Bilinç, bireyin kendisine, çevresine, yaşantılarına ve bir bütün olarak yaşadığı dünyaya ilişkin farkındalık durumudur. Ruhbilimin yöneldiği temel hedeflerden biri de bireye kendini fark etmesi için gerekli bilgiyi sağlamaktır. Ruhbilimde bilinç kavramının temel yapısı ve işlevlerini önemsenir kılan nedenlerin başında Bilinçaltına ulaşma gayreti yer alır. Bilinçaltının işlevlerini anlama çabasının altında da bilinçaltının bilinçli duruma olan etkileri yatar. Bu bir döngü şeklindedir. İkisinin de yöneldiği temel amaç anlama ve anlamlandırma çabasıdır. Bilincin tanımı ve işlevleri bilinçaltının tanımı ve işlevleri için gereklidir. Bilinçaltı karanlık ve görünmez bir katmanı ifade ederken; Bilinç kavramı ise görünebilen katmanı ifade eder. Tabi burada Kavramın tarihsel sürecini, süreç içinde yaşadığı anlam kaybını ya da kazandığı yeni anlamları ve semantik dönüşümü bir bütün olarak anlatmak oldukça zordur. Bilinç kavramı bu tür bir bilgi aktarımı için, geniş çaplı çalışmalara olanak sağlayacak rezervlere sahiptir. Biz, bize ayrılan bu köşede konu başlığına riayet ederek sadece bilincin işlevlerinden bahs edeceğiz.
Sigmund Freud bilinç kavramını ele alırken daha çok görünmez katmanın işlevlerine yönelen bir tutum sergilemiştir. Freud’a göre davranışlarımızın ya da nevrotik semptomların dayandığı temel alan bilinçaltıdır. Birçok bilgi bilinçaltında yer alır. Bazı kaynaklarda bilinçaltının da altına bir başka katmanın daha yer aldığı ileri sürülür. Buda bilinçdışıdır. En alt katmanda bilinç sonra bilinçaltı katmanları yer alır. Bilinçaltıyla bilinç arasında bir direnç çizgisi var. Direnç çizgisinin üstünde ise bilinç alanı mevcuttur.
Bilinç
--- Direnç Çizgisi ---
Bilinçaltı
Bilinçdışı
Jung da çoğu zaman zihinsel işlevlerin dayandığı yapısal katmanları tasvir ederken aynı mantığı esas alır. Aynı mantıktan hareketle bir bilinç katmanının olduğunu ve bu alanın üstünde bir direnç çizgisinin varlığını kabul eder. Ancak Jung, Freud’dan farklı olarak bilinçaltını ikiye ayırır. Biri bireysel bilinçaltı diğeri ise ırksal (ortak) bilinçaltıdır. Jung bilinçaltının hemen üstünde var olduğunu kabul ettiği direnç çizgisine “Ben” adını verir. Ben çizgisinin üstünde yer alan bilinç alanın temel fonksiyonlarını çeşitli başlıklar altında ele alır.
Bilincin Yapısal İşlevleri
1 - Duyum: Çevreden almış olduğumuz uyaranların genel ifadesidir. Gördüğümüz hareketli nesne, duyduğumuz ses birer duyumdur. Duyum bize, içinde bulunduğumuz mekânda her hangi bir nesnenin olup olmadığını ve bunun hareket edip etmediği konusunda bilgi verir. Duyum ruhsal ve ussal bir işlevdir. Ussal bir işlev olmasına rağmen kaynağında bilinçdışı vardır. Örneğin bir parkurda yürürken karşımızda insanları, yolun kenarında arabaları, arabalardan çıkan motor seslerini, sağ tarafımızda ise ağaçları, bu ağaçlarda ki kuşları ve kuşların çıkarmış oldukları çeşitli seslerin olduğunu varsayalım. Bunların her biri birer uyarandır. Ancak organizmanın tüm bu uyaranları aynı anda alması mümkün değildir. Dolayısıyla aradan bir uyaran dikkatimizi çeker. İşte Jung’a göre bu uyaranlar arasında seçimimiz spontane (kendiliğinden) olur. Bu kendiliğinden oluşun temel kaynağı bilinçdışıdır. Ama duyumun kendisi ussal (bilinçli) bir işlevdir. Ussal olan bu işlevin beslenma kaynağı bilinçdışıdır.
Düşünce (Algı) : Çevreden almış olduğumuz uyaranları yorumlama, ne olduğunu anlama ve yorumlama işlevidir. Düşünce de ussal (bilinçli) bir işlevdir. Gelen uyaranı (duyumu) ya redd eder yada kabul eder. Nesnenin ne olduğu konusunda karar verir. Örneğin yukarıda ki örnekte ifade edilen uyaranların tamamını almamızın mümkün olmadığını ifade etmiştik Bu uyaranlardan sadece birini aldıktan sonra sıra bunun ne olduğunu anlamaya gelir. Ses uyaranının araba sesi olduğu sonucuna varmamız düşünce işlevinin bir sonucudur. Daha basit bir örnekle; Kalabalık bir caddede yürürken binlerce insanın her biri birer uyarandır. Ancak bunların arasında bir arkadaşımızı görüp fark etmemiz düşünce (Algı) işlevinin bir sonucudur. Bilinç binlerce insan arasında algısal işlevini kullanarak bir seçim yapmış oluyor.
Sezgi: Değişim süreklidir. Bu değişimin uyaran ve algısal boyutunu yukarıda ki temel iki işlev yürütür. Bize ulaşan uyaran ve düşünce çoğu zaman içinde bulunduğumuz mekânla sınırlı kalır. Ancak biz şunu biliyoruz ki bu bir anlık verinin geçmişi ve geleceği vardır. Bu anlık verinin geçmişi; bilinçaltı ya da geçmiş yaşam deneyimlerine dayanabilir. Ancak öngörü dediğimiz “sezgiler” de bunun nereye varacağı ile ilgili bizlere ussal bir işlev sunar. Varlığını algıladığımız nesnelerde geçmişi imgeleyen ve geleceği açıklayan belirtiler vardır. Bilincin “sezgi işlevi” anlık uyaran ve algının barındırdığı gelecekle ilgili belirtilerden yola çıkarak bir öngörüde bulunmamızı sağlar. Örneğin bir ülkede iktidar mekanizmasını paylaşan kurumsal güçler arasında ki çatışma bir uyarandır. Bu çatışmanın ne olduğunu tanımlama algı (düşünce) dır. Bu çatışmanın borsayı yükselteceği yada düşüreceği, dolar kurunu nasıl etkileyeceğini öngörmek ise bilincin “sezgi” işlevidir.
Duygu: Nesneler kendi nesnelliği içinde tek başına değiller. Bizim onlara yaklaşımımız ve yüklediğimiz öznel bir değer vardır. Bize ulaşan uyaran ve uyaranın yorumlandığı algı sürecinden sonra bu uyaranlara yüklediğimiz anlam bilincin “duygu” işlevini ifade eder. Örneğin: Bir erkeğin dört - beş genç kız arasında “esmer olanı daha güzel” demesi bilincin duygu işlevini ifade eder. Çünkü burada bir öznel değerlendirme vardır. Kişi uyaranlar arasında bir uyaranın kendisi açısından ne anlam ifade ettiğini bu işlevle ayrıştırmaktadır. Duygu işlevinin kendisi ussal iken kaynağının deneyimler ve bilinçaltı olduğunu söylemek mümkündür.