Aşk Acısına Çare Var Mı?

Adnan ÇOBAN

Şarkılara, şiirlere, filmlere ve romanlara konu olan aşk acısı evrenseldir. Aşkla birlikte acının da bitmesi lazım. Tutkulu bir hal almışsa duruma psikolojik müdahale gerekir.

Üç senedir 24 TV’de hazırlayıp sunduğum Türk Müziği programı ‘Bizden Nağmeler’e şarkı seçerken Avni Anıl’ın o güzel nihavend şarkısı geldi önüme: 

Aşk nedir, nasıldır bilen var mı

Sevip de her zaman gülen var mı

Seviyorum demek çok kolay

Hadi öl denince ölen var mı

Sözleri İlham Behlül Pektaş’a ait bu şarkı sevgili için ölmeyi yani tutkuyu anlatıyor. Şarkılara, şiirlere, filmlere, romanlara konu olmuş “tutkulu aşk” sıkça karşımıza çıkan önemli bir psikiyatrik sorundur.

Yarattığı hüzün evrensel bir olgudur

Aşk ve aşk acısının yarattığı hüzün evrensel bir olgudur. Yaşı, dili, dini, ırkı, kültürü yoktur. İnsanlığın ortak yaşantılarındandır. Her yerde ve her toplumda hemen hemen aynı şekilde yaşanır. Özellikle gençlik yıllarının vazgeçilmezidir.  “Onsuz yapamam, onun için canımı bile veririm, o benim herşeyim” sözlerini sarf etmeyen, en azından içinden geçirmeyen yok gibidir. Aşk bazen toplumsal bir hayal ve avuntu aracı da olmuştur. Türk toplumu bir dönem göçün, hayat şartlarının ve yokluğun getirdiği sıkıntıları umutsuz ve amansız aşkların konu edildiği Türk filmleriyle avutmuştur. ‘Minibüs edebiyatı’nın hemen hemen tek ve en önemli konusudur aşk: ‘Ya benim olacaksın ya kara toprağın’, ‘Sevmek suç ise eğer cezamı idam isterim’, ‘Dünya dikenli bir hayat, sevenlerde mi kabahat’, ‘Aşıksan vur saza şoförsen bas gaza’, ‘Teksin...’, ‘Aşkı çekene derdi bilene sor’, ‘Kabahat sende değil seni sevende.’  Minibüs edebiyatının yazarları aşk konusunda o kadar tecrübelidir ki bazen bilgeliklerini de konuştururlar: ‘Aşk bir otobüs binmesini bilmeli, son durağa gelmeden inmesini bilmeli’, ‘Aşk bir sudur iç içi kudur’... Ancak bu, şarkılara, şiirlere, filmlere ve edebiyata konu olan aşk çoğu zaman masumdur. Dönemliktir. Gelir, yaşanır ve biter. Hayata uzunlamasına etki etmez. Lakin bir de bitmeyen, dinmeyen ve hayatı zindan eden aşk acısı vardır ki âşıkı canından usandırır. İşte bu aşka biz ‘tutkulu aşk’ diyoruz.

Aşk hastalığının sebebi aşk değildir

‘Narsisistik aşk’, ‘takıntılı aşk’, ‘aşk iptilası’, ‘marazi aşk’, ‘bencil aşk’, ‘patolojik aşk’ gibi birçok şekillerde ifade edilen tutkulu aşkta insanın aslında yaşadığı bir aşktan ziyade takıntıdır. Âşık aşk objesini yani ‘mâşuk’u benliğini besleyen bir varlık olarak görmeye başlar. Bunun sonucunda bencilleşen tutkulu âşık maşuku üzmeye, bezdirmeye ve sıkmaya başlar. Bu nedenle süreç gitgide tutkulu aşkın o çok korktuğu sonu yani ayrılığı hazırlar. Ayrılığın ardından yaşanansa büyük bir hayal kırıklığı, hüsran ve melankolidir. Tutkulu aşka düşen birçok kişi genellikle bu dönemde psikiyatriye başvururlar.

En etkili yöntem EMDR

EMDR aşk acısında oldukça etkin bir yöntem. Aslında EMDR bizatihi beynin kendi yöntemidir. Beyin her gece uykunun REM yani hızlı göz küresi hareketleri döneminde, gözleri bir sağa bir sola oynatmak suretiyle günlük travmaların duygusal yüklerini silmeye çalışır. Burada püf noktası beynin sağ ve sol yarımküresini ritmik olarak uyarmaktır. Bu sayede beyin mantıksal ve duygusal alanları hep birlikte çalıştırarak günlük üzücü, sinirlendirici, sıkıcı olayların zararlı etkilerini yok etmeye çalışır. Aşk acısı yaşayanlarda bu yöntemle kişinin aşk nesnesine takılmasını, bu konudaki aşırı duyarlılığını ve sebep olan geçmiş travmalarını çözmek mümkün olabiliyor. Bu sayede kişi aşk acısından ve aşk konusundaki olası şartlanmalardan kısa sürede kurtulabiliyor.

Sebep genellikle ruhsal travmalar

‘Tutkulu aşk’ın çoğunlukla çocukluk döneminde yaşanan olumsuz olayların bir uzantısı olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Burada kötü giden ilişki kadar bu ilişkinin çağrıştırdıkları da travma etkeni olabiliyor veya kötü gidişat geçmişteki travmaları tetikleyebiliyor. Tutkulu aşkla gelen danışanlarımın birçoğunun geçmiş dönemde ‘değersizlik, yetersizlik, güçsüzlük, yalnızlık, eksiklik, eziklik, çaresizlik, şanssızlık’ gibi düşüncelere sebep olan travmatik olaylara maruz kaldıklarını görüyorum. Dikkat ederseniz “onsuz ben bir hiçim, onsuz değerim yok, onsuz yapamam, onsuz ben bir ölüyüm, o olmazsa...” tarzındaki düşünceler bu düşüncelerle bire bir örtüşmektedir. Sonuç olarak hastalık derecesindeki aşkın bir ‘hastalık takıntısından’ veya bir ‘madde bağımlılığından” oluşum açısından farkı yok gibidir. Tutkulu aşk da diğer psikiyatrik bozukluklar gibi biyolojik, psikolojik ve sosyal stresörlerin bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.