerini sürdürmektedir. Bu süre içerisinde 10 süreli yayın ve 150 civarında eğitsel kitabın hazırlık ve yayımlanma aşamasında bulunmuş ve öğretmen, psikolog, okul ve okul öncesi öğrencilerine ve ebeveynlere yönelik çok sayıda eğitim seminerleri ve konferanslar vermiştir.
Psikanalitik perspektifin insan yavrusunun kişilik gelişimi ve davranışı üzerindeki derinlikli kavrayışını temel alıp harmanlayarak çocuklar, ana babalar, öğretmenler ve danışmanlık verdiği şirketlerdeki çalışanlarla yaşadığı deneyimleriyle birleştirerek hazırladığı İNİO Eğitim Programı Seminerleri’ni oluşturmuştur. (İNİO Eğitim Programı ana hatları ile üç modülden oluşmaktadır: 1-İletişim teknikleri konusundaki mevcut bilgi birikiminin gözden geçirilmesi, 2- Psikanalitik açıdan insan kişiliğinin yapılanması ve insan davranışının bu perspektiften kavranması, 3- Her insanın diğerlerinden farklı kendine has bir kişiliğinin olduğu bilişinden hareketle kişiye ve duruma özel davranışın kavranmasının yollarını açan iletişim tekniklerinin anlatılması) Dr. Agâh Aydın oluşturduğu İNİO (İnsan Nasıl İnsan Oluyor) Eğitim Programını baz alarak bugüne kadar Milli Eğitim Müdürlükleri, Küçükadımlar Okul Öncesi Eğitim ve Yayıncılık, Sadık Uygun Eğitim Yayınları işbirliği ile desteklenen Okul ve Okul Öncesi Eğitim Kurumlarında görev alan öğretmen, psikolog, yazar ve yayıncılara yönelik eğitim ve danışmanlık hizmetleri kapsamında yurt genelinde “Kişilik gelişimi”, “Motivasyonel iletişim teknikleri”, “Ebeveyn ve çocuk çatışmasının nedenleri, niçinleri ve çözümler”, “İnternet ve televizyonun çocuk, ergen ve yetişkinlere etkileri”, “Günümüz çiftinin ilişki sorunları”, konularında eğitim seminerleri ve konferanslar vermektedir.
İlişki-Evlilik-İnternet-Aşk
İlişki-Evlilik-İnternet-Aşk
-İlişki nedir?
İliş iki insanın bedensel veya cinsel olarak kültürel ve ruhsal yanlarıyla farklı yaş ve yaşanmışlıklarla çeşitli ve değişken bağlamlar içinde karşılaşmasıdır. Bu iki insanın, başka bir deyişle iki psikocinsel bilgisayarın sözlü veya sözlü olmayan mimiksel, davranışsal, düşlemsel ve cinsel etkileşimi de ilişkinin nasıl yaşandığının göstergeleridir diyebilirim.
Günümüz ilişkilerinden ve evliliklerden söz eder misiniz?
Daha esnek, kısa süreli ilişkiler çoğaldı. Vefasızlıkların, aldatmaların, aldatılmanın arttığı, evliliklerin azaldığı, evli olanlarda ise boşanmaların arttığı, çocuk yapma oranının düştüğü ilişkilerin daha fazla olduğu bir dönemde yaşıyor, görüyoruz.
Günümüzde ilişkilerin günlük ve daha kısa süreli ilişkiler olmasının sebepleri neler olabilir?
Ekonomik liberalizm ve sanayileşme insanın ve ailenin yapısını değiştirdi. En temelde insanlar yalnızlaştı ve yabancılaştı... Doğal olarak bu süreç ilişkileri de değiştirdi.
Peki, ekonomik sistem nasıl böyle bir değişime yol açtı?
Peki, ekonomik sistem nasıl böyle bir değişime yol açtı?
Bu mevzu biraz uzun ama şöyle özetleyebilirim; İnsan yavrusu doğduğu gün tek başına yaşayamayacak bir eksiklikle, yetersizlikle maluldür. Bebeğin bedenindeki düzensizlik ve dışarıdaki karmaşa imge dünyasını o denli ürkütücü kılar ki cinler, periler, hortlaklar, bir fare tarafından ısırılan pipiler, kulağa giren böcekler, ham yapan canavarlar veya yarılarak içeriği dışarı dökülmüş beden parçalarının resmedilmiş olduğu Hieronymus Boch’un tablolarının içinde yaşamak gibidir. İnsan yavrusu için hayat ancak eksiklik duygusundan kurtulma umudu ya da hayat üstünde etkili olduğunu görme çabası ile anlamlandırılabilir! Çocukların sabit bir nesneye, tutulacak bir ele, sığınılacak bir limana ya da sarılmaya –bir yılana bile olsa-, hep kurtaran, kurtaracak olan kahramanlara, vaatlere, mutlu sonla biten masallara o kadar çok ihtiyaçları vardır ki yaşamlarının geri kalanında bu elleri, limanları, kucakları, yılanları ve dahası bu kurtuluş masallarını ve masalcıları hiç mi hiç unutmazlar. Öylesine zor ve karmaşa içindedir ki bu dünya, bunaltıyla başa çıkabilmek için çocuk süt veren memenin tarafında konuşlanmış “tamamen iyi olan” bizimkiler ve istediğimizde gelmeyen, kaçan, sütünü esirgeyenler yani “tamamen kötü olan” onlar diye ikiye böler nesneleri ve rahatlar. Hem çocuklarda, hem de yaşam koşulları çok ağırlaştığında, sıkıntılı zamanlarda duygusal ve bilişsel olarak hayatla başa çıkmak da zorlanan kimi kişilerde ve sınırda kişilik örgütlenmesi olan yetişkinlerde nesneler iyi ve kötü diye, biz ve onlar diye ikiye bölünür. İşte bu bölünmeyi gideren, insanın bütünlüklü bir kişilik oluşturmasını sağlayan da başlangıç ona bakım verenler ve daha sonra da onların yerine geçen Öteki’lerle mümkündür.
Ekonomik liberalizim bireye bu ötekilerin yerine geçecek nesneler önerdi, evler, arabalar, tatiller... İnsanlar bu satın alınabilir nesnelere ulaşabilmek için daha çok çalışmak zorunda kaldılar. Giderek toplumsal grup bağları çözüldü ve insanlar yalnızlaşmaya, ve yaşadıkları topluma da yabancılaşmaya başladı. Bu öyle bir hal aldı ki kişi kendine ve onu var eden diğer insanlara da yabancılaştı. Sonuç olarak kimsenin bir başkası için herhangi bir zorluğa katlanmadığı, yalnızca bireysel çıkarlarının peşinden koştuğu ve bu yolda ilerledikçe de kendi içine kapanan, ötekilerle empati kuramayan bencilleşen bir topluma dönüştük.
Kendi içine kapanmış her insan, bütün öteki insanların acılarına, ihtiyaçlarına duyarsız davranır. Böyle bir insan ancak çıkarları gerektirdiği için bir ilişkiyi yürütür. Oysa bir çiftin ilişkisi ancak, karşısındaki çocuklaştığında, zora düştüğünde anne olabiliyor, kendisi hastalandığında, dara düştüğünde de diğeri bunu yapabiliyorsa derinleşir, sürer. Dünya öyle bir hale geldi ki artık pek çok kişi her gün her yerde olan yalnızlık, ihanet, ölüm ve hastalık gibi olayları aileden sayılan birinin başına gelmedikçe kavrayamıyor ya da etkilenmiyor!
Birbirleriyle evlenen ve uzun süreli ilişkiler kuran, çocuk yapan insanlar hala çok sayıda. Sizce evlilikler bu değişimden nasıl etkilendi?
Birbirleriyle evlenen ve uzun süreli ilişkiler kuran, çocuk yapan insanlar hala çok sayıda. Sizce evlilikler bu değişimden nasıl etkilendi?
Çok olumsuz etkilendi. Çift çatışma demektir. Bakın patoloji demiyorum, çatışma diyorum. Çünkü patoloji norma gönderme yapar. Çatışma ise her ilişkide doğal ve kaçınılmazdır. İki kişinin karşılaşması tarafların bazı içsel çatışmalarının daha fazla ortaya çıkması demektir. Ve bunlar bilinçdışıdır. Kişiler bu çatışmaların farkında değildir yani... Önceden insanlar tanıdık çevrelerden, örneğin görücü usulüyle falan evlenirlerdi. Sözler, nişanlar, düğünler ve daha pek çok gelenek... Yani aileler de işin içindeydi ve bir evlilik en az altı kişiden oluşuyordu; kayınvalideler, kayınpederler, anneler, babalar... Diğer taraftan insanların gidip geldikleri, acılarını, mutluluklarını paylaştıkları aile dostları vardı. Dolayısıyla çiftler bir araya geldikten sonra ortaya çıkan bilinçli veya bilinçdışı çatışmalar bu grup bağlamında çözülürdü büyük oranda... Ya da kişiler yaşadıkları sorunların kaynağı olarak kendi kişilik sorunları olarak değil, dışarıdan, kayınvalideden, çevrelerindeki diğer insanlardan kaynaklıyor gibi yansıtmalar, başkalarının üstüne atma gibi savunma mekanizmaları kullanırlardı farkında olmadan... Bu da ilişkinin kısmen rahatlamasını ve bitmeden sürmesini sağlardı. Ancak günümüzde birey gibi çiftte yalnızlaştı ve kendi içine kapandı. Bu çatışmalar ortaya çıktığında destek alacakları toplumsal bağlar koptuğu ya da zayıf olduğu için tek başlarına sorunlarının üstesinden gelemediler... Bu nedenle boşanmalar ve ayrılıklar çok arttı. Bir ilişkide en az iki “taraf” vardır ve bu yüzden her ilişkide çatışma olur; o ilişkiyi taraflarla tartışmak ise çoğu kez anlamlı değildir. Bir kişinin kendi kendisiyle de, bir başkasıyla da ilişkisi ancak grup, toplum bağlamında bir anlam kazanabilir.
Günümüzde birey düzeyinde söz konusu psikolojik değişimler nelerdir, psikopatolojik olarak klinikte nelerle karşılaşıyorsunuz?
Günümüzde birey düzeyinde söz konusu psikolojik değişimler nelerdir, psikopatolojik olarak klinikte nelerle karşılaşıyorsunuz?
Her toplum, her ekonomik yapı ve ona bağlı olarak ortaya çıkan kültürel yapı, söylem kendi psikopatolojilerini üretir. Toplumsal bir varlık olarak insanın var olmak için, mükemmel, tam olmak için içinde yaşadığı toplumdan cevabını beklediği soru şudur: “Bana tam olmak için, mutlu olmak için ne yapmam gerektiğini söyle”... Mevcut toplum, özelde ‘Kapitalist söylem’ ise bu soruyu şöyle yanıtlamaktadır; senin kim olduğunu sahip olduğun nesneler, mallar belirler... İşte, kim olduğunu belirleyen ve istediğin zaman sahip olabileceğin nesneler... Hepsini ürettik, üretiyoruz! “İstersen olur!”, “Eğlen, mutlu ol, zevk al!”... Hatta yeterince spor yapar, sağlıklı beslenirsen, doktora geç kalmazsan ölmeyeceksin! Oysa insanlar hala ölüyor ve ölecek de... İnsan neye sahip olursa olsun, hala mutsuz olabiliyor... Sonuç da insan sınırlı bir varlık ve bu sınırlılığını kabul etmek zorunda. Ancak bu sınırlılığını kabul edebilen biri, ötekilerle bir arada yaşayabilir, ötekilerine saygı gösterebilir ve en nihayetinde ancak bu sınırlılığını kabul ederse yaşamaya devam edip, grup bağlarını sürdürebilir, mutlu ilişkiler yaşayabilir. Artık insan yavrusuna tüketici deniyor; kazan, harca, haz al! Bu ‘geri dönüşümsüz’ psikopati onu dönülmez akşamın ufkunda ‘ruhsuz’ bıraktı!
Günümüz söyleminde yasak olana ve olanaksıza yer yok, sanki yeterince istenir ve çalışılırsa her şeye sahip olunabilirmiş gibi... Oysa toplumsal bir varlığın istekleri, özgürlüğü en hafifinden ötekilerin istedikleri ve özgürlükleri ile sınırlıdır. Diğer taraftan insanın bulduğu, bulacağı hiç bir nesne onu mutlak doyuma ulaştıramaz. Günümüz insanı onu mutlak doyuma ulaştıracağını sandığı her başarıya, her nesneye ulaştığında, daha büyük bir hayal kırıklığı ve daha büyük bir yalnızlık, karamsarlık ve ulaşamayacağı daha çok hedefle karşı karşıya kalıyor. Herkes herkese benziyor artık! Tokyolular, Londralılar, İstanbullular birörnek giyiniyor, birörnek spor yapıyor. Giderek tekleşip azalıyoruz!
Sonuç olarak mevcut yaşam biçimi dikkatleri dağınık, hiç bir işe, ortama, ilişkiye odaklanamayan, yerinde duramayan çocukların, erişkinlerin artmasına, depresyonun ve özellikle sınırda (borderline) kişilik örgütlenmesi olan insanların çoğalmasına neden oldu. Örneğin 20-30 yıl önce yüzde bir iki oranında görülen borderline kişilik örgütlenmesi olan insanlar, bugün dünya nüfusunun dörtte birini oluşturuyor durumda.
İnsanların sosyal medya ve diğer iletişim araçlarının kullanması, birbirlerine kolay ulaşılabilirliği ilişki bağlarını zayıflattı mı?
Tam tersine aslında... İnternet ve sosyal medya ilişkileri zayıflatmadı, zayıflamış, kopmuş olan ilişkilerin bir sonucu olarak yaygınlaştı. Temel sorun yalnızlaşma ve yabancılaşmadır, bunun müsebbibi de internet değil ekonomik liberalizimdir. Mevcut ekonomik sistemin neden olduğu yabancılaşma ve yalnızlaşma hastalıklarını –sen internet bağımlısısın, şusun, busun, ahlaksızsın diye bireyi suçlayarak kurtulamayız, kapatamayız. Bu yama bu deliği körlemez.
İnternet üzerinden kurulan sanal ilişkiler mi, yoksa gerçek ilişkiler mi daha sağlıklı?
İnternet üzerinden kurulan sanal ilişkiler mi, yoksa gerçek ilişkiler mi daha sağlıklı?
Bana göre sanal veya gerçek ilişki diye bir ayırım doğru değil. Her ilişki gerçektir ve nesne buna vesile olur sadece... Bir ilişki ister internet üzerinden, ister yüz yüze, ister görücü usulüyle kurulsun sonuçta bir yanılsamaya dayanır. Sosyal medyada profiller nasıl gerçekliğe uymayan bilgiler içeriyorsa, aslında günlük yaşam içinde, yüz yüze ilişkilerde de sahtelikler ve girişilen roller vardır. Her insan kendisini bir öteki tarafından görülmek istediği gibi kurar, öyle tanıtır. Ve kişinin kendisiyle ilgili bilgisi büyük ölçüde bilinçdışıdır. Sonuçta insan nerede olursa olsun tam bir çıplaklığa sahip değildir ve bu sahteliğinin de tam olarak farkında olamayan bir varlıktır. Başka bir deyişle insanın ben dediği şey ötekidir, ötekinin ondan beklediğini sandıklarıyla kurulmuş, şu veya bu oranda kendine, kendi gerçeğine yabancılaşmış bir yapıdır. Dolayısıyla bir insanın nasıl biri olduğu anlattıklarıyla, profiline yazdıklarıyla, söyledikleriyle değil nasıl yaptığı ve nasıl söylediğiyle anlaşılır. Ne zaman neyi söylüyorla, nasıl söylüyorla anlaşılır... Bir insan hakkındaki en geçerli bilgi, onun sizinle kurduğu ilişki ve bu ilişki içinde yaptıklarıdır; ilişkinin internet üzerinden mi, yüz yüze mi kurulduğu değil... Lacan’ın dediği gibi “Hakikat yanlış tanımadan çıkar” . Evet ilişki bir yanılsamadır. Fakat onun üzerinden atlayıp doğrudan doğruya kendi hakikatimize, mutluluğa uzanamayız. İnsan kendisini ancak bir ilişki ve o ilişkiye, ilişkilere, karşısındakilere dair yanılsamalar yoluyla tanıyabilir.
Ana rahmini kaybederek dünyaya gelen insan yavrusu bir bakıma bütünlüğünü kaybetmiştir ve sonsuza kadar bu yaşam kaynağının peşine düşer. Ancak bulacağı, bulduğu hiçbir nesne, hiçbir kişi o eksikliği doldurmaya yetmez, bulma umuduyla çırpınıp durur. Bu çırpınışı bir nebze olsun yavaşlatan, ferahlatan ise kurduğu bağlar, ilişkilerdir. İlişkinin, ilişkilerin yokluğunda ise bunaltı kaçınılmazdır. Bulma umudu insan yavrusuna yaşama enerjisi verir, üretime yöneltir, yaratıcılığı arttırır ve endişesini, bunaltısını azaltır.
Önceden insanların parklarda, bahçelerde, meydanlarda, kahvelerde, komşuluk ilişkileri içinde ev gezmelerinde, kordon boylarında, sokakta birbirlerini görme olanakları ve zamanları vardı. Şimdi yok! Nasıl ki geçmişte caddelerde, meydanlarda dolaşıyor, karşılaşıyorlardı, şimdide internette sörf yapıyorlar. Yani insanların, bir ötekine, ilişkiye ihtiyacı değişmedi, yaşadıkları çağ ve bu çağın onları zorladığı koşullar değişti... İnternet büyük bir meydandır ve diğer tüm meydanlar gibi insanın insan olması için ötekine dokunabileceği en gerçek mekânlardan biridir.
İlişki ve ilişkiler konusunda çok şey sordum size. Aşk nedir peki? Aşk nasıl yaşanmalı?
İlişki ve ilişkiler konusunda çok şey sordum size. Aşk nedir peki? Aşk nasıl yaşanmalı?
Aşkın en güzel ve doğru tanımını Marcel Proust’un yaptığını düşünüyorum. ‘Sevdiğimiz zaman aşk o kadar büyüktür ki bir bütün olarak içimize sığmaz; sevdiğimiz insana doğru yayılır, onda kendisini durduran, başlangıç noktasına geri dönmeye zorlayan bir yüzey bulur; işte karşımızdakinin hisleri dediğimiz şey, kendi sevgimizin çarpıp geri dönüşüdür; bizi gidişten daha fazla etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.’ Bu tanımdan yola çıkarsak, bizden çıkan, karşımızdakine giden ve ondan bize yansıyan duygular her insanın kişiliği ile belirlidir. Dolayısıyla neyin aşk olduğu, kime aşık olunacağı, nasıl yaşanacağı adamına, kadınına göre değişir ve kısacası aşktan bahseden herkes kendi deneyimini ve algısını aşk olarak bilir.
İlişki içindeyken kişiliklere, karakter özelliklerine birkaç örnek verebilir misiniz? (bağımlı, histerik, narsist vs.)
Elbette. Örneğin bağımlı kişilik özellikleri olanlar uysal, yapışkan, sürekli ötekine ihtiyaç duyan, bakılma ihtiyacında olan kişilerdir. İlişkilerinde de bu ihtiyaçları gidereceğini düşündükleri birilerine aşık olur, terkedilmemek için sorunları, kusurları üstlerine alırlar. İyiyi, güzel olanı da karşısındakini iyi hissettirmek için ona yansıtırlar. Narsisistik olanlar ise temelde yetersizlik duyguları olan ve yetersizlik duygusunu gidermek için büyüklenmeci davranan, böbürlenen, kendisine hayran olunmasını bekleyen, bu hayran olunma beklentileri karşılanmadığında da suçlayıcı, saldırgan tutumlar sergiledikleri gibi, böyle zamanlarda utangaç, çekingen, geri çekilebilen bir tipe de dönüşebilirler. Yani kusurun, sorunun, suçun karşısındakinden, iyinin, güzelin kendilerinden geldiğine, kaynaklandığına inanma eğilimindedirler. İlgi odağı olma, hayran olunma, ayrıcalıklı olduklarına, kayrılmaları gerektiğine inanma ihtiyacındadırlar. Kendilerine olan hayranlığı besleyen, inananlara aşık olur, hakikatle yüzleştirildiğinde de reddedici, suçlayıcı davranıp, çekip gidebilirler...
Bireyin sağlıklı ilişki kurması için nasıl bir psikolojik süreci tamamlaması gerekir?
Bir kişinin bir başka insanla yakınlaşması temel güven duygusunun tamamlanmış olmasını gerektirir. Bir insan ne kadar çok ötekilerin onayına, beğenisine ihtiyaç duyuyorsa o oranda ilişkilerinde zorlanır. İnsan iyi ve kötü yanlardan oluşan bir varlıktır. Temel güven duygusu tamamlanmış biri ancak, kendindeki ve ötekindeki kötüye dayanabilir. Ötekini ve hatta kendini o iyi ve kötü yanlarıyla kabullenip sevebilecek biri aşık olup, sürdürebilir. Birini sevmek anlaşılmaz bir şekilde o birinde, ondan daha fazla bir şeyi sevmektir ve bu, her ilişkide hayal kırıklığı olduğunu doğrular. İşte yalnızca bu kırıklığın kabullenildiği ilişkiler sürer.
Neden kişi kurduğu ilişkilerin hep benzer olduğunu söyler?
Neden kişi kurduğu ilişkilerin hep benzer olduğunu söyler?
Esasında aşk kendini bir ötekinde arayan, aramak zorunda olan insan yavrusunun kaçınılmaz macerasıdır. Başka bir deyişle insan karşısındakinin arzusunu arzular ve nevrotik, yani yaralı normal olmasının nedeni de budur. Tam da bu nedenledir insanın hep aynı adamlar, hep aynı kadınlar, hep aynı boşlukla karşılaşması!
Son olarak neler söylemek istersiniz?
En nihayetinde aşk ciddiyet ve sadakatle öpülmek ister, yoksa geldiği gibi çekip gider!