Bakırköy Akıl Hastanesi Zorunlu Evleri Oldu

Bakırköy Akıl Hastanesi bugüne kadar binlerce hastaya ev sahipliği yaptı. Hastane, bazılarının gerçekten evi oldu, zira 30 yıldır kalanlar bile var.

İNCİ DÖNDAŞ / Star Gazetesi


Bakırköy Akıl Hastanesi bugüne kadar binlerce hastaya ev sahipliği yaptı. Hastane, bazılarının gerçekten evi oldu, zira 30 yıldır kalanlar bile var. Çünkü tedavileri bittiği halde yakınları ya da sahip çıkan kimse olmadığı için buradalar. Hemşireleri arkadaş, hastane koğuşunu evleri gibi görüyorlar.

Ellerindeki radyonun antenini sonuna kadar açmışlar... L yani şizofren hastalarının kaldığı blokların bahçesinden yanık bir türkü sesi yükseliyor. İki hasta radyonun başında oturmuş sohbet ediyor. Bloktan içeri giriyoruz bir hasta ‘Sigaranız var mı?’ diye soruyor. Bir diğeri ise kim olduğumuzu. Çok merak ediyor, ismimizi öğrenene kadar peşimizden ayrılmıyor. Bazısı kahkahalarla gülerken bir diğerinin çığlık çığlığa feryadı yankılanıyor geniş koridorlarda. Burası Türkiye’de hemen herkesin bildiği Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi...

30 YIL KALAN HASTA BİLE VAR

Rıfat Ilgaz’ın Bizim Koğuş adlı romanını belki okumuşsunuzdur. O romanda yıllarca hastanede mecburiyetten yatan hastaların hikayeleri anlatılıyordu... Serüveni 1924’te başlayan Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde de o kitaptakilerin gerçeği var... İki yıl önce yapılan bir araştırmaya göre hastanede kalan hastaların yaş ortalaması 55. Orada tedavi gördükleri yıl ise 5 ila 30 arasında değişiyor. 30 yıl kalan hastalardan büyük bir bölümü ailesi olsa rehabilitasyon desteğiyle dışarıda yaşayabilecek durumda. Ama onları ne arayan var ne soran... Bazısının adı bile yokmuş; hastane bahçesine terk edilmiş, kim bıraktıysa... Onlara isim verilmiş, kimlik çıkarılmış, yeşil kart sağlanmış. Kendi hallerinde bir başlarına yaşıyorlar. En yakın arkadaşları hastanenin doktorları ve hemşireleri... Personelle öyle yakınlar ki tüm dertlerini, sıkıntılarını onlara anlatıyorlar...

Hastaların gün içinde resim, seramik gibi uğraşlarla rehabilitasyonlarının yapıldığı Gündüz Hastanesi’nin yöneticisi psikiyatrist ve psikanalist Ayla Yazıcı, hastanede yaklaşık 350 adli sorunu olmayan, 300 de adli sebeplerle yatan hastanın bulunduğunu söylüyor. Aslında sayı bundan 20-30 yıl öncesine kadar binlerle ifade ediliyormuş. Hastaların bir kısmı hastanenin girişimleriyle Sosyal Hizmetler’e bağlı bakımevlerine yerleştirilmiş, yerleştirme işlemi hala sürüyor. Yazıcı, bir hastayı hastaneye kapatmamak gerektiğini belirterek ‘Kronik ruhsal hastaları yani şizofrenleri böyle yerlere kapattığınızda o zaman bu yeti yitimini hızlandırıyor. Mesela burada 30 yıl kalan bir hasta size ‘Merhaba’ bile demeyebilir.Bu hastalar dışarıda rehabilitasyon olanaklarının olduğu bir ortamda yaşasalar bu kadar yeti yitimine uğramazlar. ’

YÜZDE 80’İ DIŞARI ÇIKABİLİR

Yazıcı, şu an Bakırköy’de adli sorunla yatmayan hastaların yüzde 80’inin dışarıda rehabilitasyon desteğiyle yaşayabileceğini söylüyor. Hastalardan bir kısmının dışarıda yaşamaktan korktuğunu anlatan Yazıcı ‘Birçoğunun yakını arayıp sormuyor. Aileyi bulduğumuzda kanuni olarak işlem yapıyoruz ama bir taraftan da hastayı bu kadar istemeyen bir aileye nasıl teslim edelim? Çünkü hasta bakıma muhtaç. Mesela bir hastamız var şizofreni... Abi şizofren, anne de... Babaya bir şey olduğunda ne olacak bu aileye, kim bakacak bunlara? O nedenle terazinin kefelerini iyi tartmak lazım. Bu hastalar için huzurevleri gibi bakım evleri olsa çok daha iyi olur’ diye konuşuyor.

Bu hastanede çalışan personelin ağır dramlarla yüzleşip kendi işine bakmaları hiç kolay değil... Onların yanından ayrılıp hastalarla konuşmaya gidiyoruz... İsimlerini ve yüzlerini gizlemek durumundayız. İşte onların hikayeleri...

29 yıl önce gelmişti şimdi gitmek istemiyor

Gülizar, 58 yaşında ve tam 29 yıldır bu hastanede. Eskiden askeri mahkemede zabıt katibi olarak ve belediyede ihale bürosunda çalışmış. Çalışma hayatı 10 yıl sürmüş çünkü hastalığından dolayı yaşadığı hezeyanlarla ‘Bana iftira attılar işimden oldum’ diyor. Nerede olduğunu soruyoruz, ‘Bakırköy’deyim. Buranın eski adı tımarhaneydi’ yanıtını veriyor. Ama hastalığını kabul etmiyor, ‘İstanbul Kasımpaşalıyım. Buraya apandisit ameliyatı olduktan sonra geldim. Annem ölünce komşumuz evimizi elimden aldı, beni buraya getirdi. Birine aşıktım, öküzün trene baktığı gibi baktı beş yıl, hiçbir şey olmadı. İşte şimdi buradayım’ diyor.

Gülizar şizofren hastası, önce babasını, ardından annesini kaybetmiş. Yıllardır burada. Hiç yakını olmadığı için arayanı soranı da yok dolayısıyla. Hastanenin bahçesine yıllar önce bırakılan, ölümden kurtulan Safiye adlı hastayı kızı gibi görüyor. Safiye kendi başına yemek yiyemediğinden ona yemeğini yediriyor, annesiymiş gibi davranıyor. Safiye’nin yaşını soruyoruz ‘12-13’ diyor. O arada hemşire araya giriyor, ‘Safiye 30’lu yaşlarında’ deyince Gülizar buna şiddetle karşı çıkıyor.

Gülizar, diğer bazı hastaların aksine bu hastaneden ayrılmak istemediğini söylüyor: ‘Ne yapacağım dışarıda? Şehir hayatından sıkıldım, burada mutluyum.’ Sahi mi dersiniz?

Burada tatilde gibiyim, mutlaka çıkacağım


Duşunu yeni almış, mis gibi kokular içinde yanımıza yaklaşıyor... Elinde bir okul defteri ve içi kağıt dolu dosya var. 28 yaşında olan bu hastanın adına Ayşe diyelim... Gözlerinin içi gülüyor, bıcır bıcır konuşuyor. Hastaneye geleli iki yıl olmuş. Defterini okuyoruz, aşk şiirlerinden hastane günlüğüne pek çok şey yazmış. Öyle basit yazılar da değil. Ayşe ‘Doktor buraya yatmamı söylediği için yattım. Çık demesini bekliyorum. Şimdilik burayı tatil yeri gibi görüyorum, çıkma umudum olmasa yaşayamam’ diyor. Ayşe bunu beklese de onun hayat hikayesinin ayrıntıları bunun biraz sancılı olabileceğini gösteriyor.

BENİM HAYALLERİM VAR

Anneleri 35’indeyken trafik kazasında ölen Ayşe ve ablasına babaannesi bakmış. Babası sağ ama alkolikmiş. Hatta büyük kızını taciz ettiği bile söyleniyor. İki kardeş aynı hastanede ama farklı servislerde. Ayşe’nin rahatsızlığı şizoaffektif bozukluk. Ablasının sağlık durumu ondan daha ağır. Ayşe, babası ona şiddet uygulayıp, aşık olduğu erkeğin başkasıyla evleneceğini zannedip, babaannesi de ‘Seni de ablan gibi hastaneye yatırırım’ deyince evden kaçmış. Sonrasında ise yeni adresi hastane olmuş. Babası alkolik olduğu için hastane yönetimi onu babaya teslim etmek istemiyor. Kendisi hemşirelere bu konuda fikir önerilerinde bulunuyormuş: ‘Acaba eve gittiğimde, devlet babamı her hafta denetlese olur mu, onunla yaşayabilir miyim?’

Tüm bunları hayallerini gerçekleştirmek için istiyor. Kendisi sıralıyor: ‘Liseyi dışarıdan bitirip, üniversite sınavına girsem. Belki bir yeri kazanır sonra çalışırım.’ Zaten tüm konuşmaları gelecek üzerine...

İstanbul’da ablamın yaşadığı Kadıköy’ü merak ediyorum


49 yaşındaki Ahmet, 1979’dan beri belli aralıklarla Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin sakini olmuş. Zamanında tüpçülük, mobilyacılık yapmış ve deri işiyle uğraşmış. Annesi ve babası onun bin lirasını alınca onlara bağırdığını sonrasında ise kendisini hastanede bulduğunu söylüyor. Ne hastalığı olduğunu soruyoruz Ahmet’e ‘Şizofrenim’ yanıtını veriyor. Ahmet tarihleri öyle iyi hatırlıyor ki mesela hastaneye bir kez Turgut Özal’ın vefatından sonra yattığını söylüyor ve şöyle devam ediyor:

‘Annem ve babam öldüler. Biz dört kardeşiz. Kimse beni arayıp sormuyor, ablamın kocası hariç. Bazen buraya geliyor. Ablam gelmiyor çünkü onunla kavga ettim. Yeğenlerim var ama onları da görmüyorum. Burası kapalı bir yer, hapishane gibi, dışarıyı özlüyorum ama kimsem yok. İstanbul’da en çok nereyi merak ediyorum biliyor musunuz? Kadıköy’ü. Neden mi? Ablam ve ailesi orada yaşıyor.’

Füsun her geçen gün daha da sessizleşiyor

‘Buyurun efendim’ diyerek bizi karşılayan hastanın adı Füsun. 54 yaşında ve son 20 yılını bu hastanede geçirmiş. Epilepsi hastası. Bu da zaman içinde beyin fonksiyonlarını etkilemiş. Bir de üstüne tüberküloz geçirince sağlık durumu iyice bozulmuş. Aslında evliymiş ve iki çocuğu varmış. Eşi kendisinden boşanmış. Çocuklarını babaları büyütmüş. Büyük oğlu polis memuru, küçük oğlunu ise hastane personelinden kimse tanımıyor. Çünkü annesini ne arıyor ne soruyormuş. Tüm bunları hemşireler anlatıyor zira Füsun, uzun aralıklar vererek konuşuyor.

Polis memuru olan oğlu ‘Annemi yanıma alsam acaba olur mu? Çocuklarımla yapabilir mi?’ diye çok düşünmüş ve bunu hemşirelere anlatmış ama şu an görev yeri nedeniyle bunu gerçekleştirememiş. Füsun öyle sakin bir hasta ki eskiden kiminle tanışsa anında akrostiş şiirler yazarmış ama şimdi çok ama çok durgun... Pek konuşmuyor... Konuşurken çabuk yoruluyor, mutlu mu değil mi onu bile bilmediğini söylüyor.

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (5)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Yaşam Haberleri