— "Sokaktaki adam için öyle olsa bile uzmanlar için "altına inilecek" bir bilinç yoktur. / Yani "bilinçaltı" diye bir şey de yok!"
Freud'un tercih edip kullandığı terimin 'bilinçaltı' değil, 'bilinçdışı' olduğunu söylemekle yetinseydi, Haşmet Babaoğlu'nun bu tashih denemesi, gazete okurlarının genel kültürünü artırmaya yönelik bir katkı olarak değerlendirilebilirdi.
Fakat kendileri bu kadarcık bir katkıyla kalmıyorlar ve bu noktacıktan hareketle cidden tashihe muhtaç iddialar öne sürüyorlar.
1. Freud'a göre bilinçaltı yok, bilinçdışı vardır.
2. Uzmanlara göre de bilinçaltı yok, bilinçdışı vardır.
3. Bilinçaltı terimi sadece sokaktaki adamın dilinde, yani gündelik Türkçe'de vardır.
Babaoğlu, burada ne yapıyor?
Freud'un ve uzmanların, yani bir anlamda bilimadamlarının yanında yer alıp sokaktaki adamın dilindeki sürçmeden (!) kendisini ve okurlarını korumaya çalışıyor.
Sonuç: Bilinçaltı diye bir şey yoktur!
* * *Şu genellemelerin kaderine bakınız ki iş nereye varıyor?
1. Sokaktaki adamı Türklerle, bu dil sürçmesini de Türkçe'yle sınırlıyor; "ve bir ölçüde de Amerikan popüler kültürü"yle.
2. Fakat bu Türkçe'yi de eski Türkçe'ye, yani Osmanlıca'ya indirgeyip Freud'dan yapılan Osmanlıca bir tercümede "lâ şuur" yerine "tahtelşuur" yazılmış olmasını, bütün bu karışıklığın sebebi olarak ilan ediyor.
3. Böylelikle bilinçaltı'nın 'tahtelşuur'dan türetildiğini iddia etmek kolaylaşıyor.
Diyor ki: "Bilinci bir halı gibi düşünmeyi ve birçok şeyi altına süpürmeyi yani "bilinçaltı" kavramını kullanmayı neden bu kadar seviyoruz? Nasıl oluyor da her kesimden insan bu kadar doğru ve kendine yakın buluyor bu kavramlaştırmayı?"
4. Babaoğlu, kendiliğinden varsaydığı sorunu yine kendi çözmeye çalışıyor ve Türklerin bazı karakteristik özellikleriyle bağlantı kurmaya çalışıyor:
— "Bazen biz Türklerin aslında bilincimize "saman altından su yürüten" bir şey olarak baktığımızı, o yüzden bir de "bilinçaltı" kavramına ihtiyaç duyduğumuzu düşünmüyor değilim. (...) Ya da "bilinç" denilen şey bizim kültürümüzde kafayla bel arasındaki bölgeye tekabül ediyor da, geri kalanı bir tür "belaltı" çağrışımlar alanı!"
Sonuç: Bilinçaltı-bilinçdışı kargaşasının suçlusu sokaktaki adamdır!
Haksız bir vuruş! Çünkü tamamiyle belden aşağı... belden aşağıya...
* * *Bilgiler yanlış olunca, yorumlar da yanlış oluyor kaçınılmaz olarak. Hakikat talipleri, bilgilerini düzelttikleri takdirde yorumlarını da düzeltirler.
İşin yorum tarafını bırakıp, bilgi tarafını öncelememiz de bu yüzden.
* * *1. Freud'da sadece 'bilinçdışı' yok, bir de 'önbilinç' (vorbewusste/fore-conscious) vardır. Sokaktaki adamın asıl bilmediği budur. Koridordaki adamın da.
2. Bilinçdışı-bilinçaltı tartışmasının Türklerle ve Türkçe'yle ilgili hiçbir tarafı yoktur. Ne tarihî, ne lisanî, ne de psikolojik.
Saçmalamadıkça meseleyi zorlamanın imkanı yoktur.
3. Bugün bütün Batı dillerinde, hem de ciddi yayınlarda 'bilinçaltı' terimi hep Freud'la yanyana anılır. Almanca, Fransızca, İngilizce...
Felsefe ve Psikoloji tarihinin cilvelerinden addedebileceğimiz bu karıştırmanın sebebi sanıldığından daha karmaşıktır ve yeterince üzerinde durulmamıştır. Meselâ Dictionnaire de l'Académie française'nin 1930'lu edisyonlarında Psikanaliz'in tanımı verilirken 'bilinçdışı' değil, 'bilinçaltı' kelimesi kullanılır. Yani sokaktaki adamın bir kabahati yoktur.
4. 'Bilinçaltı' terimini üreten kişi, değerli Fransız âlimi Pierre Janet'dir (öl. 1947). Terimi öne sürdüğü tarih 1889.
Ribot'nun öğrencisi Janet, Freud'un üstadı Charcot'dan sonra Salpêtrière'in başına da geçmiştir. Janet'nin bu terimi tanımlayıp kullandığı kitabı "L'automatisme psychologique", Freud'un ezberindedir.
Bilinçdışı teriminin metafizik spekülasyonlara açıklığı nedeniyle daha teknik, daha arı bir terim teklif eder Janet.* Psikologlar ve ehl-i tababet arasında tutan bilinçdışı'ndan çok bilinçaltı'dır. Topografik değeri daha yüksektir. Klinik kullanımı da yaygınlaşmıştır bu yüzden.
Joseph Jastrow'un 1906'da yazdığı The Subconscious (Bilinçaltı) adlı kitabının 1908 tarihli Fransızca çevirisinin önsözünü de Janet yazmıştır.
5. Pierre Janet, Freud'un gizli hayranı olduğu kişilerin başında gelir. Jung ve Adler açıkça bu üstada borçlarını itiraf ederler, Freud ise ustalıkla gizler. Meslektaşları nezdinde Pierre Janet'nin müridi/takipçisi görünmemek için gerçekte daha sağlıklı bir terim olan bilinçaltı'nı kullanmak yerine, genç Freud, saha kenarında kalan bir isme, Schopenhauer'a dayanmayı tercih etmiş ve bilinçdışı'nı öne çıkarmıştır.
Sözün özü, Janet'nin buluşu, Freud'un terminolojisini lafzen yenilgiye uğratmış ama mânâ olarak Psikanaliz'in popüler bilimdışılığına karşı direnememiştir.
Artık sokaktaki adam da, koridordaki adam da 'bilinçaltı' diyor amma 'bilinçdışı'nı kastediyor.
6. Fransızca bir psikoloji kitabının 1915 basımlı Osmanlıca tercümesinden kısa bir pasaj iktibas etmek istiyorum. Hem de olduğu gibi.
Yazarı E. Rabaud. Mütercimi ise Mehmed Ali Aynî.
— "Velhasıl hem nefsî ve hem gayr-ı meş¢ûrun-bih olarak ilan olunan birçok hadiseler ale'l-ıtlak gayr-ı meş¢ûrun-bih (inconscient) olmayıp fakat mâ-tahte'ş-şuur (subconscients) dir. / Fakat gayr-ı meş¢ûrun-bih (l'inconscient) müddeası gayr-i kabil-i kabuldür. Bu babda isbat-ı dâva için îrad olunan delâilin çoğu alelâde mâ-tahte'ş-şuur (les subconcients)dirler."
Yani: Psikolojik ve bilinçdışı olarak tanımlanan birçok olgu mutlak olarak bilinçdışı değil, bilâkis bilinçaltıdır. / Bilinçdışı iddiası aslâ kabul edilemez. Çünkü bilinçdışını isbat amacıyla öne sürülen delillerin çoğu, sıradan bilinçaltı olgularından ibarettir.
Bu satırların yer aldığı bölümün arabaşlığı şöyle:
— Gayr-ı Meş¢ûrun-Bih Nazariyesinin Kıymeti
Yani: Bilinçdışı Teorisinin Değeri.
Tekrar hatırlatayım, Türk çocuklarının bu kitabı ellerine aldıkları tarih: 1915.
* * *Bugünkü Türklere gelince, bilincin olmadığı yerde bilincin dışı da olmaz, altı da.
Not: Sıkılmadıysanız söyleyin, haftaya da devam edelim. (Şaka… şaka!..)
* "The Discovery of the Unconscious" (Bilinçdışı'nın Keşfi) kitabının yazarı Henri F. Ellenberger, açıkça bu hususu vurgular. Arzu edenler şu Fransızca kaydın izini de sürebilirler: "Janet crée le mot 'subconscient' pour bien marquer qu'il s'agit là d'une conception clinique qui n'a rien à voir avec les doctrines métaphysiques de l'inconscient de Schopenhauer et de von Hartmann, si fort à la mode à cette époque."