Zeus’laşan Batı insanı yalnızlığını gidermenin yolu olarak hız ve haz medeniyetini inşa etmektedir. Vicdanının sesini ve yalnızlığının inceltilmiş sancısını dindirme adına gürültülü müzik dinlemeyi ve gürültülü bir yaşamı adet edinmiştir. Şımartılmış sırça kulesinde kendi yalnızlığında boğulmaya teşne bir ruh halini; kan, gözyaşı ve kin olarak dışa vurmaktadır. Sığınmaya çalıştığı doğu mistisizmi de derdine çare olamamaktadır. Fıtratını dindirecek bir sıcak ilişki ortamından yoksun yaşamanın bedelini ödemektedir. Çıkar amaçlı yemek toplantıları dışında bir ilişki biçimi kuramayan batı insanı, sürekli kendisine ihanet eden mekanizmayı hayata geçirmektedir. Dakika ile anılan suç işleme oranları, bize batılı insanların nasıl bir cehennemi yaşadıklarını izah etmektedir. Sinemaya yansıyan çok absürt, akıl dışı ölüm oyunları ve sahneleri batı insanının psikolojik yapısını göstermektedir. Bütün bu sanrıların temel nedeni ise; bir dost ile paylaşabileceği bir sohbeti ve açacağı bir yüreğe sahip olmamakta yatmaktadır…
İslam coğrafyasında da yalnızlığın bir sistematik hayat algısı haline geldiğini gözlemleyebilmekteyiz… Özellikle Türkiye de yaşayan insanların batı ile ilişkilerinde aldıkları mesafeden kaynaklanan yakınlığını dile getirmeliyiz… Hala dindarlığından neşet eden sıcak ilişkiler, süreçte yerini çıkar odaklı ilişki biçimine bırakmaktadır. Yeni ilişki biçimi ise insanı etrafından uzaklaştıran ve bir sıcaklığı öldüren özelliğe bürünmektedir. İnsanların kahır ekseriyeti, özellikle de büyük kentlerde yaşayan kişiler; iş ve ev arasında kalan bir yaşamı öncelemek durumunda kalmaktadır. Bu durum ise; insanımızı yalnızlaştıran bir düzeneğe sahip kılmaktadır. Burada ilişkilerin mahiyeti, ilişkilerin biçimini de belirleyebilmekte ve insanı kendi yalnızlığına hapsetmektedir… Örneğin; bir köy veya kasabada yaşanan bayram sabahı ile bir kentte yaşanan bayram sabahını mukayese edebilir miyiz? Hayatın bütün sahte maskelerini yüzlerinde saklı tutan bir ilişki yumağının sohbete taraf olmasını beklemek safdillik olacaktır… Modernleşmenin kahır dolu yüzü köyden kente göçü zorunlu bir yaşam felsefesi haline getirerek, insanımızın kendi doğal çevresinden koparak boşluğa düşmesine zemin oluşturmuştur. Bunu da devlet politikası olarak uygulamaya koymuştur. Bu bağlamda değer yargıları tersyüz edilerek yeni bir yaşam biçiminin kodları hayata geçirilmeye çalışılmış ve bu durum insanın yalnızlığının nedeni haline gelmiştir. Geleneksel yapının yaşam biçiminde, köy misafirhanelerinin uzun kış gecelerinde kurulan sohbet ortamı köyün geleceğinin mesut ve bahtiyar olmasının garantörlüğünü üstlenmekteydi.
Sohbet kavramının sahabe (arkadaş) kavramıyla akraba olması önemlilik arz eder! Bir paylaşmayı, bir içtenliği, bir yumuşaklığı , bir merhameti ve affediciliği içinde taşıyan arkadaşlık, kendi düzleminde bir yalnızlığı barındırmaz… Sohbetin, kişinin psikolojik yapısının gelişmesi üzerinde oluşturacağı olumlu etkiyi düşünmeliyiz. Sinik, silik, ezik, korkak, pısırık, kaba ve bencil kişilikler, bir sohbet ortamını paylaşamayan, ruhsal gelişimini sağlayamamış, ilişkilerde beceriksiz kişiliklerdir. Kendi yalnızlığına gömülen kişinin, hayattan kopuk yaşantısı, toplumsal hastalığının da virüsü gibidir. Olumlu veya olumsuz örneklikler, kişileri etkileyerek onların bilinç altını harekete geçirir. O yüzden bir insan, iyi bir örneklik ortaya koyarsa bu, o iyi örnek sürdüğü sürece kendisine hasenat yazdırır. Kimde kötü bir örneklik oluşturursa bu kötü örneklik, sürdüğü sürece o kişiye seyyiat yazdırır…
İnsanın etimolojik yapısında yatan ilgiden hareketle, kişinin gerçek gelişimini sürdürebileceği ortamın, alaka ile bağını kurabiliriz. Bu bağ üzerinden hareketle kişinin eğitimini ve öğretimini bereketli kılacak zemini işaret edebiliriz… Paylaşmayı bir yaşam biçimine dönüştürmüş bir toplum, insanını, doğru bir şekilde eğiteceği gibi ruhsal gelişiminin sağlıklı olmasının garantörlüğünü de üstlenmiş olur… Ferdi paylaşma, kendisini toplumsal paylaşmaya dönüştürürse eğer, o toplumun selametine vesile olur.
Adem’in (as) yaratılışından sonra yalnızlığın kucağından kurtarılması için ülfet duyacağı eşi ve sükunet yurdu olacak Havva annemiz yaratılmıştır. Bu birlikteliğin niteliğini gösterdiği kadim kültürümüzde de sohbetin, bir sükunet ve ülfet ortamı oluşturduğunu bilmekteyiz. Nice büyük tarihi şahsiyetler ve hayatın algısını vahiy üzerine kurgulayan alim, arif insanlar, bu sohbet ortamlarında yetişmişlerdir.
Kişinin eğitiminde, doruk noktası sayılabilecek kişilik gelişimi ve ruhsal gelişim, ancak hoca ile yapılan ilmi ve irfani sohbetlerle beslenir. Tasavvuf edebinde mürşidin dizi dibinde oturarak kendisine yapılan sohbeti can kulağı ile dinlemek zorunludur. Kişilik gelişiminin vazgeçilmez şartıdır. Kadim dönemlerde felsefe ve irfan ocakları, bu sohbetler eşliğinde insan yetiştirmekteydiler. Ve o sohbetin sahipleri, kendilerinden sonra bu sohbeti bir adım daha öteye taşıyacak kişiler yetiştirmişlerdir. Tarihsel şahsiyet açısından baktığımız zaman bütün büyük alimler muhakkak kendilerini aşan bir alim yetiştirdikten sonra darı bekaya göçmüşlerdir. Bu durumu en iyi ifade eden bir Samuray ilkesi vardır. Biliyorsunuz samuray, belli bir eğitimden geçtikten, belli imtihanları verdikten sonra samuray olabiliyor. Fakat iyi bir samuray sayılabilmek için vazgeçilmez bir kural vardır: Bir samuray önce kendi hocasını aşacaktır. Kimlik, kişilik, ahlak ve bilgi donanımı olarak; aynı zamanda samuray, kendisini aşacak bir öğrenciyi de yetiştirecektir ki o samuray usta olma liyakatine sahip olsun! Bunu sağlayacak olan şey nedir? Tabii ki sohbet ve sohbet ortamının sağlayacağı berekettir…
Bilgi edinmenin bir çok yöntemi vardır. Ancak bilginin özü üzerine eğitilmek; bu eğitimi verebilecek bilgiye sahip bir mürşidin sohbetinde pişmekte yatmaktadır. Salt kitap okuyarak öğrenilecek bilginin kabızlık oluşturduğunu 80 sonrası kuşak daha iyi bilmektedir. O zaman sadece kitap, dergi veya gazete okuyarak yeterli bir bilgilenme sağlanamayabilir. Yeterli bilgiyi elde ettiğimizi varsaysak bile ahlaki gelişimimize yeterli katkıyı yapamayacaktır. Ancak belli bir bilgiyi ahlaki zeminde taşıyan kişilerin sohbetleri, kişilik ve ruhi gelişimi sağlayabilir. Ve böyle bir eğitimden geçen kişilerin kendileri de böylece başka kişilerin ruhi ve kişilik gelişimi üzerine doğru bir katkı sağlayabilirler.
Yalnızlığın, ruhu olgunlaştıran bir boyutu olduğunu biliyoruz. Kendi iç dünyasına yönelerek iç benliğinde, kendi kişilik damarını bularak, kendini bulma adına yalnızlığa yönelme ruhsal olgunluk açısından önemlidir. Ama yalnızlık, böyle bir arayışa sahip olunmadan yaşanırsa tersi bir işlev görecektir. Yani kişiliği parçalayan bir boyutu inşa edecektir. Burada yalnızlığın ilacı sohbettir. Bu sohbetin niteliği kişinin ilişki biçimini gösterir.
Bir ruhsal gelişim seyri üzerine düşünmeye başladığımız zaman sohbetin tabiatının önemini kavrarız. İnsanın çocukluk devresinden gençlik devresine, orta yaş devresinden olgunluk devresine ve yaşlılık devresine kadar kendisine önderlik ve örneklik edecek bir mürşide ihtiyacı vardır. Bu mürşit olayını, resmi bir eğitim ve öğretimin kalıcılığı anlamında değil de sohbet imkanının verdiği gizde saklı tutmalıyız… Bu açıdan bakıldığında kişi, arkadaş seçiminde bulunurken kendi bütünsel gelişimini de hesaba katmalıdır. Arkadaş deyip geçmeyin! Kişinin iyi veya kötü alışkanlıklara sahip olması birazda kendi çevresi olan arkadaşlarının davranışlarına bağlıdır. Meşhur atasözü: “Üzüm üzüme baka baka kararır” sözünü yabana atamayız. Gerçekliğini yüreklerimizin derinliğinde bulduğumuz bu yargı, bize, hayatımızı idame ederken nasıl bir yaklaşım geliştireceğimizi de belirtmiş olur.
Özellikle de çocuklarımızın, arkadaş bulma düzeylerine dikkat etmeliyiz. Böylece kendi neslimizi korumaya alabiliriz. Sokakların ve çarşının emniyetini kaybettiği bir zeminde yaşarken çocuklarımızın arkadaşları önem kazanmaktadır. Toplumun salahı ve akıbeti çocuklarımızın geleceklerinde yatmaktadır. O yüzden onların bütün ihtiyaçlarını görürken arkadaş ihtiyaçlarına da yardımcı olmalı ve onların yetişeceği sohbet ortamları oluşturulmalı ki ruhsal dengeyi koruyan ve hastalıklı ilişkilerden uzak bir geleceğimiz olsun!
Hastalıkları teşhis ederken dikkat edeceğimiz temel prensip; hastalığın doğasını teşhis edebilmektir. Hastalığın doğasını doğru teşhis ederseniz tedavisinin doğruluğunu da garanti altına almış olursunuz…
Hastalıkların doğasını teşhis için, o hastalıkları meydana getiren olgunun kendisi üzerine, yani; değer ve o değerin oluşturduğu yaşam biçiminin dayandığı dünya görüşüne önem atfetmeliyiz. Demek ki; bir dünya görüşünün oluşturduğu değer yargıları, bizim davranışlarımızın kodlarını oluşturmaktadır. Buradan hareketle, kadim kültürün ve o kadim kültürün sağladığı dünya görüşünün, vahiy medeniyetinin sağladığı değerler skalasında sohbet, eğitimin en temel olgusu iken, batı medeniyeti ve dünya görüşünde ise sadece bencillik ve çıkar endeksli bir eğitim olgusu ve değerler skalası hakimdir. Toplumsal yapı ve o toplumsal yapının üzerine bina edildiği değerler skalasını kişinin sahip olduğu dünya görüşü biçimlendirmektedir. Batı toplumu, yalnızlığı bir yazgı olarak yaşarken kadim kültürü benimsemiş toplumlar ise sohbet ikliminin sükunetini yaşamayı yazgıları haline getirmektedirler… Bu iki toplumsal yapının hangisinin önemli olduğunu okuyucuya bırakıyorum…
Şimdi sohbet kavramını ve taşıdığı değeri hangi dünya görüşünde bulacağımızı belirlemiş olduk! İnsan yetiştirmenin en önemli sacayağı olan sohbet ayrıca kişilik bozulmalarını gideren bir özelliğe de sahiptir.
Çağdaş eğitimi, modalite üzerinden gerçekleştiren batı uygarlığı, aynı zamanda da bu örnekliği sanatçı, popçu, futbolcu ve medyatik olduğu kadar toplumsal katmanlardan uzak yaşamayı marifet bilenler üzerinden de gerçekleştirmektedir. İnsanın azgın şehevi duygularını kabartan ve arzularını tüketim çılgınlığı ile besleyen yeni batı uygarlığı, hastalıklı bir insan yapısı inşa etmektedir. Bu hastalıklı yapı, aynı zamanda kendi sistemini güçlendiren bir zemine de sahiptir. Bencil, umarsız, hayırsız, vefasız ve sorumsuz kişiler, ancak dönen çarkın farkına varmadığı gibi bu döngüyü değiştirmeyi de akıllarına getirmezler… Batıda bu döngünün dışında kalan vicdanlar, batı uygarlığına yönelik eleştirilerini yüksek sesle dile getirmeye çalışıyorlar. Ancak medyatik şov, gücün emrinde olduğu için sesleri duyurulmuyor. Batı vicdanı, kendi vicdanının sesini gürültü ile bastırdığı gibi bu sesi de gürültü çıkararak bastırmaktadır. Yeni bir dünya mümkün diyen bir algıyı reddetmek, mümkün değil tabii ki. Ancak içinde yaşadıkları toplumsal değer yargıları onları yalnızlığa itmekten başka bir seçenek bırakmamaktadır.
İslam toplumu ise Peygamber-i Zişan örnekliğini eğitimin modalite örneği haline getirmekle birlikte bütün bir İslam tarihinde Peygamberlerin bu modalite rolünü oynadıklarını gözlemlemekteyiz. Sahabe ve onu takip eden etbai tabiin dönemlerinde olduğu gibi bütün bir İslam tarihi boyunca Peygamberlerin varisliğine talip olan alim ve irfan sahipleri de aynı rolü oynamaya devam etmiştir. İslam tarihi boyunca, İslam toplumlarında hastalıklı bir toplum yapısı ve bünyesinin oluşmamasını da buna bağlayabiliriz. Sohbet bütün bu gelişmelerin odak noktasında durmaktadır. Darul Erkam, ashabı suffe, alimlerin oturduğu camiler, ariflerin mekanları olan dergahlar, hep aynı usulü takip etmişlerdir. Canlı bir sohbet ortamında insan yetiştirme ocakları olmuşlardır. Burada yetişen alimler, asker ve komutanlar, arifler; bilginin sınırlarını, coğrafi sınırları ve ruhi sınırlarımızı korumaya devam etmektedirler.
Gelin bu günkü toplumsal hastalıkları yenme adına sohbeti canlandırmaya çalışalım. Ehil bir insan etrafında buluşarak kendimizi ve ehlimizi ateşin azabından koruyalım. Ahlaki yapımızı, kişiliğimizi, benliğimizi ve ruhumuzu sohbetteki kıvamla geliştirelim ve ayakları sabit olanlardan olalım… Toplumsal dönüşümün mihveri olacak kişilikleri bu sohbet ortamları ile yetiştirelim. Bencilliği, kirliliği, günahı, çıkarı, ayak takımı olmayı, tutkuyu, hevayı, arzuyu, sıradanlığı bu sohbet ortamlarında tedavi edelim ve kendimizi bu maddi ve manevi hastalıklardan kurtaralım ki çocuklarımızın ve onların çocuklarının geleceklerini salah toplumuna çevirelim…