İçinde bulunduğumuz olamayacağın gibi görünme çağında, en kudretli tedavi yöntemlerinden biri köşe yazarlığıdır. 'Hasta' bu terapi sayesinde 20-30 yıl fazladan yaşamayı başarabilir! Ancak çok okunmadığı takdirde intihar edecek kimi yazarların gönüllü olarak pençesine düştüğü amansız hastalıktan söz etmenin zamanıdır artık. Gönüllü derken kastettiğim; çok okunmak ideali uğruna girişilen 'muteber bir karakter yaratım işlemi'... Bu kurgusal faaliyeti en kestirme şekilde Fight Club'dan hatırlayabilirsiniz - bkz. çoğul kişilik bozukluğu veya kişilik bölünmesi. Olaylar şöyle gelişiyor: Kahramanımız, gerçekte olduğu kişiden son derece mutsuz ve bedbaht haldedir. Ve fakat değişmek, daha iyi biri olmak için fedakarlık yapmak da hiç işine gelmemektedir. Zira 'iyilik yasaları', hırslardan ve kibirden arınmayı, sahip olduklarından vazgeçmeyi emreder. Sol omzundakine kulak vermeye bağımlı insanoğlu için ise en zorlu yol budur nitekim. Olduğu halden vazgeçmeden, alacakaranlıklarda hayat bulacak yeni bir 'ben' yaratmak ise en cazip yoldur.
OLAMAYACAĞIN GİBİ GÖRÜNME ÇAĞI
Köşe yazarının 'alacakaranlığı' da köşesinden başka şey değildir bu serüvende. Topluma seslenen köşe insanı rolünde, özenle kurguladığı ben'in ağzından konuşur kahramanımız hikaye boyunca. Gerçekte sahip olmadığı değerlerden, vicdandan, adaletten, eşitlikten, sadakatten, duyarlılıktan, etikten, empatiden, tok gözlülükten, cesaretten, muhalif ruhtan vs. bol keseden dem vurur. Okuduğu romanlarda, şiirlerde veya seyrettiği filmlerde karşılaştığı kahramanların taklidini yapar durur. Muhtemelen hiç yüz yüze gelmeyeceği kalabalıklara kendini, herkesin olmak isteyeceği biri gibi 'satmaya' çalışır. Ve inanır da kendi yalanlarına. Yegane yol budur çünkü. Sen kendine inanırsan, dünya da sana inanır öyle ya! Medyanın, 'Biz kırk kişiyiz, kırkımız da birbirimizi biliriz' türküsü tutturduğu bu ülkede hele öyle adamlar öyle şeyler yazıyor ki. Sahip olduğu ne kadar b*ktan özellik varsa, onlara karşı savaşan bir Don Kişot kesiliyor köşeden köşeden. Şizofrenik bir durum vesselam. Hayran olduğunuz yazarlarla asla tanışmayın bu yüzden. Sonuç iyi ihtimalle hayal kırıklığı olacaktır, aklınızın bir 'köşesinde' bulunsun.
Kadın, popo ve Nusret
'Meclİs, kadın ve pantolon' temalı şeytan üçgenine tüy diken Nusret Çiçek imzalı yazıyı okumuş yahut duymuşsunuzdur: 'Sokaklar, dar pantolon giyen kadın popoları ile iğrenç bir manzara sergilerken, benzer manzaralar meclis çatısı altına taşınıyor' (!) Pantolonu, cinsel teşhirin birinci maddesi ilan ediyor ve Arap ülkelerinin meclislerinde de çarşafın kalkacağından tasalanıyor devamında. Emekli hakim bu adam. Şimdi anladınız mı; bu ülkede kadına şiddetin, tecavüzün neden önüne geçilemediğini ve o aşağılık indirim yasalarının neden harıl harıl çalıştığını? Adalet dağıtmanın Nusret gibilere kaldığı bir ülkede, bıçaklanmış kadınları sürmanşet yapanlar kahramanlığa soyunmuş çok mu?
Cımbız
SÖZDE AHLAK: Nasıl oluyorsa bu ülkede kimse bir şeyinin sahibi değil. Vatanı her an bölünebilir, dini her an elden gidebilir, namusu her an kirlenebilir. Tetikte yaşamak lazım, savunmak lazım. 'Mahalle baskısı' deyip kardeşini öldürebiliyorsa beyninin de sahibi değil, yeterli uyaran bulunduğunda tecavüz edebildiğine göre hiçbir organının sahibi değil. (Pınar Öğünç'ün 'TC'nin sözde ahlakı: N.Ç. ve R.Ç.' başlıklı yazısından)
Home Tweet Home:
Yeni vergiler sayesinde şunu anladım: Meğer ben sürekli lüks tüketim yapan zengin hovardanın tekiymişim. Çok hoşuma gitti, gururum okşandı. (beyinsiz_adam)