Detaylarda bir yerlerde -şartlandırıldığımız üzere- ille de bir bit yeniği bulmak uğruna kaybolup gitmek ne kadar acı. Güzellikleri keşfedemeden, bulamadan ve yaşayamadan boğulup gitmek…
Putin'in 'Şeytan, ayrıntıda gizlidir' sözü damgasını vurdu geçtiğimiz günlerde Soçi'de yapılan zirveye. Yakın zamanda görevi sona erecek olan Rusya Devlet Başkanı'nın, pek de uzak olmayan bir geçmişte soğuk savaş yaşadıkları ABD'nin, füze kalkanları ile ilgili hazırladığı metne onay vermeden önce böyle bir yaklaşımda bulunmasını kimse yadırgamadı.
İşinin başına geçtiği günden itibaren verdiği zorlu mücadele ile dünyanın en etkin insanlarından biri olmayı başaran ve hâlâ komşularındaki hareketlenmeye dağılmış Sovyetler Birliği hissiyatıyla bakan Vladimir Putin'in geçmişte yaşadıklarından ötürü ağzı sütten oldukça kötü yanmış olmalı ki kendisine yoğurt uzatıldığında önce o gıdanın gerçekten göründüğü gibi olup olmadığını test edip onaylatmak istiyor. Açıkçası bu devirde hangimiz şüpheci değiliz ki Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin olmasın!
Günümüzün en yaygın psikolojik rahatsızlıklarından biri de suç korkusu ve bu korkunun izdüşümü olan şüphe takıntısı olmalı. Dört koldan suç korkusu impulsuna maruz bırakılıyoruz gerek medya gerekse toplumun birçok kesimi tarafından. Bu durumda da iyi niyetle yaklaşan herkese, uzatılan her zeytin dalına kuşkuyla bakıyoruz…
'Hadi, hepimiz saf olalım! Hiç kötülük düşünmeyelim' demiyorum ben. Uyanık olmamız gerektiğini kabul ediyorum elbette. Üzüldüğüm nokta; günümüzde iyi niyetin ve güzel davranışların pek kabul görmemesi. 'Ama'larla başlayan cümlelerden sıkıldım artık. Pozitif düşünmek, olayların olumlu yönlerini görmek istiyorum; çünkü fizikte eksi yükün hareket etmesi gibi insanlar arasında negatif elektrik de yayılabiliyor. Herhangi bir noktadan start alan küçük bir endişe bile dalga dalga büyüyerek kitleleri etkisi altına alıyor ya da bilinçli olarak kitleleri etkisi altına alması isteniyor birileri tarafından.
Örneğin 11 Eylül Olaylarından sonra tüm dünyaya empoze edilmek istenen anti-İslam düşüncesi var. Birçok ülkede Müslümanlara 'potansiyel suçlu' gözüyle bakılıyor. Yine 11 Eylül sonrasında Amerika'da yaratılan bir ortamın sonucunda bazı önemli isimlerin adı telefonda geçer geçmez otomatik kayıt sistemi devreye giriyormuş. 'Daha neler!' demeyin, insan bir ismi telefonda zikretmekten dahi korktuktan sonra...
Düşündükçe 'suç korkusunun' üzerimizde daha da derin etkilerini algılayabiliyor insan…
Her an etraftan gelebilecek suçlardan korunmak ile her an suçlu olmaktan korkmak arasında da önemli bir paralellik var. 'Suçlu damgası' yememek için iyilik yapmaya niyet etmekten bile korkuyor insanlar artık.
Tüm bu paralel korkuların insana ve düşünce yapısına verdiği zarar aynı. Zihni bir köşeye sıkıştırarak düşüncede ilerlemeyi ve derinleşmeyi engellemek.
Farkında mısınız bilmiyorum son dönemlerde eski parçaların cover'lanmış hâlini daha fazla duyuyoruz radyolardan. Yazılabilecek sonsuz sayıda senaryo varken Türk Edebiyatı'nın klasiklerinden uyarlanan hikâyelerden dizilerin çekilmesi, geçmiş yıllarda çekilmiş filmlerin yeni versiyonlarının vizyona girmesi, yeni şeyler üretmek adına çok şey yapılmadığının kanıtları… Zihinler bir yerlerde takılıp kalmış; yeniliklere geçiş yok! Elde ne varsa o değerlendiriliyor.
Detaylarda bir yerlerde -şartlandırıldığımız üzere- ille de bir bit yeniği bulmak uğruna kaybolup gitmek ne kadar acı. Güzellikleri keşfedemeden, bulamadan ve yaşayamadan boğulup gitmek…