Babasız Toplum Ve Modern Burjuva Despotizmi

İtaatsiz bilincin doğum anıdır baba despotizmiyle yüzleşmek; çünkü aile içindeki tahakküm bütün tahakkümlerin tözünü oluşturur.

İtaatsiz bilincin doğum anıdır baba despotizmiyle yüzleşmek; çünkü aile içindeki tahakküm bütün tahakkümlerin tözünü oluşturur. Kafka iktidara karşı direnişi, meydan okumayı varoluşsal bir tutum haline getirir.

MICHAEL Löwy, okuru daima verili olanın ötesinde düşünmeye kışkırtan Kafka’nın önceden oluşmuş bir modele indirgenerek okunmasından dolayı ondaki anlam zenginliğinin, çoğulluğunun çoğu zaman göz ardı edildiğinden yakınır. Bu soy okumalarda göz ardı edilen noktalardan biri de Kafka’daki baba despotizmine karşı çıkışın aslında bütün meydan okumaların başlangıcı olduğudur. Gerçekten, itaatsiz bilincin doğum anıdır baba despotizmiyle yüzleşmek; çünkü aile içindeki tahakküm bütün tahakkümlerin tözünü oluşturur.

Kafka bu karşı çıkışı gelecekteki komünite, henüz doğmamış oğullar ve geleceğin babasız çocukları adına yapar, onlar adına söz alır. İktidara karşı direnişi, meydan okumayı varoluşsal bir tutum haline getirir.

Kafka’daki baba-oğul çatışması genelde psikolojik düzeyde, Oidipuscu bir çatışma olarak kavranmıştır. Oysa söz konusu çatışmanın geniş bir tarihsel bağlamı, politik bir anlamı vardır. Löwy’nin de belirttiği gibi, Kafka’nın baba ile çatışması Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun politik kültürü içinde doğmuş ve biçimlenmiştir. Bu çatışma aileden başlayarak otoritenin hüküm sürdüğü bütün mekanlara, bütün kurumlara yayılır. Okula, bürolara, resmi dairelere, adliye koridorlarına, mahkeme salonlarına ve nihayet kurumlar kurumu devlete uzanır. Çatışma ve gerilim bu uzun yolu katederken otorite figürü yargıçlar, savcılar, öğretmenler ve resmi kurumlardaki sair görevlilerle çoğalır. Buralarda hep itaate zorlayan bir güç, bir figür vardır; bazen bir masanın arkasında, bazen kürsüde. Azarlar, paylar, aşağılar.

Tavırları, sözleriyle, buyruklarıyla acımasız, gayri insani bir dünyanın inşasına harç taşır. (Kafka, onun kurduğu gayriinsani dünyadan kaçabilmek için insan-altını bir çıkış yolu olarak düşünür ve hamam böceğine dönüşür)

Modern burjuva despotizmi

Babaya karşı çıkış özgürlük arzusunun uyandığı andır. Aile, Walter Benjamin’in sözleriyle hepsi de birer parazit olan ve ‘ağırlığı altında ezdiği hayatlardan beslenen’ her türlü iktidara tepki vermenin başlangıç yeridir. Otorite ve baskı karşısında duyarlık bu karşı çıkışla kazanılır ve buradan devlete doğru yayılır. Modern burjuva toplumunun radikal eleştirmeni Kafka gibi, Marcuse’de ataerkil despotizme karşı çıkışın önemini vurgular. Ancak Marcuse vurgusunu Freud’un kurgusunu radikal biçimde yorumlayarak, bu kurguyu eleştirel bir yaklaşımla ele alarak gerçekleştirir. Freud’un kurgusunda ataerkil despotizm, babanın zorba yönetimi daha ilk insan kümesinde baş gösterir. Sürünün bir üst evrimini ifade eden ve horda olarak adlandırılan bu kümede baba en küçük bir karşı çıkışı sürgünle cezalandırıyor, kümenin dışına atıveriyordu. Oğulların içgüdüsel yönelimlerini eğilimlerini bastırıyor, onlara hazzı yasaklıyordu. Marcuse, Eros ve Uygarlık’da ortodoks Marksizmin burjuva düşünürü olarak nitelediği Freud’un bu kurgusunu oğulların haz hakkı için ayaklanmış olduklarına vurgu yaparak izler.

Buna göre babanın yasaklarını, onun baskıcı düzenini katlanılmaz bulan kardeşler el ele vererek babayı öldürmüşlerdir. Babanın katli, daha doğrusu babanın katline varan özgürlük arzusu onlar arasında kan bağından daha kuvvetli bir bağ kurmuştur.

Tarihin sırrı pişmanlıklar

Gelgelelim bir müddet sonra oğullar işledikleri bu cinayetten dolayı pişmanlık duymuşlardır. İşte, tarihteki bütün yenilgilerin sırrı burada, bu pişmanlık duygusunda gizlidir. Özgürlüğe doğru ilk adımı attıktan hemen sonra nedametle geri çekilmişlerdir. Özgürleştirici eylemi (babanın katlini) suçluluk ve pişmanlık duygusu izlemiş, özgürlük arzusu suçluluk duygusunda boğulmuş babaya karşı isyan başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Kendilerini yenilgiye uğratmışlardır. Katledilen baba bir hayalet olarak geri dönmüş ve yaşayanlar üzerinde egemenliğini yeniden tesis etmiştir.

Kardeşler bir tür toplumsal sözleşme yaparak içgüdüsel doyumdan, haz hakkından vazgeçmişlerdir. Toplumdaki tabular, kutsallık atfedilen kurumlar da bu sözleşmeyle doğmuş, yasaklar ve sınırlamalar bu sözleşmeyle geri dönmüştür.

Devrimlerin ardından da böyle olmaz mı? İktidarın yıkılışını babanın bu kez ‘devrimin önderi-lideri’ olarak dönüşü izlemez mi? Önderi alkışlayanlar, onun iktidarını izin verenler kendilerini yenilgiye uğratmazlar mı? Özgürlük yollarını kendi elleriyle kapatmazlar mı?

Freud’un sosyalist öğrencisi Paul Federn ancak ‘babasız toplum’un (Die Vaterlose Gesellschaft) gerçekten özgür bir toplum olabileceğini; patriarkal düzenin ortadan kalkmasının özgürlükçü, eşitlikçi bir örgütlenmeyi, kardeşler topluluğu olarak örgütlenmeyi mümkün kılacağını belirtmişti. Birinci Enternasyonel’de Bakunin’i destekleyen Juralı saat yapımcılarının örgütlenmesi, 1919’daki Bavyera konsey cumhuriyeti deneyimi babasız toplumu kısmen ve geçici olarak gerçekleştiren tarihsel örnekler olarak anılabilir.

Federn babaerkinin burjuva toplumunu ayakta tutmakla, onun baskı düzenine temel olmakla kalmadığını, ‘devrimci’ örgütlerde de hayat bulduğunu, söz konusu örgütlerin gerçekten devrimci olmalarını engellediğini vurgulamıştı. Federn’e göre babaerkinden kurtulmak salt özgürleşebilmek için zorunlu değildi, özgürleştirici siyasetler yürütebilmenin de koşuluydu. Ailenin devletin mikromokmozu olduğunu söylemek belki indirgemeci, basitleştirici bir yaklaşım olur.

Ama örgütlenmeleri, hiyerarşik yapıları arasında benzerlik, tarihsel ve toplumsal işlevleri arasındaki ben yakınlık da göz ardı edilemez.

Ailedeki şiddet tekeli

16 ve 17. yüzyılların siyaset teorisindeki monarşileri meşrulaştıran, monark ve tebaaları arasındaki hiyerarşik ilişkiyi kuran toplumsal sözleşme kurgusu ile evlilik sözleşmesi arasında benzetme yapılmıştır. Bu benzetme aile içinde eşitlikçi bir ilişkiyi daha baştan kesinlikle reddediyor, eşitsizliği meşru sayıyor, erkeğe ev içinde şiddet uygulama hakkı tanıyordu. Gerçekten, kralın tebaası üzerindeki iktidar ile erkeğin evlilik içindeki iktidarı arasında yakınlık mevcuttur. Aile modern devletin de yapıtaşıdır.

Bir başka deyişle, Modern devlet ve evlilik kurumu birbirini tamamlamaktadırlar, birbirlerinin kurucusudurlar. Devletin aile üzerinde otoritesi de sürdürmekte, aile içindeki hiyerarşik ilişkileri, erkeğin ayrıcalıklarını devlet düzenlemektedir. Baskıcı yapıları, iktidarın kullanım biçimi bakımından devlet ve aile arasında benzerlik vardır.

Buradan kalkarak ailenin hiç de politika öncesi bir kurum olmadığını, koca/baba olarak erkeğin aile içindeki iktidarının da politik iktidar olduğunu söyleyebiliriz. Aile de devlet gibi politik olarak örgütlenmiştir.

HALİL TURHANLI / STAR GAZETESİ

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Makaleler Haberleri