Dönülmez ufuk

Prof. Dr. Yankı YAZGAN


Dünya Gazetesi’nden Gülten Uğurlu’nun benimle birkaç hafta önce yaptığı görüşmede söylediklerimden çıkardığım notları sizlere de aktarmak istedim. Konuşma dilinin yazıya geçmesinden doğan sorunlar söylenenleri bazen fazla “havada” kalsa da, kriz, ekonomi, psikoloji konularına meraklı okurlarımın ilgisini çekebilir.

Korkutan geç kalmak ise... Toplumsal da kişisel de olsa insanların önünü göremediği ve ne yapacağını bilemediği her durumu kriz olarak tanımlayabiliriz. Böyle zamanlar kişileri korkutur. Krizin getirdiği bilinmezlikler karşısında kişiyi en çok etkileyen unsur, önündeki tehlikeleri nasıl anlayıp savuşturacağı meselesi. Tehlikeleri nasıl savuşturacağınız ise hazırlığınıza bağlı. Acaba hazırlanmak için ‘çok mu geç kaldık?’. Geç kalma alışkanlığı olan bir toplumuz. Diğer yandan, hiç varamamak kaygısı ile yola çıkmamaktansa, geç de olsa, bir amaca doğru hareket etmek tercih edilmeli.

Plan sahibi olmak. Finans ya da siyaset kısmı beni aşar. Ama hem beden hem de ruh sağlığınızı koruyarak işe başlamak çok önemli. Eğer bireylerin kafası karışık, ruhsal durumları bulanık ise dünyanın en parlak danışmanlarının getirdiği en hayat kurtarıcı öneriler bile başarısızlıkla sonuçlanır. Kafanızın ve ruhunuzun net olabilmesi için de kriz zamanlarında, ne yapacağınıza ilişkin net planlara sahip olun. Plan sahibi olmak huzur verir. Planı uygulamak ise huzur ötesi...

IMF huzuru. Ne yapmak istediğiniz konusunda bir karara varmış olmanız, bir hedefin bulunması ve o hedefe yönelik adımlar attığınızı biliyor olmak huzur verici olduğundan ötürü, herkes huzur alternatifinin peşine düşer. Örneğin; bitmek bilmeyen bir IMF ile anlaşma yapılsın-yapılmasın tartışması var. Ekonomik olarak hangisi doğrudur, bilemem. Psikolojik açıdan baktığınızda, bu tür uluslararası kurumlarla işbirliğinin getirdiği tek bir önemli şey var. Sağı ile solu ile çekiştirerek oynanamayacak, zorunluluk taşıyan, başkasına bir hesap verdiğiniz, uygularken başıboş kalamadığınız bir plana sahip olmanın verdiği rahatlık.... Bence işdünyasının ‘IMF ile anlaşılsın’ ısrarı bu yüzden.

Umut geleceğe baktığımızda içimizde olan, mutluluk ise bugünün anlamını bularak yaşadığımızdır. Umutsuzluk, mutluluğu nasıl bozar? Gelecek için hazırlandığımız bugünün tadını kaçırarak...

Kriz refleksleri. Kriz karşısında tehlike anında harekete geçen iki tür davranışsal refleksten birinin etkisi altında oluruz: Birisi, korku-telaş duygusuyla yapılan, eski Kaptan Swing çizgi romanındaki gamlı baykuş karakterine özgü bir “felaket tellallığı”. Diğeri de ‘aşırı iyimserlik’ duygusu ile yapılan umursamama, deve kuşu gibi kafayı gömme.

Refleksler insanların davranış ezberleridir. Sadece reflekslerimize dayalı hareket etmek, bizi düşüncelerimizin kıvraklığını, duygularımızı doğru yorumlamanın getireceği avantajları kullanmaktan alakoyar. Aklımızı, korku ve telaşın esiri yapmamak için neler yapabiliriz? Acele etmeyerek, başlayabilirsiniz.

İşten çıkartmanın da acısı olabilir. İşadamları kriz dönemlerinde telaşla hangi tasarruf politikasını izleyeceğini, kaç personel çıkaracağını düşünmekte. Alışverişin zaruri durumlara sınırlanması, ödemelerin en azından geciktirilmesi, kazançların zincirleme düşmesi, para alışverişinin ve buna gereksinim duyan üretimin durması hangi tasarruf ile düzeltilebilir?

İşten çıkartılma kadar işten çıkartma başlı başına moral bozucu bir süreç. Her ayrılık gibi, bir başaramama hissini barındırır. Ama daha dokunaklı olan, başka birisinin hayatını sürdürmesi için sizin elinizde olduğunu düşündüğünüz bir kanalı kesip atma duygusudur. Böyle kararlar almak zorunda kalan işverenlerin, bunu bizzat uygulayıcısı olanların ruh durumlarının nasıl etkilenebileceğini tahmin edebiliriz.

Krizi tabii ki işveren ya da personel çıkartmadı. Kendi katkınızın ne olduğunu bile bilmediğiniz bir ekonomik kriz durumunda “kurban olan” ya da “kurban eden” rollerini size kimin oynattığını da anlayamıyorsunuz. Kime kızacaksınız? Toplu bir felaket anında, acının size sınırlı olmadığını görmenin suçlu hissettiren rahatlatıcı etkisini de kendinize çok görmeyin bari.

İşsizlik psikolojimizi niye bozar? Ruh sağlığımızı neden bozabilir? Tembellik, ya da işi olduğu halde işi yapmamak bu kadar zevkliyken, iş olmaması, olan işin kaybedilmesi neden bizi sarsıyor?

Çünkü, insanı insan yapan diğer tüm canlılardan ayıran temel iki ihtiyaç, Freud’a yakıştırılan tarife göre, sevmek ve çalışmaktır. Bu olanaklardan yoksun kalmak, iki temel ihtiyacın en az birisinin karşılanamaması insanların ruh sağlığı için ciddi bir tehdit oluşturur. Kriz dönemlerinde asıl artan toplumsal strestir. Örneğin, sırtınızda 50 kilo yük varken 500 kilo yük taşımaya başladığınızda, eklemleriniz nasıl çatırdarsa, ruhunuz da stresle öyle çatırdayabilir. Keyifsiz, kararsız, sinirli, gergin olmaya başlıyorsunuz, tam bir ruhsal hastalık gibi de olmuyor bu. Ama hayata, ailenize, çevrenize karşı performansınız düşüyor. Ruh sağlığındaki bozulmayı doktora gitmeyi zorunlu kılacak bozulmalardan ziyade, belli belirsiz, sızıntı sorunlar biçiminde yaşarız.

Silik toplum. Pasifleşmiş, gelecek perspektifini yitirmiş, sıradanlaşmış, canından bezmiş bir topluma dönüşmemiz an meselesidir. Dönüşmemek de bizim elimizde, o da an meselesi... İşsizlik sonucunda, yoksulluktaki artış kadar insanların yaşadıkları statü kaybı, kendilerine verdikleri değerdeki düşüş de yıpratıcı olur. Türkiye’nin geneline yansıyacak bir statü kaybı hissi, az çok “çağdaş uygarlık” perspektifi taşıyan, gelişmiş ülke olmak hedefi ile hareket eden bir toplumken, uykuya yatması sonucunu doğurabilir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.