‘Asla başıma gelmez’ cümlesi, işlevsiz/bağımlı aile yapısında yetişen gençler için içten içe sıklıkla tekrarlanan bir yemin gibidir. İlk zamanlarda çok rahatsız olmasalar da alkol/madde hayatlarından birçok şeyi almıştır. Bağımlı olan ebeveynlerini onlardan uzaklaştırmıştır. Çocukların gözünde bağımlı ebeveyn dolayısı ile tercih maddesi, yaşanmamışlıkların ve duygusal terkedilmişliğin ve bazı ailelerde ise şiddet ve yoksulluğun suçlusudur. Birçok ergen aslında bağımlılık nasıl bir hastalıktır bunu bilmez, çünkü hayatında tek bir bağımlı vardır ve dışarıya karşı sorunu gizli tutma çabası içinde yalnızdır ve hastalıkla tek başına karşı karşıyadır. Birçoğu için bu iradi bir şeydir ve istenirse çok kolay bırakılabilir. Bu nedenle ebeveynini değiştirmek için sürekli çabalayan çocuk için bu çaba, her başarısızlıkta, ona ya da kendine karşı öfkeyi büyüten bir hal almaktadır.
Kişinin kendisine verdiği söz bir noktada kırılmaktadır. Birçok araştırmanın işaret ettiği gibi bağımlılık geliştirmeye en yatkın grup bağımlı aile yapısından gelen kişilerdir. Son yıllarda yapılan çalışmalar bağımlılığın genetik geçişi olan bir hastalık olduğunu ortaya koymuştur. Birçok bağımlı ile görüştüğünüzde aslında çok büyük bir kısmının bağımlı aileden geldiği görülmektedir. Asla anne babası gibi olmak istemeyenler nasıl onlar gibi olmaktadırlar? Alkolik yakını ergenlerle çalışıldığın da birçoğunun ‘anne babalarını onlardan uzaklaştıran’ maddeye/alkole karşı, derinlerde saklanmış, bir merak barındırdığı görülmektedir. Bir süre önce bir genç, hızlı bir şekilde toplandığımız odaya geldi, oturdu ve rüyasını anlatmaya baladı. Rüyasında alkol kullandığını görmüştü. Onun açısından, sevgilisi de alkol/madde kullanan biriydi ve ilişkisi bu nedenle bozulmuştu. Hayatında birçok şeyi ondan alan şeyi neden bu denli merak ettiği ve kullanmak istediğinin cevabını bulmaya çalışıyordu ve korkmuştu. Kendine bir söz vermişti ve babası kadar güçsüz olmayacaktı, bağımlı olmayacaktı. Fakat bağımdaş ilişkiler kurmaktaydı, tıpkı anne babasınınkine benzer birilişkisi vardı. Alkol önce babasını şimdi de sevgilisini almış ve o ‘düşmanını’ merak ediyordu.
Fakat bağımlı ebeveyni olan ergenlerde bir süre sonra bu merak bir çatışmaya dönebilmektedir. Bir genç erkek “ben ona nasıl içildiğini göstereceğim, ben adam gibi içiyorum, o başka yeri ile” diyerek kendisinin iradesi ve alkol üzerindeki kontrolünü anlatmaya çalışıyordu. O babası kadar iradesiz, güçsüz ve kötü değildi. Bu bir tür yarış, çatışma yaşanmakta ve ergen kendisine her defasında ebeveyni gibi olmayacağını söylemektedir. Peki, “alkolikler baştan bu denli kontrolsüz müydü?” sorusu ise onları çok kızdırmaktadır. Bağımlılık tolerans belli bir noktaya gelene kadar, tehdit edici ve rahatsız edici değildir. Bir noktada kırılma yaşanır ve sorun büyümeye başlar. Bu çatışma aslında bir tür özdeşim kurma çabasıdır ve aslında kızdıkları ebeveynleri ile onların yöntem ve araçları ile yarışmaya çalışanlar olmaktadır. Çünkü tüm algı dünyası, hayatla baş etme mekanizmaları ve düşünme biçimi bağımlı aile dinamiği içerisinde gelişmiştir. Dayanak noktası budur. Bu yarış ve bu yemin, genç kadın ve erkekleri bağımlılığın içerisine çekebilmektedir. Bu nedenle bağımlılık geliştiren, bağımlı yakını ergenlerin salt kullanımlarını dikkate alarak onlara yaklaşım sorunu çözmeyecektir. Altta üzerine çalışılmamış bir aile meselesi vardır. Hastalığın gelişiminde bu tür bir dinamik olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Belli bir ayıklık süresi yakalandıktan sonra daha temelde yatan açık fakat gizil duran bu çatışma üzerinde çalışılmalıdır. Deneyimler göstermektedir ki özellikle ailede problem çocuk olarak görülen çocukların kullanım geliştirme eğilimleri diğer, sorun çözen ya da kahraman rolündeki çocuklara göre daha olasıdır.
Bağımlılığın bir aile hastalığı olduğu, kullanımda olsun olmasın tüm aile fertlerinin bundan etkilendiği ve özellikle bağımlı yakını ergenlerin iç dünyalarındaki bu tür çatışmaların bilinmesi önemlidir. Her bağımlı yakını bağımlılık geliştirmek zorunda değildir. Fakat riskleri ve potansiyel eğilimini bilmeye, hastalığı tanımaya hakkı vardır. Aslında ‘asla başıma gelmez’ derken kendi kendini gerçekleştiren kehanet gibi bağımlılığa doğru yol alan ergeni bu yola girmeden yakalamak ve bilinçlendirmek önemlidir. Durum böyle iken bağımlı yakını ergenler ile çalışan uzman sayısı oldukça sınırlıdır. Unutulmamalıdır ki her insan alıştığını tercih etme ya da modellediği davranışlar yolu ile hayatını yönlendirme eğilimindedir. Bu döngünün dışına çıkabilmek için farkındalık ve yerine ikame edilecek işlevsel yöntemler geliştirilmelidir. Bu konu üzerine Claudia Black’ın, başlığımızın esin kaynağı olan, It’s Never Happen to Me kitabı ve diğer yayınlarını tavsiye ederim.