2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projesinde skandallar bitmiyor: Önce Yürütme Kurulu'ndan Nuri Çolakoğlu ve İskender Pala ile birlikte bir kısım yöneticinin istifası, arkadan yolsuzluk söylentileri, şimdi de Sezer Duru'nun 'Ünlü Yazarların İstanbul Buluşması' projesini geri çekmesi ile ilgili tartışmalar...
Olacak olan buydu: Görünen köyün kılavuz istememesi gibi! Bakınız, bundan iki ay önce, bu gazetede (Zaman 21 Ocak 2009), önce İstanbul'un Avrupa Kültür Başkenti'nin 'İstanbul için son derece iddialı bir yakıştırma' olduğunu; 'bu yakıştırma[nın] da, bana biraz gösteriş, biraz da ötedenberi bu konulardaki alışkanlığımız olan, 'kendi kendimizi aldatma' gibi görün[düğünü]' belirtip;- 'kimse kusura bakmasın' demiş ve şunları ilave etmiştim:
'Niçin bu kadar kötümserim;-şundan dolayı: Bir kent, o güne kadarki geçmişi ile ya bir Avrupa kültür kentidir, ya da değildir! 2010 İstanbul Avrupa Kültür Başkenti projeleri ise, 'Avrupalı olmayan bir kenti, İstanbul'u, 2010 yılına kadar nasıl bir Avrupa şehrine dönüştürebiliriz', gibi beyhude ve biraz da ironik bir gayretten ibaret görünüyor. İngilizce bir deyim vardır: 'Flogging the dead horse!';- 'ölü atı kamçılamak!' Üç yılda İstanbul'u, bırakınız bir kültür başkenti olmayı, modern ve Avrupalı bir kent (!) haline getirmenin, ölü atı kamçılamaktan ne farkı var, söyler misiniz?'
'Gene de bu konuda gösterilen çabalarda, elbette iyiniyetin payı vardır. Gelgelelim, iyiniyet, bu koşullarda, iyiniyet sahiplerini hiçbir yere götürmeyecektir. Endişem, bu işin, kaba deyişle söylersem, ağzımıza yüzümüze bulaştıracak olmamız ihtimalini yüksek bulmamdandır!'
Bu yazıyı ilk yazdığımda, 'ağzımıza yüzümüze bulaştırmak' deyimini, aşırı ve biraz da kırıcı olduğunu düşündüğümü itiraf etmeliyim;-bu deyişi yazıya koyup koymamakta bir tereddüt geçirdiğimi de! Ama 2010'a şunun şurasında 9 ay kalmışken, son iki ay içinde yaşananlar, doğrusu hiç de haksız olmadığımı ortaya koydu: Evet, gerçekten, her şeyi ağzımıza yüzümüze bulaştırdığımız apaçık ortadaydı çünkü...
Bu konudaki kaygıları yaşayan başka kişiler, kurum ve kuruluşlar var. Aralarında Boğaziçi Üniversitesi'nden sevgili öğrencim Zeynep Günsür'ün de bulunduğu 'Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi'nin internet üzerinden yayımladığı bildiri, fevkalâde dikkate değer görüşleri içeriyor: 'Sahne Senin İstanbul' sloganıyla yola çıkan 2010 Projesine karşı, 'Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi' 'Bu Sahnede Biz de Varız'la sahneye çıkıyor ve 'son bir buçuk yıldır kamuoyuna da yansıyan gelişmeler[in], projenin ne kadar sağlıklı ilerlediğine ilişkin göz ardı edilemez soru işaretleri uyandırmakta' olduğunu belirterek 2010'a dokuz ay kala Yürütme Kurulu'nu istifaya taşıyan sebeplerin kamuoyuna açıklanmasını; gerek ajans-içi birimler gerekse ajans ile proje sahipleri arasındaki iletişimsizliğin ortadan kaldırılmasını' istiyorlar.
Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi'nin çok önemli talepleri de var: 'Proje değerlendirme ve hayata geçirme aşamalarındaki hantallık ve tutarsızlık ile proje ve bütçe yönetimindeki işleyiş ve yöntem belirsizliklerinin' giderilmesi; 'Kurullardan geçmeyen hiçbir proje, kişi ve kuruma ayrıcalık tanınmaması, bu süreçlerin nesnel ölçütlere dayandırılarak şeffaf ve denetlenebilir kılınması...'
'Ağzımıza yüzümüze bulaştırdık!' demekte haksız mı imişim?