Bilinç, Dikkat Ve Performans Kapasitesinin Sınırlılığı

Bilinç, Dikkat Ve Performans Kapasitesinin Sınırlılığı, Psikolojinin Amacı Açısından Bilinç Ve Davranış, İnsan Bilincinin Kendine Özgü Özelliği, İçebakış Ve Bilim, Zihin: Bilinç Ve Bilinç Dışı ve Dikkat Kavramı...

Bilinç, Dikkat Ve Performans Kapasitesinin  Sınırlılığı, Psikolojinin Amacı Açısından Bilinç Ve Davranış, İnsan Bilincinin Kendine Özgü Özelliği, İçebakış  Ve Bilim, Zihin: Bilinç Ve Bilinç Dışı ve Dikkat Kavramı...

Psikolojinin Amacı Açısından Bilinç Ve Davranış

Psikoloji, canlıların ve özellikle insanın davranışlarını inceler. Psikolojinin amacı, davranışların oluşumunu anlamak, daha açık bir deyişle, davranışları doğuran sistemin işleyiş kurallarını bulmaktır. “Psikoloji” denince çoğu kimsenin aklına insanın iç dünyası, ruh halleri, bilinç ve zihin işlemleri gelir. Bunlar insan hayatı için anlamlı ve önemli kavramlar olmakla birlikte psikolojinin inceleme alanı olarak davranışları göstermenin bir gerekçesi vardır. Bütün bilimler gibi psikoloji de gözlenen olayların sebeplerini araştırır. Her birey kendi iç dünyasının, ruh hallerinin, bilincinin ve zihin işlemlerinin farkında olsa bile bu farkında oluş, yalnızca bireyin kendi iç gözlemiyledir. Onu başka hiçbir kimse gözlemleyemez. Bu nedenle, psikoloji objektif bir bilim olabilmek için herkesin dışarıdan ortaklaşa gözlemlediği olaylardan hareket etmek, onları açıklamaya çalışmak zorundadır. Psikoloji olaylardan hareket etmekle birlikte onları bir sistemin ürünleri olarak görür. “Zihin” adı altında kavramlaştırılan ve doğrudan gözlenemeyen bir sistem, belirli  kurallara göre bütün davranış olaylarını doğurur. Sistemi bilme, ilk bakışta birbiriyle ilişkisiz görünen olayların birbiriyle ilişkisini görmeyi sağlar.



Araştırmacı ve teorici psikolog, gözlenenleri açıklamaya çalışırken gözlenemeyen zihin sistemini tasarımlar; gözlenenlerden gözlenemeyeni tahmin eder. Böylece her bireyin iç gözlemle farkında olduğu içsel psikolojik süreçleri, teorici, objektif olaylara dayanarak rasyonel biçimde kavranabilen bir sistem olarak tasarımlar.  Zihin sistemine ilişkin tasarım, açık ve seçik önermelerle ifade edilir. Sistemin işleyişini betimleyen önermelerden zorunlu mantıksal çıkarımla belirli koşullarda ne gibi olaylar gözleneceğine ilişkin kestirimler yapılır. Belirtilen deneysel koşullarda gözlenen olaylar kestirimlere uyuyorsa, o kestirimleri zorunlu mantıkla kendi yapısından çıkarmış olan sistemin doğru olma olasılığı vardır. İşte böyle çeşitli sınama işlemleriyle doğruluk olasılığı kuvvetlenen bir zihin sistemi tasarımı (varsayımı, teorisi) psikoloji biliminin ortaya koyduğu bilgidir.

Psikolojinin gözlenebilir olayları, çeşitli koşullarda ortaya çıkan davranışlardır. Davranışları doğuran zihin sistemini tasarımlamaya çalışan psikoloğun işi, teknoloji uzmanı mühendisin işinin tam tersidir. Mühendis, somut bir durumdaki pratik amacı gerçekleştirecek makineyi, temel bilimlerin formüle ettiği prensiplerden yararlanarak yapmaya çalışır. Amaca uygun makineyi yapan mühendis onun nasıl işlediğini, onun davranışlarının nasıl doğduğunu, kısacası makinenin sistemini bilir. Temel bilimci psikoloğun görevi, hangi koşullarda ne gibi davranışlar doğurduğuna bakarak o davranışları doğurabilecek zihin sistemini tasarımlamak ve sonra varsayımsal tasarımını sınamaktır.



İnsan Bilincinin Kendine Özgü Özelliği

Bütün canlılar kendi ihtiyaçları doğrultusunda çevreye ayarlanarak yaşamlarını sürdürebilmek için çevrelerinin bilincinde olmak zorundadır. Çevredeki olayların farkında olarak uygun tepkileri yapma anlamında bilinç bütün canlılarda vardır. İnsanda bilinç, yalnız çevre olaylarının değil, kendinin de bilincindedir. İnsan bu bakımdan başka bütün canlılardan ayrılır. İnsanın içebakış yapma yetisi bilincinin bu özelliğinden kaynaklanır. İnsan düşünmekle kalmaz, düşüncelerinin bilincinde olur. İnsan bilinci kendi düşüncelerini incelemeye alabilir, eleştirebilir. Daha eyleme geçmeden muhakeme planında düşüncelerinin eylem planıyla ilgili mantıksal sonuçlarını çıkarabilir. Çıkardığı sonuçları, kendi amacıyla bağdaşmaz görürse başka bir yönde düşünmeye başlar.

İnsanın konuşma kabiliyeti, içebakış yapma ve kendi düşüncelerini inceleme kabiliyetiyle ilişkilidir. İnsan soyutlama ve kavramlaştırma yapabildiği için dil olgusu ortaya çıkmıştır. Dil, algı içeriklerini sembollerle zihinde temsil etme kabiliyetidir. Dilin bütün sözcükleri birinci olarak birer sembol, ikinci olarak soyutlama ve kavramlaştırma ürünüdür. “Çiçek” sözcüğü kendinden başka bir şeyi temsil eden bir semboldür ve aynı zamanda çiçek denilen somut algı içeriklerinden soyutlama yoluyla ulaşılmış bir kavramdır. “Çiçek”, binlerce çeşit  somut çiçekleri temsil eder, fakat özellikle onlardan herhangi bir somut çiçeği belirtmez.          

İçebakış  Ve Bilim

Zihin sistemi, kendisinin nasıl çalıştığını bilmeye değil, önündeki işi yapmaya ayarlıdır. Sistem, algı yoluyla dış dünyaya ilişkin bilgi alır, organizmanın ihtiyaçları ve amaçları doğrultusunda ne yapılması gerektiğine sembolik düşünme yoluyla karar verir ve kararlaştırdığı eylemi yapar. İnsanın kendi ruh hallerinin ve zihin işlemlerinin farkında olması, onun bilgi kurma kabiliyetinin temelindedir. Bütün canlılar somut deneyimlerden geçer; bir anlamda bilgilenirler. Fakat bu bilgi onların tepkilerini etkilemekle birlikte, hiçbir hayvan türünde tepkilerden soyutlanmış olarak zihinde sembollerle temsil edilen bir bilgi içeriği yoktur. Sembolik düşünme kabiliyeti ve onunla koşut dil kullanma kabiliyeti insan bilgilerinin somut dünyadan ve tepkilerden ayrı sistematik bir yapı olarak zihinde kurulmasına yol açmıştır.

İnsan içebakış yapamasaydı bilim de yapamazdı. Çünkü bilim yapabilmek için soyut düşünme planında bir problem görmek ve ona yine soyut düşünme planında bir çözüm bulmak gerekir. Bir bireyin kendi ihtiyaçları açısından karşılaştığı somut koşullar içinde ihtiyacını giderecek somut bir eylem düşünmesi, bir bilimsel probleme çözüm bulmaktan çok farklı bir şeydir. Bilimsel bir problem, insanın somut ve tikel bir ihtiyacını karşılamaktan ayrı olarak olayı kendimizden bağımsız objektif planda ele alarak “nasıl oluyor da böyle oluyor?” diye sorarak ortaya konur. Bu nitelikteki problemin çözümü, eylemsel planda değil, kavramsal plandadır.

İçebakışın bütün bilimler için öneminden ayrı olarak, psikolojide, birçok problemlerin farkına içebakışla varıyoruz. Hatırlamanın, tanımanın duygulanmanın ve heyecan duymanın, algıların, anlamanın ve anlayamamanın içebakışla farkında olmasak ve farkında olduğumuz psikolojik deneyimleri gözlenen davranışlarla ilişkiye getirmesek    psikoloji diye bir bilimin içi boş olurdu. İçebakış metoduna isyan etmekle kalmayıp zihin denilen sistemi yok sayan  behavioristler bile birçok problemin içebakışla farkına vardıktan sonra onları uyaran-tepki bağlantılarına indirgeme yoluna gitmiştir. İnsan zihninde algılama, hatırlama, düşünme ve hayal etme süreçlerinin varlığını kabul eden bilişsel psikologlar, içebakışla sezdikleri zihin süreçlerini, deneysel davranış kanıtlarıyla rasyonel biçimde kavramsal planda kurmaya uğraşır. Bu yolla kurgulanan zihinsel süreçlerin birçok özellikleri içebakışla yakalanamasa da, hatta bilimsel açıdan naiv sağduyuya aykırı gelse de, o süreçleri tasarımlayan teori, deneysel sınama ile elde edilen objektif davranış kanıtlarıyla desteklendiği sürece doğru kabul edilir.



Zihin: Bilinç Ve Bilinç Dışı

Zihin, gözlem verisi bir olgu değil, gözlenen davranışları açıklamak için postüle edilen bir sistemdir. Bilinç zihin sisteminin bir parçasıdır. Zihin sistemi içinde bilincin gördüğü kendine özgü işlevler olmakla birlikte zihin bilinç ile bir tutulamaz. Çünkü davranışları doğuran zihin süreçlerinden birçoğu bilince yansımadan cereyan eder.  “Düşünme” ve “hafıza” adı altında kavramlaştırdığımız süreçlerin bir kısmı bilince yansımaz. Bilince yansıma gereği olmaksızın sistemde cereyan eden bazı süreçler davranışların ortaya çıkmasına ve değişen koşullara ayarlanmasına katkıda bulunur. Şunu vurgulamak yerinde olur ki biyolojik açıdan önemli olan şey, zihin süreçlerinin bilince yansıyıp yansımaması değil, davranışların tam yerinde ve zamanında, koşulların gerektirdiği biçimde yapılmasıdır. Hatta bazı durumlarda tepki, özellikle bilince yansımayan süreçlerle ortaya çıktığı için anında ve hiç aksamadan yapılır. Bu durumlarda bilince yansımama bir avantajdır. Bilinçli kararlar vererek tepkilerin yapıldığı durumlarda bile süreçler bütün ayrıntılarıyla bilince yansımaz.

Organizmanın bütün biyolojik sistemleri gibi zihin sistemi de yaşamın sürdürülmesine yarayan birtakım işlevleri yerine getirmek için vardır. Yukarıda belirtildiği gibi birçok süreçlerin bilinç dışında cereyan etmesi zihnin normal çalışma biçimidir.

Bilinç dışı kavramı, psikanalizin kurucusu Freud’un bilinç altı kavramından ayırt edilmelidir. Bilinç altı kavramı, bilinçteki bir deneyimin, kişide iç çatışması doğurması ve katlanılmaz derecede ruhsal acı vermesi yüzünden zihin sisteminde bilinç altına itilmesidir. Bilinç altı deyimi mecazlı bir anlatımdır. Zihin sistemi alt ve üst uzamsal kısımları olan bir cisim gibi düşünülmemeli, onun bir işlevler ilişkisi ve süreçler yapısı olduğu göz önünde tutulmalıdır. Bu bakımdan, Freud’un bilinç altına itilme tasarımı, bir içeriğin bilinçli olarak farkında olmayı engelleyen zihinsel etkinlik olarak düşünülmelidir. Bir zihinsel içeriğin bilinç dışına itilmesi de onun yeniden bilinçli duruma gelmesine direnme de bilinçsizdir.

Psikanalitik anlamda bilinç dışına itilme, zihin sistemini etkileyen ve davranış bozukluklarına yol açan patolojik bir olgudur. Bazı süreçlerin zihin sisteminin işleyişi gereği bilince yansımadan cereyan etmesi normaldir. Niteliği gereği bilince zaten yansımadan cereyan eden bilinç dışı süreçlerde zihin sistemi ekstra bir enerji harcamaz. Hatta bu süreçlerin bilince hiç yansımaması, kapasitesi yani birim zamanda işleyebileceği bilgi miktarı  sınırlı olan bilincin ekonomik kullanılması demektir. Oysa bilinç altına itilme yoluyla bilinç dışı kalma, bir ekstra enerji harcanarak gerçekleştirilir. Bilinç altına itilmiş bir içeriğin yeniden bilince dönüşünün engellenmesi de yine sürekli enerji harcanmasını gerektirir. Nörotik kişinin zihin kapasitesinin azalması ve kendini sürekli yorgun ve bitkin hissetmesi, rahatsız edici içeriği bilinç altında tutmak için enerji harcanması yüzündendir.



Dikkat Kavramı

Wundt’ta dikkat

Wundt, dikkati iki farklı biçimde ayrı adlar altında kavramlaştırmıştı. Bunlardan biri dikkati yöneltme (Aufmeksamkeit), diğeri kavrayarak belirleme’dir (Apperzeption). Wundt’a göre bu terimler bir ve aynı psikolojik olaydan soyutlayarak kavramlaştırdığımız yönleri gösterir. Wundt, “bu terimlerden ilkini olayın sübjektif yönü olan duyum ve duygulara, ikincisini bilinç içeriğindeki objektif değişmelere işaret etmek üzere” kullanır. Wundt, bilinç içeriğinin belirginliğini onun şiddetinden ayırt eder. Öyle ki biz zayıf izlenimlere kuvvetli, şiddetli izlenimlere zayıf dikkat (Aufmerksamkeit) yöneltebiliriz. “Bu bakımdan biz algı (Perzeption) terimiyle sadece herhangi bir içeriğin saptanabilir biçimde bilince girmesini, Apperzeption terimiyle  o içeriğin dikkat (Aufmerksamkeit) yoluyla  kavranmasını kastediyoruz.” Wundt’un bu ifadesinden anlaşılıyor ki dikkat ederek belirlemek dikkati yöneltmenin devamı olan bir zihinsel etkinliktir.

James’te düşünce akışı ve dikkat

William James, “ancak dikkat ettiğim şeyler zihnimi biçimlendirir—seçici ilgi olmasa deneyim bir karmaşadan başka bir şey olmazdı” demiştir. 1890’da yayınlanan Principles of Psychology adlı eserinde bugün de bilişsel psikolojide ele alınan konulara canlı bir dille değinmiş ve keskin gözlemlerini iletmiştir.

James’e göre, en basit öğelerdir diye duyumları en başta ele almak yanlıştır. Başlangıçta postüle edilebilecek tek gerçeklik düşünme olgusudur. Bilinç bir sürü objeler ve ilişkilerle doludur. Kimsenin basit bir duyum deneyimi olmamıştır. Bizim basit duyumlar dediğimiz, gerçekte son sınırına zorlanmış ayırt edici dikkatin sonuçlarıdır. Bu nedenle James, düşünme olgusunu zihin yaşamının temeli olarak görür.



Düşünce sürer gider. Acaba bu sürecin belirgin özellikleri nelerdir?

1)      Her düşünce, kişisel bilincin bir parçasıdır. “Benim düşüncelerim benim başka düşüncelerime aittir, sizin düşünceleriniz sizin başka düşüncelerinize aittir.”

2)       Her bir kişisel bilinç içinde düşünce sürekli değişir. Bununla hiçbir zihinsel durumun bir süresinin olmadığı değil, fakat “gelip geçen hiçbir zihinsel durumun aynen yinelenemez olduğu” kastedilmektedir. Biz aynı objeyi ikinci kez, önce görmüş olmanın değişikliğe uğrattığı bir beyinle görürüz.

3)       Her bir kişisel bilinç içinde düşünce süreklilik gösterir. Düşüncenin sürekli değişim içinde olmasıyla sürekliliği arasında bir çelişki yoktur. Şöyle ki düşünce içeriği ne olursa olsun peş peşe farkında olduğumuz bütün şeyler arasında bir bağ vardır. Bir andan öbürüne meydana gelen değişmeler, bir kesinti doğuracak biçimde bağımsız değil, daima bir durumdan öbürüne geçişi sağlayacak biçimde görecelidir.

4)       Düşünce daima kendi dışındaki objelerle uğraşır. Obje ne kadar karmaşık olursa olsun onun düşüncesi, bölünmemiş bir tek bilinç durumudur. Karmaşığın düşüncesi, çağrışımcı psikolojinin zannettiği gibi onu oluşturan ayrı  fikirlerin birbirine eklenmesinden oluşmaz.

5)       Düşünce, objesinin her parçasıyla birden değil, daima onun bir parçasından çok öbür parçasıyla ilgilidir. Yönelir ya da görmezden gelir; yani seçer. Herhangi bir duyu organından gelen duyumlar arasından dikkat bazılarını seçer, bazılarını bastırır. En yüksek ve en işlenmiş zihin ürünleri, çeşitli düzeylerdeki seçme işlemlerinin sonuçlarıdır.

James’e göre dikkat, eşzamanlı olarak mümkün birden çok obje ya da düşünce çizgisinden birinin açık ve canlı olarak zihni kaplamasıdır. Dikkatin esası bir eksen etrafında odaklanmasıdır. Bunun anlamı, bilincin bazı şeylerle uğraşabilmek için başka şeylerden çekilmesidir. 

Dikkatin eşzamanlı olarak kaç fikir ya da objeyle uğraşabileceğini, şiir okurken aritmetik problemi çözmek gibi gözlemlere dayanarak inceleyen James şu sonuca varır: Eğer soruda kastedilen, birbiriyle tümden bağlantısız  kaç düşünce sürecinin eşzamanlı olarak yürütülebileceği ise buna verilecek cevap, süreçler alışkanlık niteliğinde değilse kolaylıkla birden çok olamayacağı, süreçler kuvvetli alışkanlık durumunda ise iki hatta üç tanesinin mümkün olduğudur.

Duyusal dikkat ve düşünsel dikkat

James, dikkatin dış uyaranların etkisiyle doğduğu gibi zihinsel ilgiden de doğabileceği gözlemini yapar. Birincisine duyusal dikkat, ikincisine  düşünsel dikkat der. Bir konu ya da uyaran başka hiçbir şeyle ilişkiye gerek kalmadan kendiliğinden dikkati çekerse bu doğrudan dikkat, doğrudan ilgi çekici başka bir şeyle bağlantılı olduğu için dikkati çekiyorsa dolaylı dikkat’ten söz edilir.



Aktif dikkat ve pasif dikkat

James aktif ve pasif dikkat ayrımı yapmıştır. Aktif dikkat istemlidir ve daima dolaylıdır. Biz ancak uzak bir ilgi uğruna bir objeye dikkat etmek için çaba harcarız.  Duyusal ve fikirsel dikkatin her ikisi de pasif ya da aktif olabilir.

Pasif ve doğrudan duyusal dikkatte, uyaran ya çok şiddetli ya da ani bir duyusal izlenimdir. İzlenim şiddetli değilse, fakat böyle olan ya da ilgi verici bir şeye önceki deneyimlerle bağlanmışsa o zaman pasif duyusal dikkat dolaylıdır. Çok hafif bir tıkırtı etrafın gürültüleri arasında işitilmeyebilir. Fakat zayıf ses bir sinyal özelliğini kazanmışsa ayırt edilerek algılanması o kadar zor olmaz. Bir anne yan odadan gelen ve başkalarının farkına varmadığı bebek ağlamasını duyar.

Pasif fikirsel dikkatte bazen dış şeylere o kadar çok kapanabiliriz ki “unutkan”, “dalgın” ya da “kendi âleminde” diye nitelenen bir duruma gireriz. Bu “kendini kaptırma” durumu o kadar derin olabilir ki sadece sıradan duyumlar değil çok şiddetli ağrı bile silinebilir.

Aktif ya da istemli dikkatte bir çaba duygusu vardır. Duyusal alanda, bir izlenim çok sönük ya da benzer birçok izlenimlerden zor ayırt edilir olduğu zaman onun ne olduğunu saptamak istediğimizde istemli dikkat söz konusudur. Daha şiddetli uyaranların etkisine direnerek zihnimizi çekici olmayan bir obje ile uğraşmaya yöneltmek istediğimiz zaman da böyledir. Belirsizlik taşıyan bir fikri belirginleştirmeye çalıştığımız zaman istemli fikirsel dikkat söz konusudur. Bir ziyafette bütün davetliler yüksek sesle heyecanlı  ve ilginç şeyler konuşur ve kahkaha ile gülerken yanımızdakinin özel olduğu için alçak sesle söylediği sözleri anlamak için büyük çaba harcarız.

İstemli dikkat uzun uzadıya sürdürülemez. Dikkati sürdürme konuyu yeniden zihne getiren peş peşe çabalarla olur. Konu zihne uygun ise gelişir ve konunun gelişmesi ilginç ise bir süre zihni pasif olarak kaplar. Bu pasif ilgi uzun ya da kısa olabilir ve gevşer gevşemez dikkat ilgisiz bir şeye yönelir; o zaman istemli bir çaba dikkati yine konuya dönülür. Bu biçimde dikkat saatlerce sürdürülebilir fakat belirtmek gerekir ki dikkatin odaklandığı obje psikolojik anlamda aynı obje değildir; sadece aynı konu içine birbirini izleyen objelerdir. Değişmeyen bir obje üzerinde dikkati sürekli toplamak mümkün değildir.

Dikkatin sınırlılığı ve otomatizm

James’in içebakışa ve dikkatli gözleme dayanan görüşleri 20.yüzyılın ikinci yarısına girerken merkezsel zihin süreçlerine yeniden ilgi doğmasıyla gündeme gelmiş ve Broadbent onun görüşleri ışığında dikkati deneysel koşullarda ve istatistiksel bilgi teorisi kavramlarıyla incelemiştir. Broadbent’i daha sonra başka araştırıcılar izlemiş, performans kapasitesini sınırlayan dikkat ve kısa süreli hafıza araştırmaları ön plana çıkmıştır.

Modern terminolojide James’teki aktif dikkat yukarıdan aşağı güdümlü(top down processing), pasif dikkat  ise aşağıdan yukarı güdümlü(Bottom up processing) olmuştur. Dikkat, bireyin amaçlarıyla ya da zihinsel ilgileriyle yönlendiriliyorsa, yani yukarıdan aşağı güdümlü ise aktiftir;  dış uyaranlardan kaynaklanıyorsa, yani aşağıdan yukarı güdümlü ise pasiftir. Aşağıdan yukarı  dikkat yukarıdan aşağı dikkatten daha hızlı ve daha güçlüdür.

Dikkatin malzemeleri duyumlar, hafıza içerikleri ve düşüncelerdir. Bu öğelerin  belli bir anda çeşitli oranlarda birleşmiş olarak sunduğu bilgi miktarından ancak dikkat kapasitesinin seçtiği  sınırlı bir miktar işleme girer. Dikkat araştırmalarında deneysel olarak daha çok duyu kanallarından gelen dış uyaranlar kullanılmıştır; çünkü bu tür malzemeler kontrol altında ve ölçülü olarak sunulabildiği halde hafıza içerikleri  ve düşünceler üzerinde kontrol sağlamak kolay değildir.

Birçok bilişsel süreçler bilinçli dikkat yönetiminde yapılırsa da bazıları tamamen otomatik biçimde bilinç araya girmeden  yürütülür. Bununla birlikte gerçeğe uygun yaklaşım, iki kategori arasında bir süreklilik olduğunu, bir ve aynı sürecin bilince yansımayan otomatik kısımlarının ve bilinçle kontrol edilen kısımlarının olduğunu kabul etmektir. Bir virtüoz piyanist performansını bilinçle yönetmekle birlikte performansındaki birçok kısımlar egzersizle otomatikleşmiştir. Bilinçli yönetim yeni pasajların başladığı noktalarda gereklidir ama bir defa geçiş yapılınca gerisi bilinçli dikkat işe karışmadan yürütülür.

Bilincin aradan çıktığı rutin işlerde otomatikleşmiş süreçler avantaj sağlar. Fakat sıra dışı bir değişikliğin yapılması gereken durumlarda otomatikleşmiş olma dezavantaj olabilir. Otomobille her günkü yoldan eve dönerken bir yere uğramak için belli bir yol ayrımında öbür tarafa sapmamız gerektiği halde  yine aynı tarafa girebiliriz. Bu durumu unutkanlıkla açıklamak mümkün gibi görünürse de unutkanlığa sürükleyen faktör eve gidiş sürecinin otomatikleşmiş olmasıdır. Bu nedenle uçak ve otomobil kullanma gibi tehlikeli olabilecek durumlarda güvenlik önlemlerinin otomatikleştirilmesine ve uyarı sistemlerinin geliştirilmesine önem verilmektedir.

Duyusal Adaptasyon Ve Kanıksama (Habıtuatıon)

Duyu adaptasyonu, aynı uyaranın bir süre verilmesiyle duyu organının duyarlılığının azalmasıdır. Tersinir bir olgudur. Uyaranın uygulanması sona erdikten sonra duyarlılığın artması süreci başlar ve bir süre sonra uyaranın uygulanmasından önceki duyarlılık derecesine ulaşılır. Bu fizyolojik bir olgudur. Bütünüyle duyusal bir olgudur. Geçmiş deneyimler duyusal adaptasyonu ne azaltır ne de artırır. Kanıksama, bir uyaranın yararlı ya da zararlı  bir sonuç doğurmadan ortaya çıkışına uyaranın tekrarlanması yoluyla alışarak ona dikkat etmez ve tepki yapmaz duruma gelmektir. Bu, bilişsel yanı olan bir olgudur ve  basit bir negatif öğrenme olarak görülebilir. Çünkü alışmada  (kanıksama) öğrenilen şey, birçok kez tekrarlandığı halde önemli bir sonuç doğurmayan bir uyaranı dikkate almamak ve ona başlangıçta yapılan tepkiyi yapmamaktır. Geçmiş deneyimlerin sıklığı ve yakın zamanda oluşu psikolojik bir olgu olan kanıksamayı artırır.

Bilinç düzeyinde kanıksama denilen olgunun refleksif düzeyde kökleri vardır. Doğuştan bir tepkinin, uyaranın tekrarlanması ve biyolojik önemi olan herhangi bir sonuç ortaya çıkmaması durumunda yavaş yavaş kaybolması olgusu çok basit organizmalardan başlayarak bütün canlılarda görülür. Salyangozun kabuğuna hafifçe vurulursa hayvan kabuğun dışında kalan kısmı içeri çeker. Fakat vuruş kısa ve düzenli aralıklarla tekrarlanırsa tepki her seferinde biraz daha azalır ve sonunda kaybolur. Ancak olay geçicidir ve bir zaman sonra yeniden kabuğa vurulduğunda kendiliğinden ortaya çıkar.

Beyinden yönetilen bir reflekse (irade dışı göz kırpma) göre aşağı merkezlerden yönetilen

bir refleksin (diz kapağı refleksi) kanıksama yoluyla kaybolması daha zordur. Uyaranın niteliği ve şiddeti de önemli bir faktördür. Ağrı verici ya da çok şiddetli uyaranı kanıksama yoluyla tepkinin kaybolması zordur. Alışma da diyebileceğimiz kanıksama olgusu, duyu adaptasyonundan farklı olarak dikkatin adaptasyonudur. Bir duvar saatinin tik taklarını algılamaz duruma geldiğimiz zaman duyu organının duyarsızlaşması değil dikkatin sönmesi söz konusudur. Tren hattı yakınına taşınmış bir kimse, önceleri çok rahatsız olduğu tren gürültüsüne  bir zaman sonra dikkat etmez olur. Tren gürültüsünü algılamaz olduğunu arada bir gürültü tekrar dikkatini çektiğinde ancak fark eder. Bir tıp öğrencisinin işinin ehli bir doktor olması, hoş olmayan çeşitli görüntülere alışmasına bağlıdır. Bunu başaran doktor, insanlık bakımından duygusuzlaşmış değildir; bütün dikkatini teknik olarak yapmak zorunda olduğu işe yönelttiği için tekrarlanan görüntülere dikkati adapte olmuştur. Adaptasyon, psikolojiyi de içine alan geniş biyolojik çerçevede,  yaşamın daha önemli işlerine dikkati ayırabilmek için, yapılması gerekli iş bakımından önem taşımayan olaylara dikkat etmeme anlamına gelir.

Dikkat ve değişiklik

Yoğun bir trafik gürültüsüne alışarak duymaz olabilir, hatta fazla etkilenmeden uyuyabiliriz; fakat birden açılan bir kapı gıcırtısı ya da yere düşürülen bir cismin çıkardığı göreceli hafif sesle  hemen uyanabiliriz. Daha da ilginci, televizyon açıkken uykuya dalmış bir kimse rahatça uyusun diye kapatırsanız, ani sessizlik kişiyi uyandırır. Bu örnekler gösteriyor ki dikkat sürekli ya da tekrarlanan uyarana adapte olur, ama ani ve değişik uyarana, bu ani değişiklik uyaranın kesilmesi biçiminde olsa bile duyarlıdır. Buna benzer olarak görme alanı içindeki ani değişiklikler ve özellikle hareket, dikkati kendine çeker; daha fazla ve detaylı incelemeye yöneltir. Biyolojik açıdan değişikliğe duyarlılığın işlevi açıktır. Statükonun sürdüğü bir ortamda ani değişiklik, olumlu ya da olumsuz yönde organizma için önemli sonuçlar doğurabilir. Bunun niteliğini saptayarak gerekiyorsa önlem almak organizmanın yaşamını sürdürmesi bakımından önemlidir.

Aktive edici retiküler oluşum ve dikkat

Duyusal uyaranların etkisi, beyne davranışı yönlendirecek duyusal ipuçları sağlamanın ötesinde organizmanın genel uyanıklık düzeyinde değişme meydana getirmektir. Organizmalar bazen uykudadır, bazen uyanıktır. Fakat uyanıkken bile heyecanlı ya da sakin, gergin ya da gevşek olma gibi çok çeşitli uyanıklık düzeylerinde bulunabilir. İşler görmek için gerekli enerji uykuda en az düzeydedir. Fakat panik ya da aşırı heyecan durumunda da işlerin yapılışını amaca uygun biçimde yönetebilmek için gerekli olandan çok daha fazla uyarılma vardır. Bu iki uç durumda otonomik sinir sisteminin kontrolünde olan irade dışı bedensel süreçler çok farklı durumdadır. Panik durumunda uykudakine göre kan basıncı daha yüksek, nabız daha hızlı ve ter bezleri daha aktiftir. Somatik sinir sisteminin kontrolünde olan istemli kasların etkinliği, düşük uyanıklık düzeylerinde yüksek uyanıklık düzeylerindekine göre daha azdır. Uykuda kaslar gevşek, yüksek uyanıklık düzeyinde daha gergindir. Bu iki durumda beynin elektriksel etkinliğinde de farklar vardır. Uykuda kaydedilen amplitüdü (yüksekliği) fazla hızı (frekansı) düşük delta dalgaları, çeşitli uyanıklık düzeylerinde yerini başka özelliklerdeki dalgalara bırakır. Fakat birleşik bir tablo olarak bu uyanıklık düzeyi ölçüleri arasındaki korelasyon çok yüksek değildir. Bu da uyanıklık düzeyi kavramının tek boyutlu basit bir olguya dayanmadığını düşündürür. Ama böyle bir kavramlaştırma, ampirik araştırmalara yön verme bakımından yine de verimli olabilir.

Dikkat ve performans ilişkisi açısından beynin korteks altı bölgesindeki retiküler oluşumun işleviyle ilgili bulgular, bizi dikkat olgusunun psikolojik karmaşıklığı üzerinde düşünmeye yöneltir. Ağsı bir yapıda olan  retiküler oluşum, genel uyanıklık ve uyarılma düzeyi ile ilgilidir. Bu oluşumdan gelen empülsler korteksin uyku durumundaki yüksek amplitüdlü yavaş dalgalarını durdurarak onların yerine dikkatin göreceli gevşek olduğu uyanıklığın  hızlı ritmli  alfa dalgalarını geçirir. Bu dalgalar da direkt duyusal uyarılma durumunda bloke olarak yerini düşük amplitüdlü fakat çok daha hızlı beta dalgalarına bırakır. Duyu organlarından gelen empülsler bir taraftan sinir yollarından doğrudan duyusal kortekse giderken bir kol da retiküler aktive edici sisteme ayrılır. Bu sistem hem duyu korteksine hem de korteksin diğer kısımlarına empülsler göndererek korteksin, duyusal empülsleri uyanık bir düzeyde almasını ve  onlarla etkin biçimde uğraşmasını sağlar. Duyu korteksine gönderilen empülsler, korteksin ilgili duyu modalitesine özellikle duyarlı olmasını da sağlar.  Fakat korteks de duyusal yoldan gelen spesifik mesajları alınca retiküler oluşuma empülsler göndererek onun etkinlik düzeyini artırır. Böylece uyanıklık düzeyinin ayarlanması ve duyusal mesajlarla gereği gibi uğraşılması  bakımından retiküler oluşum ile korteks arasında iki yönlü bir etkileşim vardır.



Bilinçli Dikkatin Üç Ana İşlevi

İşleyiş biçimi bakımından bilinçli dikkat üç değişik durumda kendini belli eder.

1- Belli bir sinyalin varlığını saptama: a) Seyrek ortaya çıkan sinyali gözetleme ve ortaya çıktığını belirleme b) Hedef uyaranı başka uyaranlar arasında arama. 2- Seçici dikkat: Bazı uyaranları, onlarla uğraşmak üzere seçme ve başka uyaranları dışlama. 3- Dikkati iki ayrı işe bölme: Aynı anda birden çok ödevi yürütecek biçimde dikkat kapasitesini kullanma. Sinyal keşfi teorisi(signal detection theory), karar verme gibi bilişsel süreçlerin fiziksel uyaranı duyumlama süreci ile etkileşimi sonucunda duyumun alındığını saptama olayının belirlendiğini ileri sürmüştür.

Motivasyonel faktörlerin karar verme sürecinde önemli olduğu vurgulanmıştır. Bir yandan sinyalin varlığını  saptamada isabet (doğru pozitif) ile yanlış alarm verme

(yanlış pozitif) arasında,  öte yandan sinyalin yokluğunu doğru olarak saptama (doğru negatif) ile sinyalin ortaya çıktığını  kaçırma (yanlış negatif) arasında yapılan göreceli kâr-zarar hesabının, karar verme sürecinin sonucunu etkileyen önemli bir motivasyonel faktör olduğuna işaret edilmiştir.

Gözümüzü laboratuvardan genel olarak günlük yaşam dünyasına çevirirsek çevredeki önemli sinyalleri keşfetmenin ve uygun tepkileri ayarlamanın önemi anlaşılır. Bir nöbetçinin gözetleme davranışı ya da karanlık bir sokakta giderken  garip ses ya da görüntüleri belirlemeye çalışma, ya da bir depremin ardından bir gaz kaçağının varlığını saptamak için tetikte olma  birkaç örnektir.                

Gözetleme davranışı ve dikkatin çözülmesi

Bazı durumlarda algı başlangıçta oldukça belirgin ve doğrudur, fakat iş süregeldikçe bozulma başlar. Özellikle birbirine benzer olaylar uzun diziler halinde gelir ve onların izlenmesi gerekirse sonuç budur. Çok az değişikliğin olduğu böyle durumlara deneysel bir örnek, Mackworth’un ‘saat testi’dir. Bir saat kadranına  benzer bir yüzey üzerinde bir gösterge her saniye küçük sıçramalarla hareket eder; düzensiz ve seyrek aralıklarla gösterge bir misli uzun sıçrama yapar. Gözlemcinin görevi bu çift sıçramalara dikkat etmek ve onları bir düğmeye basarak bildirmekti. Denekler, yarım saat çalıştıktan sonra çift sıçramaları fark etmemeye, kaçırmaya başlamıştır. Bununla birlikte, motivasyonu yükseltici önlemler alarak verimliliğin sürdürülmesi mümkün olmuştur. Bu önlemler arasında, her çift sıçrama olduğunda,  tepki yapıp yapmadığını deneğe haber vermek başta geliyordu.



* Bu Çalışma YILMAZ ÖZAKPINAR'ın Bilişsel Psikoloji başlıklı makalesinden alıntılanmıştır.

Makaleler Haberleri