Başarı yolunda kafa göz yaran çukurlar!

Melda BEKCAN

Hayat, küçükken camların kenarından koparttığımız macunun kıvamına benziyor. Macunu avucunda çok gevşek bırakırsan yuvarlanıp gidiyor; çok sıkarsan parmaklarının arasından fışkırıyor. Bu yüzden uçlara kaymadan yaşayarak ortayı bulmak gerekiyor...

Malum, bir eğitim döneminin daha bitimine yakın yeni kayıt dönemi yaklaşırken etrafımdaki insanlarda da bir okul telaşıdır gidiyor. Bilmem sizin de böyle bir telaşınız var mı? Belki bu konu sizi hiç ilgilendirmiyor olabilir. Peki ya günün birinde çocuğunuz olursa ya da bir yakınınız çocuğunun eğitimi için size fikrinizi sorarsa?

Hayatının büyük bir kısmını okuyarak geçirmiş -ve hâlâ ders sıralarında dirsek çürütmekle meşgul- müzmin bir öğrenci olarak, benim de paylaşmak istediklerim var sizlerle bu konuyla ilgili.

Ama baştan anlaşalım; öyle yüksek ortalamalar için okul-dershane parkurunda yarış atı misali koşturarak başarılı olmanın püf noktalarından bahsetmeyeceğim. Cehaletimden değil; tam tersine o parkurda belki milyon kez gidip gelmiş olduğum için neredeyse her santimetrekareye düşen taşı iyi bilirim. Tabii insana kafa göz yardıran çukurları da…

Benim derdim bu çukurlarla ilgili; çünkü sadece çocukların değil ebeveynlerin de onların içine düşer olduğunu görüyorum zaman zaman.

Sakın son yıllarda özel okullara ve dershanelere giden çocukların sayısındaki artış sizi, ailelerin bu konuda artık daha bilinçli olduğuna dair bir yanılgıya düşürmesin. Ben, bu durum hakkında var olan kanının tam aksini düşünüyorum. İşyerlerinde insanların sürekli çocuklarının aldığı özel derslerden bahsetmesi, ev hanımlarının düzenledikleri günlerde yıl sonu karnelerinin elden ele gezmesi gibi histerik yaklaşımlar bana biraz garip geliyor. Nedense anne babaların geçmişlerinde elde edemedikleri başarıları, çocukları elde edince kendileri yaşamış gibi oldukları hissiyatına kapılıyorum ben.

Bugüne kadar ne zaman büyük konuşsam, konuştuğum şey başıma gelmiştir! Bu sebeple çocuk sahibi olmadığım için buradan evlatlarının başarısı ile iftihar edenlere söz etmeye niyetim yok. Bu duyguyu bilmediğimden buna hakkım da… Benim altını çizmek istediğim nokta 'başarı' kavramının çocukların hayatları ile özdeşleşmesi sonucu sadece 'başardığı için sevildiğini zannedip' başarısızlığa tahammülü olmayan nesillerin psikolojisinin bozulabileceğidir. Çünkü bu durum çok da insancıl bir şekilde yaşamaya izin vermiyor. Bir insana mükemmellik yaftası yapıştırılınca artık o kılıf için yaşamak durumunda kalınıyor.

Emin olun ki bu duyguya hem kendimden hem de arkadaşlarımdan oldukça aşinayım.

Nitekim bir dönem başarılarına gıpta ettiğim ama bugün okumaktan yılmış; büyük emeklerle yüzerek kıyıya kadar gelmiş olmasına rağmen artık bir kulaç atacak dahi gücü kalmamış arkadaşlarım var maalesef.

Bunun tersini savunuyor da değilim. Tabii ki büsbütün başarısız olunsun demiyorum. Şüphesiz başarılı olmak için küçük yaşlarda konulan hedefler ve bu yolda atılan adımlar ileriki yıllarda hayata daha iyi tutunmayı sağlıyor çünkü… O yüzden buna itirazım yok!

Haklısınız -başarılı olmak ya da olmamak adına- biraz kafa karıştırıcı bir durum var ortada. Böyle zamanlarda bir arkadaşımdan duyduğum benzetmeyi anımsarım sık sık; sanırım çözüm iyi bir macun kıvamında gizli! Hayat; küçükken şekil vermek amacıyla camların kenarlarından koparttığımız için annelerimizden azar işittiğimiz macunun kıvamına benziyor. Macunu avucunda çok gevşek bırakırsan yuvarlanıp gidiyor; çok da sıkarsan parmaklarının arasından fışkırıyor bu yüzden ortayı bulmak gerekiyor, uçlara kaymadan yaşayarak ortayı bulabilmek.