Âşk, Hastalık Mıdır?

Marifet, yargılayıcı olmadan bu duyguyu dürüstce yaşamak, biterse anısına saygı gösterebilmektir...
Bayramlar, doğum günleri ve yıldönümlerinden sonra modern pazarlama tekniklerinin yaşamımıza vazgeçilmez kutlamalar olarak soktukları günlerin en sevimlisi 'Sevgililer Günü'. Nasıl evlilik yıldönümleri beraber geçmiş ve geçmemiş zamanların yeniden değerlendirilmesine, yılbaşları daha çok iş ve sosyal yaşamımızın gözden geçirilmesine, doğum günleri yaptıklarımızla yapmak istediklerimiz arasında perspektif ayarlamalarına vesile oluyor.

 Dr. Sabri Derman, 'Aşk bir hastalık mı?' sorusunu 'Hayır, romantik aşk bir hastalık değil!' şeklinde yanıtlıyor ve şunları anlatıyor:

Sevgililer günü, sevdiklerimizi ve sevemediklerimizi düşünmemize yol açıyor. Psikolojik anlamda bu özelleştirilmiş günler, bizim kendimiz ve yakın çevremizle ilgili farkındalıklarımızın keskinleşmesinde rol oynuyor. Sosyal farkındalığımızın artmasında, çiçek-çikolata-yemek-tiyatro-mum-hafif müzik-tütsü- kırmızı iç çamaşırı gibi hoşlukların katkısı var.

AŞIK OLAN MANTIKSIZ VE İNATÇI OLUYOR

 Aşkın sadece gözü kör değil, aynı zamanda sağır, mantıksız ve inatçı oluyor. Bu süreç içinde aşık olunana ulaşamama, sadece ulaşma dürtülerini daha da arttırmaya, yanmaya tutuşmaya yol açıyor. Tahmin edileceği gibi, biyolojik bir sistemin yemeden içmeden uyumadan kısıp metabolizmasını ve beyin faaliyetlerini en üst düzeyde tek bir kişide yoğunlaştırması çok uzun süreli olamaz. Bu noktada iki olasılık var: Birincisi sevgiliye ulaşmak, birlikte olmak, birlikteliği sürdürmek ve bu mutlu sonun sonucu olarak 'motorun turunu düşürmek'.

 İLGİ ZAMANLA AKIL HASTALIĞI DÜZEYİNE ÇIKABİLİYOR

 İkincisi, ilgiyi hastalıklı bir saplantı haline getirmek, zarar verici fikirleri arttırmak ve sonunda herkese zarar verecek akıl hastalığı düzeyine vardırmak. Bazı kültürler bu tepkileri ödüllendirerek cinayet, intihar, kaçırmalar, tecavüzlerin kolayca ortaya çıktığı davranışları teşvik ederler. Eğer sevgiliye ulaşılırsa beyinde farklı hormonlar, oksitosin ve vazopressin gibi kimyasallar, çiftin 'aşkın ateşinden' çıkıp, zamanla 'oda ısısında' bir sevgiye, güvene ulaşmalarına , karşılıklı saygı ve bağlılığa kavuşmuş bir çift olarak çok uzun yıllar beraber olmalarını sağlıyor.

Bu çiftlerde aşk derin bir sevgiyle yer değiştiriyor. Aşk konusundaki anlaşılmazlığın temelinde, kavram kargaşası yatıyor. Seks, şehvet, arzulama, üreme dürtüsü, toplumsal baskınlık için elde etme, elde tutma ve elden çıkartma gibi çok farklı duygusal durumlar için 'aşk' kelimesi kullanılıyor.

ROMANTİK AŞK OLMASAYDI İNSAN NESLİ TÜKENEBİLİRDİ

 Aşkın biyolojik önemi, evrim süreci içinde ortaya çıkan ve bizi akıllı maymunların çok ötesinde yaratıklar haline dönüştüren beyin gelişmesi ile ilgili. Bence romantik aşk olmasaydı insan neslinin sürmesi mümkün olmazdı. Bizi nesli tükenmiş maymunsu/insansı diğer primatlarda ayıran en kritik evrimsel sıçrama, üreme yaşına gelmiş insanlar arasında ortaya çıkan 'mucizevi' aşk duygusu ve bağlılığıdır. Atalarımızın dört ayaktan vazgeçip ayağa kalkmasının bedeli olarak doğum kanalının küçülüp uzamasına yol açan sürecin, bir yandan beynin büyüyüp özelleşmesine olanak sağlarken, tam gelişmiş büyüklükte bir beyni olan çocuğun normal yoldan doğumunun olanaksız hale gelmesi, nesil tüketecek bir sorun yarattı:

 BEBEĞE BAKMAK AŞKTIR

 Binlerce yıl öncesinin mağara koşullarında aylarca gebe, sonra yıllarca aciz bir bebek bakmakla yükümlü olan bir annenin, kendisini ve yavrusunu koruyup besleyecek bir 'partner' bulmaya ve elde tutmaya ihtiyacı var! Bu ikilinin, bizim şimdiki babalık kavramı ve bilgilerinin olmadığı bir çağda, seks, şehvet, sosyal üstünlük kanıtlama gibi katma getirileri olmadan birbirine ve yeni doğan bebeğe 'karşılıksız' bakmaları ancak son derece güçlü ve özverili bir duygusal ilişkiyle olur. Bu ilişkiyi yönlendiren duygular, tıpkı gebelik, doğum, ergenlik, menopoz gibi doğal yaşamın doğal süreçlerinden biri olan AŞK'tır.

 ANORMAL BİR DURUM DEĞİL

 Ne hastalıktır, ne anormallik. Her insanda biraz farklı ortaya çıkan ve gelişen bir insanlık halidir. Son 20-30 bin senede evrimsel gerekliliğinden uzaklaşıp daha çok duygu zenginlikleriyle bezenmiş olsa da, aşk yaşanabilecek en karmaşık ve iz bırakan duygu deneyimlerinden biri. Üstelik bu özellikleriyle aşk, ön beynimizin gelişmesi sayesinde, üreme fizyolojisinin çok üstünde farklı bir düzeye çıkmıştır. Üstelik duygu yoğunluğu yüksek olan bu tutkular, sevenler arasındaki, yaş, sosyal statü, din hatta cinsiyet gibi farklılıkların da üstesinden gelecek bir güce ulaşmıştır.

AŞK ŞABLONUMUZ 3 İLE 8 YAŞ ARASINDA BELİRLENİYOR

 Duygu ve davranışlarımızın belirlenmesi çocukluk döneminde başlıyor. İnsanların eş seçecekleri insan hakkında beyinlerinde taşıdıkları şablonların 3 ile 8 yaşlar arasında oluştuğuna işaret eden çalışmalar var. Bizim aşk şablonumuz, sadece anne, baba, kardeş, bakıcı, akraba, öğretmen tarafından değil, sinema, TV, dergilerde rastladığımız ve etkilendiğimiz 'sanal kişilerle' ve davranışlarla da belirleniyor.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Psikoloji Haberleri