Başarıperest insanlar ve Freddie’nin ‘malum’ kbusları

Melda BEKCAN

Geçen yıllarda ortalığı kasıp kavuran ‘Freddie’nin Kâbusları’ serisinin, unutamadığım bir sahnesi vardır…

Korkunç Freddie, gecenin zifirî karanlığında, yatağında mışıl mışıl uyuyan genç bir kızın rüyasına usulca girer ve normal şartlarda kulak reseptörlerinin algılayamayacağı düzeydeki sesleri bile çok yüksek volumlü hâle getirerek genç kıza inanılmaz eziyetler çektirir.

Örneğin Freddie’nin yere attığı bir toplu iğnenin, zemine temas ettiği anda çıkardığı ses o kadar gürültü çıkarır ki kulak zarının patlayacağını zanneden genç kız, çektiği acılara dayanamaz, yerinde duramaz, her iki kulağını birden elleriyle kapatarak kıvranmaya başlar.

Bir sonraki sahnede ise yüzündeki müstehzi ifadeyle yine Freddie ekranda belirir. Elinde bir cisim taşımaktadır. Uzak çekimde, ne olduğu belli olmayan cisme, kamera hareketiyle yaklaşıldıkça, kâse dolusu toplu iğne ekrana gelir.

Hayret! Bu sefer Freddie, şefkat dolu gözlerle genç kıza bakmaktadır. Birkaç saniye sonrasında Freddie’nin yüzündeki sahte ifadenin nedeni anlaşılır.

Kamera, toplu iğnelere doğru yönelirken… Eyvah! Freddie, elindeki kâseyi, yavaşça aşağıya doğru çevirmeye başlar, slow motion’la toplu iğnelerin teker teker düşüşü görülür ve zavallı genç kızın yüzündeki acıklı ifadenin üstüne kocaman harflerle ekrana ‘The End’ yazısı gelir!

Ne kadar korkunç değil mi?

Filmi izlerken kendimi o denli kaptırmışım ki yere düşen toplu iğnelerin çıkaracağı sesten ürküp odadan kaçtığım gibi saatlerce içeri giremedim.

Üstelik günlerce düşündüm durdum; ya kulaklarımız, bir toplu iğnenin dahi çıkaracağı sese duyarlı hâle gelse, hâlimiz nice olur bizim?

Aslında oluyor!

Gerçek hayatta da toplu iğne misali önemsemediğimiz olaylar, gün geliyor, psikolojik şiddet jelatinine sarılarak karşımıza dikiliveriyor.

Örneğin, bize büyük sıkıntılar çektiren insanların adlarının yanımızda telaffuz edilmesine katlanamadığımız dönemler yaşıyoruz, zaman zaman.

Ya da alelade bir kelimenin hatırlattığı olay, tabiri caizse cinleri tepemize çıkarıyor, öfke nöbetleri geçirmemize sebebiyet veriyor.

Bazen bu durum gelip geçiyor, bazen de hiç beklenmediği kadar kalıcı olabiliyor.

Vee ben de… Son dönemlerde… Kâbusları aratmayacak nitelikte ızdıraplar çekiyorum ‘başarı’ kelimesini duyduğum zaman.

Geceleri uyuyamayanların, duvarda asılı duran saatin saniye başı çıkardığı ‘Tık, tık, tık!’ sesine gösterdiği obsesyonun aynısını yaşıyorum.
 
Dört bir yandan ‘Başarı, başarı ve yine başarı!’ sesi kulağıma fısıldanıyor, nereye gitsem takip devam ediyor…

Gazetelerde, dergilerde başarılı insanların hikâyeleri manşetten duyurulurken nedense sıradan insanlara dair önemli haberler, incecik sütunların arasında kaybolup gidiyor.

Televizyon programlarındaki yarışmacıların gözünü hırs bürümüş, hepsi de kazanmak uğruna ruh ve beden sağlıklarını tehlikeye atıyor.

‘Okul sınavları’ deseniz… Zaten başlı başına bir olay! Henüz oyun çağındaki çocuklara sırtlanan yük, her sene daha da ağırlaşıyor.

Başarıperest insanlar, artık aşmışlar! Şayet beyne takılan bir çiple, başarıya giden yolun tarifi mümkün kılınsa her ne pahasına olursa olsun; ne kadar para tutarsa tutsun, koşa koşa gider beyinlerine üçer beşer tane taktırırlar. Onların zihniyetinin izahında, Makyavelizm falan masum kalır.
 
Çok yazık! Nasıl bir toplum olduk, neden bu hâle geldik bilmiyorum.

Bilen varsa, acilen bana yazmasını rica ediyorum.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.