“Doğu” denilince herkeste bu ya da şu şekilde bir resim belirir. Bu resim ya tarihi ya da aktüel bir durumdan mütevellid bir izdüşümle oluşturulmuş bir resimdir. Tarihi bir “Doğu”, oldukça seksüel unsurlara geydirilen fakat öteyandan gizemin, cazibenin, hayretin, hayranlığın kısaca keşfin kendisine yöneldiği saklı hazine gibidir. Şüphesiz tarihi “Doğu”, değişik zamanda değişik politik durumlar ve maksadlar altında üretildiğinden dolayı tek hat izlemez. Dolayısıyla aynı özneye yüklenen karşıtlıklar gibi karşıtlıkları barındıracağı da görülmesi gerek. Tarihi “Doğu” ne kadar çeken birşeyse, aktüel “Doğu” bir o kadar iten (tiskindirici, kaçınılması gereken...vb.) dir fakat gerek tarihi gerekse aktüel “Doğu” olsun herikisi de “Doğu” hakkında doğru bir perspektifi yansıtmaz. Tarihi anlamındaki “Doğu”, daha ziyade ‘dışarı’ için yani o cografyanın dışındakiler için geçerli iken aktüel anlamdaki “Doğu” hem ‘dışarı’ hem de ‘içeri’ için yani o cografyadakiler için geçerlidir fakat herikisi de kendisi dışında yani dışarıdan çizilmiş olmaları bakımından müşterek taraf taşırlar.
Biz tarihsel “Doğu”yla değil, aktüel “Doğu” alakadar olacağız. Bu anlamdaki “Doğu”, diğer bütün anlamları yerinden eden, unutturan, ‘yeni anlamını’ orada yaşayanlara bile tekrarlatan olmasından dolayı ele alınmaya ve tenkid edilmeye daha uygunluk gösterir. Şimdi aktüel “Doğu” deyilince; kan ve vahşetin kol gezdiği bir coğrafya, insanların nerdeyse primitif (insan safhasına geçememiş) olarak sunulan, hain, alçak, zalim, birçok menfi niteliklerle ahlaki duruşları olan fakat bunlara rağmen eğitilebilir bir hayvan olabilen bir “zavallı” cografya resm edilmektedir. Bu ve benzeri resimleri ortaya çıkan nedenler; bazen aynı bazen başkadır, bazen az bazen çoktur; bunlardan kimisi mühim kimisi diğerine göre daha az mühimdir. Umûmî olarak “Doğu”nun anlam değerinin yitimini, Modernleşmeyle gelen bir cereyana bağlanabilineceği fakat bunun da siyasi cenahının daha mühim rol oynayacağı söyleyenebilir. Böylelikle aktüel “Doğu” nun oluşumunda fail nedenin belirtilmesi gerek. Sonra aktüel “Doğu” denilince akıllarda kalan resimler ve göstergeler nedensiz olarak mı oluşmuştur? Onlar sadece birvarsayım üzerine mi inşâ edilmiştir? Bunun da denmesi gerek.
“Doğu”nun aktüel ‘anlam’ını ve ‘değer’ini belirleyen en mühim unsur, “İngiliz-Yahudi Medeniyeti” ve onun göstergesel konumlamasıdır. Öyle ki; “Doğu” bu göstergeler sayesinde gerek insanlarıyla gerekse bütünde bir harâbe olarak takdim edilmiştir*. “Doğu” ya karşı düzenlenen bu saldırılar sadece siyasi ve askeri değil aynı zamanda göstergeseldir. Yani; dil ve dıl-dışı göstergeler kapsayan bir biçimde. Dil göstergeleri derken bilhassa siyasal kavramları vurgulamamız gerekir. Modernleş(tir)me esnasında ortaya çıkarılan “ilerleme(terakki)” “ilericilik” “irtica”vb.. siyasal kavramları, ısrarla aktüel “Doğu” altında üretilen siyasal kavramlardan ayırt etmek gerek. Zirâ bu kavramların genişleme ölçüleri birbirlerine eşit değildir fakat yine de herikisi gerek maksadları gerekse başka açılardan birçok müşterek taraf taşırlar. Dil-dışı göstergeler ise medya yoluyla telkin edilen şeylerden oluşur. Filhakika “Doğu” denilince insanın oradaki kan –vahşet sahnelerinden arınmış bir tassavur kurabilmesi nerdeyse imkânsızdır. Öteyandan bu göstergeler insana öyle şeyler telkin eder ki; sanki “Doğu” işgal edilen değil de işgal edenmiş gibidir. Büyük bir anlam kümesinin anahtar kavramı olarak “Terör” altında birçok göstergeler düzenlenmiştir. Başka bir yerde de belirttiğimiz gibi “Başörtüsü” bile bu kavramla münasebete sokulmaya çalışılır. Bilhassa Avrupa’da “Başörtüsü”ne karşı kamuoyu oluşturulmasında Yahudi merkezli medya organları bunda büyük rol oynamıştır. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’deki medyanın tutumu, bir halef-seleflik münasebeti gösterir. Yani Türkiye’de “Başörtüsü”nün göstergesel anlamını dışardan içeriye dönen hareketle okumanın faydası vardır. Meseleye bu şekilde yaklaşıldığında göstergelerin düzenlenme tarzları da bir değişime uğrar.
“Doğu” göstergesi o kadar menfi anlamla yüklemlenmiştir ki; “Doğulu” ya da “Şarklı” demek utanılacak bir “yafta” hâline gelmiştir. Buyüzden Cumhuriyet İdeolojisi ‘modernleş(tiril)me’den beri kendisini “Doğulu” ya da “Şarklı” olarak takdim etmediği gibi onun altında yaşayan ferdler de bu tür bir “yafta”dan itina ile kaçma eğilimindedir. “Doğu” göstergesi altında izlenen başka bir husus da Cumhiriyet İdeolojisinin modernleşmeyi bazı anlamlarda yerleştirmiş ve tebaasına bunu belirli anlamlarda benimsetmiş olduğudur. “Doğu” göstergesi bir yılan hikayesine çevrilen “kültürel kimlik” tartışmalarını kapsayacak mahiyettedir.
“Doğu” nun değerini ortaya koyan en mühim çalışmalar, Arkeoloji alanında ortaya çıkmıştır ve bu çalışmaların en büyük özelliği, “Doğu”nun kendi tarihinin en karanlık zamanlarında yapılmış olmalarıdır. Yani; “Doğu”nun siyasi,içtimai, iktisadi vb...açılardan en zayıf sayılabilecek bir zaman diliminde yapılmış olmasıdır. Herhangi bir resmi tarihe yaslanmadan bazı bulguların ortaya çıkarılmış olması, onun değeri hakkında daha sağlıklı bir zemin sağlamıştır. Her ne kadar da Arkeoloji o cografyada ‘Kolonyalist hareketin’ bir lojistik desteği olarak hizmet etmişse de - bu cenahtan Arkeolojinin tarihi kirlidir- ilim için gün ışığına fevkalâde mühim belgeler çıkarılmıştır. Aktüel anlamında “Doğu” daha hususi bir bakımdan Yahudilerin; Hristiyan ve Müslümanlara karşı giriştiği ve beslediği tarihsel durum ve duruşlarıyla da alakalıdır. Oysa gelişim vetiresine bakıldığında Hristiyanların Yahudileri belirli bir pozisyona kavuşturmuş olduğu görülür fakat zamanla bu, Hristiyanların da menfaatlerine ters kalmış ve giderek daha fazla zarar verir hâle gelmiştir. Zirâ bugün Hristiyanlar bile kendi peygamberlerinin (“İsa” nın) oralı olduğunu unutur hâle gelmiştir. Binaenaleyh açıktır ki; “Doğu” hakkında nerdeyse resmi tarih haline gelen kanaatler ( Osmanlıyı bile Roma’nın dolayısıyla Batı’nın devamı sayan Prof.dr. İlber Ortaylı gibi tarihçileri burada anmak gerek), onun gerçek değerini takdir etmekten çok uzaktır. Bu sebeble Genelkurmaybaşkanlarının sadece “Diyarbakır”ın “Harran”ın tarihini tassavvur bile edemeyeceğini söylememiz abartı olmayacaktır. Zirâ Tarih; ‘Selanik’ ten ‘İzmir’den değil, “Kıro” diye ”mağara adamı” diye “kart kurt kürt” diye aşağılanan, “Arap” diye binbir hakaret edilen insanların o topraklarından yazılır ve hâlen Newyork’taki gökdelenler arasında değil, o topraklardaki yıkıntılar arasında -tıpkı petrolden önce olduğu gibi- yazılmaya devam ediyor. O hâlde; önümüzde gökdelenler arasında değil harâbeler-virâneler arasında yazılan bir Tarih bulunmaktadır.
...........................................................................................................................
* Buradaki anlam, Ziya Paşa’nın “Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm
Dolaştım mülk-i İslâm’ı bütün virâneler gördüm” dizesindeki anlamdan farklıdır.