Bu güne 100 yıl öncesinden bakınca...

Fatma Barbarosoğlu

Uzun sürmüş bir Ağustos'u nihayet geride bırakıyoruz. Ağustos uzundu. Allah bizi uzun sonbaharlardan uzun kışlardan korusun.

Mevsimlerin, yılların, asırların uzunluğu ve kısalığı içinde barındırdığı trajedilerden kaynaklanıyor.

"En uzun yüzyıl" sıfatı biliyorsunuz 19. Yüzyıl'ı tanımlıyor.

Haftaya Norveç üzerinden başladık. Sonra Norveç'in bütün dünya medyalarına haber olan yüzyıllık paketi ile devam ettik.

24 Ağustos 2012 tarihinde açılması notuyla 100 yıl evvelinden günümüze gönderilmiş pakete bendenizin dikkati Ağustos 1914 tarihine olan ilgimden kaynaklanıyor.

Tarihçi Hobsbawn'a kulak verelim:

"Ağustos 1914 dönemleştirme amacına hizmet eden çok uygun tarihlerden biridir. Burjuvazi için burjuvazi tarafından yaratılmış bir dünyanın bu tarihte son bulduğuna inanılmaktaydı. Bu tarih "uzun sürmüş ondokuzuncu yüzyıl"ın sonuna damgasını vurmaktadır."

Yaşadığımız dönemin özelliklerini, içinde yaşarken çoğu defa kavrayamayız. Bir adım geri çıkmak ya da bir adım öne çıkmak gerekir olmakta olanı kavramak için.

Biz şimdi bugünden geçmişe bakarken özellikle 19. Yüzyıl'a bakarken olan biteni bir parça anlayabiliyoruz. Ama o dönem yaşayanlar tanık oldukları zamanın nelere gebe olduğunu bilmiyordu. Tıpkı, Tunus'tan başlayıp Libya, Mısır, Suriye olarak devam eden kaos ortamına önce "Arap Baharı" ismi verilip ismin durumu tanımlamaktan uzak kalışı karşısında yeni isim arayışlarına tanık olduğumuz gibi...

Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu ülkemizin/dünyanın içinde bulunduğu şartları anlayanları ve anlamayanları üç kategoride ele alıyor: "Kaygılı ve iyi niyetliler, hükümet ne yapsa karşı olanlar, formasyon eksikliği nedeniyle eleştirenler."

Bu üç kategoriyi anlıyorum. Beni esas korkutan empati yoksunu olanlar. Sürekli bugünün dünden ne kadar güzel olduğunu ispata kalkıp bu ispat için tüketim nesnelerinin gölgesine sığınanlar.

İçinde bulunduğumuz zaman ziyadesiyle 100 yıl öncesinin şartlarına benziyor. 100 yıl öncesinin ruhunu Hobsbawm'ın satırlarından okumaya devam edelim:

"Döneme rengini veren şey, yaklaşan felaketlerin hem beklenmiş hem yanlış anlaşılmış, hem de onlara inanılmamış olmasıydı. Bir dünya savaşı çıkacaktı çıkmasına ama hiç kimse hatta en iyi kâhinler bile bunun ne çeşit savaş olacağını anlamadılar. Sonunda dünya uçurumun kenarına geldiğinde, karar alıcılar tam bir inançsızlıkla uçuruma koştular... Gelişmiş ülkelerde kamuoyu yoklaması yapanlar, 1914'ten önce önseziyle umudu, kötümserlerle iyimserleri ölçselerdi, umut ve iyimserlik büyük bir farkla üstün gelirdi."

Hobsbawn'un yukarıda okuduğunuz satırlarını okuduğum gün, bir internet sitesi, Fikret Bila'nın yazısının kötümserliğini kınayarak, yazarı "günün kaybedeni" ilan ediyordu. Oysa Fikret Bila'nın bütün söylediği önümüzde uzun bir sonbahar ve zorlu bir kış olacağı idi.

Ne diyordum... "Kaygılı iyi niyetli" olarak 1914'ün özelliklerini fazlasıyla 2012'de buluyor olmaktan dolayı ziyadesiyle tedirginim...